Taşra ile kent arasında öyküler

Haden ÖZ

Son üç dört yılda çeşitli mecralarda, özellikle Oggito Öykü ve Edebiyat Haber gibi sitelerde okuduğum (ne yazık ki iyi bir dergi okuru değilim, o yüzden dergilerde keşfettiğim öykü yazarları çok sınırlı), sonra bir kitap yayınlasa da okusak dediğim öykü yazarları oldu. Bunlardan biri de İlay Bilgili. Onu ilk kez Oggito Öykü ve Edebiyat Haber’deki öyküleriyle tanıdım. Eylül ayında Monokl Yayınları'ndan Talan adlı öykü kitabı çıktı. Kitap on dört öyküden oluşuyor:

Mimesis, Kral, Artis, Panta Rhei, Sonu, Söz, Metamorfoz, Hayriye'nin Yok Oluşu, Talan, Seninki Gibi, Deli ve Çocuk, Yol, Su Hatırına ve Fotoğraf.

Kitapta bir okur olarak insana keyif veren, düşündüren, öfkelendiren, gülümseten, kısacası bir duygu alemine sürükleyen sıkı öyküler var. Sıkı öyküden kastımı biraz açmam gerek sanırım. Benim için sıkı öykü, okurken edebi lezzeti tattığım; yani yazarın kullandığı dil, üslup, kurgu, karakterler, mekân, öyküde yer alan hemen hemen her şeyin okurda bir fazlalık, olmamışlık hissi uyandırmağı, okuru alıp götüren, ona bir duygu ve düşünce armağan eden, kısacası yüreğine ve aklına dokunan öyküdür. Elbette bir öykü bütün bu saydıklarımı bir arada vermeyebilir ama en azından çoğunu verebiliyorsa, bir okur olarak bunları öyküden alabiliyorsam öykü bende karşılık bulmuştur. İşte Talan'da bu nitelikte en az altı öykü var.

HEM TANIDIK HEM YABANCI

İlay Bilgili’nin öykülerindeki karakterler her gün karşılaştığımız ama hikâyelerini bilmediğimiz, belki de merak dahi etmediğimiz karakterler genellikle. Bir bakıma hem tanıdık hem yabancı. Hem en yakınımızdakiler, hem en uzağımızda olanlar. Karakterlerin iç sesleriyle dış sesleri arasındaki geçişler oldukça iyi, ahengi bozmadan, sürükleyiciliği elden bırakmadan okuru sahneye dahil eden cinsten. Çocuk, genç, yaşlı, erkek ve kadın karakterler, hepsi ince elenip sık dokunarak yaratılmış belli. Taşradan şehire, şehirden taşraya gidip geldiğimiz öyküler var Talan’da.

Birkaç öyküye özellikle değinmek istiyorum.

Artis öyküsünde bir çocuğun gözünden bir ailenin öyküsünü okuyoruz. Babasını erken yaşta kaybetmiş Aliye'nin, arkadaşı Keti’nin, Artis adlı kazının, ablasının ve annesinin hikâyesi. Yazarın bu öyüde ve diğer öykülerde kullandığı dil öykünün bir film gibi okurun gözünde canlanmasına vesile oluyor.
Hayriye'nin Yok Oluşu öyküsü kitabın bence en iyi öyküsü. Hem öykü karakteri Hayriye'nin bayram telaşesini çok iyi anlatması hem de Hayriye'nin evinin öykünün bir karakteri olarak karşımıza çıkması açısından. Evin Hayriye ile birlikte sevinmesi, telaş içinde olması, öfkelenmesi bence çok başarılı bir dille işlenmiş. “Evin her odası sevinçten gıcırdıyor, uğulduyor. Çığlık atıyor, susuyor, gülüyor, kükrüyor, diniyor ev.” (Hayriye’nin Yok Oluşu, s. 62) Bu öykünün benim için ayrı bir önemi daha var. Figen Şakacı'nın çok sevdiğim Hayriye üçlemesinin son kitabına beni götürmesi. Bunun peşine düşmek de senin vazifen ey okur:)

Su Hatırına öyküsüne değinmek istiyorum. Bir köylü kadının, Meryem, ile eşeğini merkeze alan bir öykü bu. Kadının geçim derdi, eşeğine olan sevgisi, köy atmosferi, yöreye özgü sözcüklerin diyaloglarda kullanılması öyküyü ilgiyle okutuyor.

İLGİYLE OKUNAN BİR KİTAP

Talan, İlay Bilgili’nin ilk kitabı. Bir ilk kitapta görülebilecek ufak tefek dil ve mantık hataları var. Ama buna rağmen ilgiyle okunacak bir kitap ve eminim ki yeni kitaplara, öykülere, belki de romanlara yol olacak. Son sözü yazarın kendisine bırakıyorum:

“Şehirli öyküler daha gizemli çünkü şehir bulanık, şehir benim bilmediğim, sonradan öğrendiğim, acemi yanım, adapte olmaya çalışırken özümü de yitirmemeye çalıştığım tarafım… Şehir beni evimden ayıran suçlu da aslında gözümde, şehirde yaşasam da ona bakmayı reddediyor bir tarafım. Ama taşra öyküleri net. Çünkü artık orada yaşamasan da aslında ev orası. Köklerin orada, büyümüşsün dal vermişsin, dalların baş vermiş ta koca şehre uzanmış ama suyu içtiğin köklerin hâlâ taşrada. Cam gibi net taşra atmosferi…” (İlay Bilgili ile Söyleşi, Gülhan Tuba Çelik, Parşömen Fanzin).

cukurda-defineci-avi-540867-1.