Taştan ağır gölgeden sinsi tarihimiz

Tayfun TOPRAKTEPE

“Esengül daha ölmemişti. İstanbul’un sabahçı kahvelerinde ve genç kızların doldurduğu konfeksiyon atölyelerinde onun şarkısı söylenirdi:
‘Bir yoksula rastladım yol kenarında
Uzanmış yatıyordu boylu boyunca
Kan içinde her yanı…’”*

Burhan Sönmez’in yeni romanı ‘Taş ve Gölge’, onun özlediğimiz kalemini tekrar tattırdı bize. Biz okurlar onun dilinden masallar, hikâyeler, menkıbeler dinlemeyi seviyoruz. Bu nedenle diyebilirim ki bence Burhan Sönmez ‘Labirent’ değildir; bence o ‘Kuzey’, ‘Masumlar’, ‘İstanbul İstanbul’ ve son romanı ‘Taş ve Gölge’dir. Elbette ülkemizde çokça bulunan ve 40 yıldır benzer şeyleri yazanlardan olsun istemiyoruz ama bir süre daha biz “hypocrite lecteur”ler yani iki yüzlü okurlar müellifimizi eski bulduğumuz ve sevdiğimiz yerde görmek istiyoruz.

“Tüm muhteşem hikâyeler” der Tolstoy, iki şekilde başlar: “Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.” Taş ve Gölge’de her ikisini de görürüz. Yersiz yurtsuz çocuk Avdo, kimliğinin, geçmişinin ve annesinin peşinde şehir şehir dolaşır, dilden dile, kültürden kültüre akar. Ve romanımızın hemen başında, Haymana Ovası’ndaki, Konak Görmez köyüne gelir. Burası geleneksel kırsal yaşam tarzının hüküm sürdüğü, doğuştan gelen statünün bireyi belirlediği ve dolayısıyla hem coğrafi hem de toplumsal hareketliliğin sınırlı olduğu bir yerdir. Yaşam, yarı feodal geleneklerin belirlediği değerler ve ahlak kuralları tarafından düzenlenmektedir. Taş ustası Avdo’nun köye gelişi, kendisi dahil birçok yaşamı etkileyecek ve değiştirecek bir kırılma anıdır. Romanımız, Avdo Usta özelinde, memleketin ve yakın coğrafyanın son yüzyılına odaklı ve bu zaman aralığı içinde yaşanmış tarihsel olayları ve tabii ki travmaları anlatıyor. Birbiriyle doğrudan ya da dolaylı bağlantılar içeren onlarca olayı okuyup, kitabın son sayfasını da çevirince, aslında son yüzyılın, ülke ve yakın coğrafya özelinde bir özetini okumuş gibi oluyoruz. Belki de romanın asıl amacı, tüm bu unutulan, bastırılan travmaları, edebiyatın gücüyle bir kez daha anımsatma çabasıdır.

Biraz da risk alarak, romanın titiz kurgusuyla modern bir 1001 Gece Masalları ya da Decameron hissi yarattığını söylemek isterim. Şöyle ki, aslında Avdo Usta’nın hikâyesi romanın çerçeve hikâyesidir ve Burhan Sönmez’in asıl diyeceklerini anlatmasına olanak sağlar. Bu arada yazar, sanki Decameron benzetmesini bence biz okurlara çağrıştırmak için minik bir ipucu koymuş romana: Yedi Adlı Adamın, Roma’da gittiği restoranın sahibi güzel kadın Fiammetta [İtalyanca ‘küçük ateş’], aynı zamanda Decameron’un en önemli kadın karakterlerinden, Boccaccio’nun sevgilisi Fiemmetta ile aynı isme sahip.

BİR DOSTA VEFA

Bilindiği üzere Burhan Sönmez’in kitapları birçok dile çevriliyor ve bu dillerde de epeyce ilgi görüyor. Yazarımız da bu kitabı yazarken, Cumhuriyet tarihine dair kısa kimi bilgileri, ülkeyi bilmeyen/tanımayan yabancı okurları da düşünerek kurguya dahil etmiş görünüyor. Bu sayede yıllar sonra bu kitapla karşılaşacak genç okurlar da kısa bir özet okumuş olacaklar.

Neler yok ki romanda? Sivas Katliamı, Menderes’in uçak kazası, 12 Mart/12 Eylül darbeleri, Denizlerin idamı, belki de son Celali isyanı diyebileceğimiz Dersim olayları, gözaltında kaybolanlar, kaybedilenler. Bir kısmı tarihsel bir kısmı da kurgu çokça karakter var romanda. Belki de bizim için sadece bir roman karakteri iken, yazarın kişisel tarihinde çok önemli yer tutan isimler olabilir bunlar diye düşündüm okurken. Eski bir dosta vefa niteliğindedir belki de. Bir köşe yazısında şöyle dediğini hatırlıyorum: “Aynı kederdeyiz. O yüzden geçmiş, kendisini daha çok hatırlatır. Sevdiklerimizin adını anmaktan ve onların hatırasını taşımaktan başka ne yük var omzumuzda?”

KUZEY’DEN SELAM VAR

Kuzey’den tanıdığımız Sarı Nine ve Tilki’yi burada da görmek benim gibi birçok okuru sevindirecektir kuşkusuz. Keşke Tatar Fotoğrafçı ve Kewe’yi de görebilseydik diye çok umutlandım ama maalesef yoktular. Belki bir sonraki romanında karşılaşırız onlarla da. Bu arada ilk romanı Kuzey için de birkaç şey söylemek isterim. Kuzey biz okurlar ve edebiyat camiası tarafından yeterince görünür kılınmamış bir romanıydı maalesef. Belki de günümüzde yayımlanmış olsaydı çok daha fazla okur kitlesine ulaşacaktı.

Gelelim yazının başında yaptığım alıntıya. Kendi adıma, romandaki şarkıcı Perihan Sultan’ın, gerçek hayatta arabesk şarkıcısı Esengül olduğuna bahse girebilirim. (Nedenini yazmak isterdim ama kitabın belki de önemli sayılabilecek bir ayrıntısını açık etmiş olmaktan korkarım.) Kaybeden çayları ısmarlasın. Ben üç şekerli içerim, Avdo Usta’nınki gibi...