Önce söz vardı!..

Önce söz vardı!

Absürd bir oyunun içindeyiz, düşünmek suç. Vesayet rejiminden kurtulmaya çalışan bir ülkede, kapitalist çarkların döngüsünde korku ve denetim toplumunun aleni inşası sürüyor. Koyu karanlık zamanlar, beter günlerin işareti.

Puslu gecelerden, aydınlanamayan günlere doğru, distopyanın son parçaları tamamlanıyor. Fikrim suç  sayılıyor! Mahkeme kapılarında, meydanlarda, basılan gazetenin koridorlarında nefes almak, sağ kalmaya çalışmak…

Bildiğim tek gerçekliğe tiyatroya sığınarak, ışığa giden yolu bulmaya çalışıyorum.

Meyerhold’un öğrencisi olan Nikolay Pavloviç Okhlopkov, ustası Meyerhold’un bazı kuramlarını uygulayan ve bu yolda yürüyerek kendi kurallarını getiren yönetmenlerdendi. Moskova’daki “Gerçekçi Tiyatro”nun yöneticisi olan bu sanatçı, Meyerhold’un etkisi altında kalmakla birlikte, kendine özgü bir yaratıcılığı da getirdi. Onun ustasından aldığı düşüncelerden biri seyirciyi aktif bir duruma sokma sorunuydu. Ama bu konuda, Okhlopkov, ustasından daha ileri giderek, sahneyi tamamen yok sayarak, oyunu seyircinin ortasında oynatmaya başladı. Böylece, sahne ile seyir yeri birbirinin içine girmiş oldu.

Okhlopkov’un üzerinde çalıştığı ikinci düşünce, tamamen ona aitti. Nasıl çerçeve sahneyi yok saydıysa, bir yapıttaki sahne bölümlemesini de kabul etmedi. Bunun yerine, birbirini bir romandaki gibi izleyen kısa bölümleri, konuşmaları ve sözsüz oyunları arka arkaya getirerek yeni bir oyun düzeni ortaya çıkardı.

Bu yönetmenin deneyleri arasında, bir anda dört, beş, altı, sahneyi aynı  anda oynatması da vardı. Bu sahneler seyircinin her yanında ve daha seyirci tiyatroya girer girmez başlıyordu. Sonradan yeni yolların denenmesi için ilgi çekici olan bu deneyler, o dönemde bazı kişiler tarafından “anarşi” olarak tanımlanmıştı. Oysa Okhlopkov bunları orijinal olsun diye yapmıyordu, o sürekli olarak oyuncu-seyirci ilişkisindeki devinimi tam olarak ortaya çıkarmak istiyordu. Sert eleştiriler gelince sanatçı, toplumcu gerçekçilik kavramı içinde daha yalın oyun düzenlerine gitti. Ancak yine de oyunu seyircinin her yanında oynatma düşüncesini sürdürmüştür.

“Propaganda, toplumun görüş ve davranışını, kişilerin belirli bir görüşü, belirli bir davranışını benimsemelerini sağlayacak biçimde etkileme girişimidir. Şöyle de söylenebilir; Propaganda, kitleye yönelik bir dildir; radyo, basın, sinema yoluyla kitleye ulaştırılan sözler ya da daha başka simgeler kullanılır. Propagandacının ereği propagandanın kapsamına alınan, birer propaganda konusu olan noktalarda, kitlelerin tutumunu etkilemektedir.”

Politik propaganda yirminci yüzyılın ilkyarısının başta gelen olgularından biri oldu. Tüm çağlarda, politikacılar, devlet adamları, diktatörler, kişilerin kendilerine ve yönetim düzenlerine bağlılığını arttırmaya çalıştılar ve bunu propagandanın gücüyle yaptılar. Çağdaş totalitarizmin güçlerinin sıralanışında, ilk sıra tartışma götürmez bir biçimde politik propagandanındır.  Önemli olan bütün toplum katmanlarında kargaşa çıkarmak, propaganda yapmaktır, der Lenin.