Tavuk kaldı mı abi?

> ALEV KARADUMANkaradumanalev@gmail.com

Yorgunluklardan yorgunluk seçtiğiniz bir gün… Ya da bir keyiften başka bir sefaya yelken açtığınız bir başka gün. İşten çıktınız ve kendinize bir ödül vermek istediniz, ya da işsizsiniz, kovulalı hayli olmuş; ‘Olsun hem dinlenmiş olurum biraz’ safhasını çoktan geçmiş çaresizce kaderinizi bekliyorsunuz. Velhasıl kendinizi buldunuz, raflarında envai çeşit içki olan bir barda…
Sohbet sohbeti kovaladı güzelleşti, shotlar aldı başını gitti. Ya da tek başınıza mal mal oturdunuz, o da olabilir. Telefonunuzun biçare şarjı artık dayanamadı; bara taktırdığınız şarj aletinizle, solunum cihazına bağlıymış gibi bir pozda, aynı sayfayı durmadan güncelliyor, hayli ısınmış biranızdan yudumluyorsunuz. Başkalarının sohbetlerini dinliyor, duyuyorsunuz. Yer yer kızmalar, bazen hasetler, sevmeler, sevişmeler, duygusal saniyeler eşliğinde gecenin nasıl bittiğini anlamadan mahmur gözlerle kapıdan çıkıveriyorsunuz.

Sallana sallana sokağın sonu ya da başına doğru yürürken, kafa çoğunlukla tamamen boştur. Değil ben kimim neyim gibi soruların karşılığı, ev nerde gibi temel bilgiler bile yoktur. Ama zaman içgüdü zamanı; o saatten sonra sadece ayaklarınız sizi yönetecektir. Tüm bu hafiflikle ilerlerken o ışığı görürsünüz... Tavuk pilav! İçinde pilav ve nohut olan, bünyesine çok sayıda okuma lambası yerleştirilmiş gibi parıl parıl, tekerlekli bir akvaryuma benzeyen araba… İnsan iradesine öyle bir rest çeker ki bu imaj, az önceki boş akılda belirmiş tek ve büyük soru “Acaba tavuk kaldı mı?” Şu hayattaki ‘en ii’ şeylerden biridir işte; bu soruya alınan “Var abla” cevabı…

Sayıları belki binleri bulan ulvi ticaret insanı; pilavcı. Pilavcı ağabeyler genelde Kürdistanlı olup, yanlarında mutlaka bir kardeş, bir yeğen, ya da bir amca oğlu, illa bir yedekle çalışmayı tercih ederler. Yedek eğer bir yeğense, bu çocuklar genelde lise çağlarında olurlar ve, ya okul çıkışı ya da yaz tatili için yardıma gelmişlerdir. Bu çocuklar genç ve naif göründükleri için, bütün gece türlü türlü sarhoşun ‘Kaç yaşındasın? Nerelisin? Okula gitmiyor musun?’ sorularına maruz kalırlar. Şu dünyada hiçbir sarhoş yoktur ki, bir pilavcı çırağıyla konuşup hayata dair radikal kararlar almasın, hemencecik orada bir sistem eleştirisi yapmasın… Bu çocukların bir diğer vasfı ise, asıl yoğunluk başlamadan, ta öğleden gelip geceye kadar köşe başını tutmak, tezgahı kaptırmamak. Keza bu işte köşeyi tutabildiğin kadar varsın...Yoksa nerden geldiği belirsiz bir şişe kırılıverir arabanın camında, sonra kolaysa ayıkla pilavın arasındaki cam taneciklerini elindeki maşayla. Eşinin evde yaptığı pilav ve ayranı, Eminönü Küçükpazar’dan aldığı arabasında satıp ekmeğini kazanmaktan başka derdi yoktur halbuki pilavcı ağabeyin. Haftada bir gün tatil yapar (diğer bütün pilavcılarla aynı günde – halk arasındaki ismi: Karanlık pazartesi), yaz kış demeden tavuk parçalar...

Arabaya yanaştınız siz de daha fazla direnemeyerek. Nohutların üzerindeki kızarmış göğüsleri görünce içe düşen ferahlık; ‘En iisi bu saatte tavuk kalmış pilavcı bulmak, tabağın üzerine azcık turşu suyu sızdırmak’ diye içinizden geçirdiniz. Tam o anda, dört tarafı ayran koyalım diye raflarla bezenmiş tasarım harikası pilav arabasının, tam da göz hizasına denk gelen aynası ile karşılaşırsınız! Neden? Karşımdaki ben; çok sarhoş, üstelik bitap, neden? Neden pilav sektörü insanı bu yüzleşmeye mecbur ediyor? Hem besleyip doyurup, hem bu kadar kinaye neden? Bunları düşünürken birden farkına varmadan ağza atılan biber turşusu. Yaşaran gözler. Gelmeyen para üstü.

Ama ayrandan bir yudum… İçinin ferahlığı aynadaki siluetine yansıdı, bir gülümseme. O kadar da kötü değilsin herhalde. Bir yudum daha. Oh ne güzel doyuyorsun. Neyse ki kafa boşalıyor yine, birkaç kaşık sonra aynadaki görüntünü sorsalar onu bile tanımayacak hale geleceksin. Son lokma. Son yudum derken… Çöpü atarken ‘“Kolay gelsin abi” demek, “Şanslısın son tavuğu sana verdim haa” deyişini duymak. Kafa boş, iyisin iyi, dolmuşlar da herhalde şuralarda bir yerlerde olacak…