Durum ölümcül derecede ciddiyken, “bi’ şey olmaz abi” şımarıklığıyla hayatı tiye alan bir nesil suyun beri yakasında yeşerdi.

Tehlikenin farkında mısınız? Bence değilsiniz!

SERHAT HALİS

Tarih, ölümcül meseleleri ciddiye almayanların hazin sonunu ak kağıda geçiren kıdemli bir kâtipten başkası değil. Dünya ve insanlık geçmişi bunu kanıtlayan enva-i çeşit örnekle dolu.

İran’da ölümcül meseleleri ciddiye almayan insanların, bir süre sonra “çarşafî” bir karanlıkta yaşamak zorunda kalışlarının hazin öyküsünü bilmeyen yok. “Modern” İran’ın, seküler milyonların gözü önünde istemedikleri bir şeriat ülkesine dönüşmesi, kuşkusuz ki o milyonların durumu ciddiye almayışıyla alakadardı.

Benzer bir alakadarlık, bugünün Türkiye’si için de kurulabilir. Gidişatın ölümcül derecede can sıkıcı olduğunu anlamak için zekâ küpü olmaya gerek yok.

Ülke, artarak devam eden muhafazakarlaşma ve dinin toplumun ve devletin temel bir belirleyeni haline geldiği bir yere dönüşüyor. Sadece son birkaç haftaya bakmak bile bunun için yeterli.

Hatırlayın, geçtiğimiz 3 Mart’ta İstanbul’da Marmaray hattındaki bir trende, bir gerici, “burada sevişemezsiniz” diyerek el ele tutuşan sevgililere saldırdı.

Bundan iki hafta sonra, 15 Mart’ta İstanbul Üsküdar’daki bir kafeteryada, “mesafenizi koruyun bu kadar yakın duramazsınız” denerek, genç bir çifte işletmeciler tarafından müdahale edildi.

16 Mart’ta “Kuran Eğitim Merkezleri ve Diyanet Akademisi” kurulmasını öngören AKP’ye ait yasa teklifi, tek bir ret oyu bile almadan TBMM’den geçti.

23 Mart’ta ise, Bursa'nın Osmangazi ilçesinde bir okul müdürü tarafından öğretmenlere, 'kız ve erkek öğrencileri ayrı ayrı oturtun' talimatı verildiği şaiyası duyuldu.

Fazla değil, haber Türkiye’ye yayıldıktan 24 saat sonra, İstanbul Esenler’de bir tarikat okulunda öğrencilerin hocaları tarafından dövüldüğüne ilişkin görüntülerle karşılaştık.

Bunlar sadece basına yansıyanlar. Ülkede mantar gibi biten tarikat yurtlarında ya da dini kurumlarda yapılan vaaz ve telkinlerden sonra, sosyal hayatın içinde neler oluyor, bilemiyouz; ama tahmin etmek güç değil.

Durumun ülkedeki sekülerler lehine pek parlak olmadığı aşikar. Ancak her köşe başında karşılaşmanın mümkün olduğu “bir şey olmaz”cı zevat, meselenin kahreden ciddiyetinin farkında değil gibi.

Siyasal İslam “15 Temmuz” Bahanesiyle İvme Kazandı

Siyasal islam bu süreci ilmek ilmek ördü. Hakkını verelim, takiye siyasetindeki başarıları, siyaset tarihi açısından takdire şayan. Adım adım çıktıkları merdivenlerdeki basamağın birinde ise, artık takiyeyi terk edeceklerdi. “15 Temmuz darbesi” gerekçe gösterilerek “takiye siyaseti” bir kenara bırakılacaktı.

2016 yılının 15 Temmuz Cuma günü akşam saatlerinde yaşanan hareketlilik, kuşkusuz Türkiye’de yeni bir sürecin miladı olarak tarihe geçti.

Bu milat, Türkiye’de hemen bütün resmî ve özel kurumların, özerk yapıların ve sivil toplum kuruluşlarının, AKP tarafından dizayn edilmesi ve tabir yerindeyse bu kuruluşların Erdoğan cenahınca ele geçirilmesinin önünü açan gelişmelerden başkası değildi.

Bu aşamadan sonra, siyasal İslamcılar hiç boş durmadı, devlet destekli çeşitli organizasyonlarla, laik her kesime karşı yoğun bir saldırıya geçildi.

Devlet kurumlarından başta Aleviler olmak üzere; laisist-seküler kadrolar, solcular, ‘Kürtler’, Kemalistler gibi; AKP’li olmayan hemen herkes, KHK’lar ile uzaklaştırıldı.

Hatırlanacağı üzere, o günlerde sokaklara salınan takkeli-cübbeli bir takım herifler, Alevilerin ve solcuların yaşadığı mahallelere saldırdı. Ellerinde pala, bıçak ve ateşli silahlar bulunan sivil gruplar; insanları darp etti, arabaları tahrip etti, dükkânları yağmaladı.

Siyasal islam adeta sokaklarda kendisine bağlı para-militer güçler oluşturdu. Darbeyi bahane eden gerici gruplar, kendileri gibi düşünmeyen her kesime tehditler savurmaya başladı.

Sokaklara dökülen İslamcıların “demokrasi” mitinglerinde, “laikler için yaşasın cehennem” sloganları duyulmaya başlandı.

Velhasıl durum gerçekten çok ciddiydi. Kafa kesmeye hevesli binlerce insanın sokaklara devlet desteğiyle döküldüğü günlerden geçildi. İşin can sıkıcı yanı; bu geride kalmış, geçmiş bir durum değil. Bugün hala tehlike arzeden bir olgu. Sokaklarda şeriat çığlıkları atan, çağlar öncesinden gelen kalabalık bir karanlık var.

Ancak bu olumsuz gidişattan muztarip olacak kesimler arasında azımsanamayacak bir kısım, meseleyi 'Disneyland tadında' bir eğlenceye çevirme hevesinde olduğundan; bu yazının ilk cümlesinde belirttiğimiz tarih yasanının öngördüğü biçimde bir sona doğru (bu kesimler adına) hızlı bir ilerleyiş söz konusu.

Eğer bizi hâlâ bu ülkede yaşatan talih, çok büyük bir lütufsa; bize böyle “muhalefet” veren şey de o derece zıttıdır.

Goygoyculuğun Sefaleti

Durum ölümcül derecede ciddiyken, “bi’ şey olmaz abi” şımarıklığıyla hayatı tiye alan bir nesil suyun beri yakasında yeşerdi. Gezi’de apolitikliğe ve ciddi meseleleri komikliklerle geçiştirmeye yapılan güzellemeler, bugün negatif bir sonuç olarak geri döndü.

Böylesi bir “muhalif” tavrı, hayatın temel lokomotifi haline getirmiş bir kesim, “kasabın elindeki bıçağı yalar” haliyle dört yanımızı sarmış durumda.

İslamcılar büyük bir ciddiyetle bir şeylere hazırlanıyorken; bu hazırlığın olası mağdurları, sosyal medya sayfalarından “Zaytung” tadında baş gösteren “goygoy”culuklarıyla arz-ı endam etmekteler.

Neredeyse her yanımız gericilik tarafından sarılmışken; “orantısız zekâ spiritüelleri”, “güler yüzlü sosyalizmciler” ve “liberal sekülerler” ciddiyetten uzak bir ahval ve şerait içindeler.

Maalesef bazılarının ölümcül realite karşısında düştüğü alıklık, tahmin edilenden daha derin oluyor. Meseleyi ciddiye almayanların bu ‘umursamaz komiklikleri’, meselenin ciddi olmasının da esas nedeni oluyor bir süre sonra. Sırtımızı dayayacağımız insanların bu pervasızlığı, bizleri ve kendilerini karanlığa sürükleyen büyük bir bayağılığa dönüşüyor.

Bu durumun çözümünde belirsizliğe yer olmayan aşamaya geldiğimizde, ölümcül gerçeği kavramak için sadece kısa bir an yetecektir. O kısa anda, bugün yapılan “bi’ şey olmaz abi” vurdum duymazlığının pişmanlığı, tüm bu süreçler boyunca ‘geliyorum’ diyen bu büyük kaosa gösterilen güleç yüzlü liberalizmle örtüşecektir.

Bu yüzden, tüm bu ‘yetmez ama evetçi’ aklı besleyen hümanist liberalizmden uzak bir pozisyona ihtiyaç var.

Mesele gırgır şamatayla geçiştirilemeyecek kadar hayati. Bu meselede, tutarlı korelasyonlar kurmak zorundayız ve yine bu noktaya gelmeden, kesin bir felakete papuç bırakmamaya niyetli insanlara dönüşmeliyiz. Hayat, yaşananları tiye almak için hiçbir gerekçe sunmuyor zira bize.

Bu yüzden soruyorum; Tehlikenin farkında mısınız? Bence değilsiniz!