Tek hükümdar House of Cards

FATİH ŞALO caykahve@gmail.com

Netflix’in televizyon izleyicileri için yaptığı en büyük iyilik olan House of Cards dördüncü sezonla beraber unutulmaz bir eser olmayı alnının teriyle hak etti.


BBC’nin aynı isimli eserinden uyarlanarak hazırlanan House of Cards’ın tüm bölümleri birden verildiğinde herkesin merak ettiği yanıtını merak ettiği soruydu “Kevin Spacey bir dizide ne yapar?”. Aradan geçen üç yılın sonunda tüm dünya Kevin Spacey’nin bir dizide neler yapabileceğinin açık cevabını aldı. Kevin Spacey, Frank Underwood gibi güçlü bir karakteri canlandırırken oyunculuğunun sınırsız gücünü bolca gösterdi. House of Cards’ın üçüncü sezonu diğer sezonlara kıyasla hayli zayıf kalmıştı. Neler yapılabileceğinin önceden kestirilebilir olması dizinin zihin jimnastiği yaptıran güçlü etkisini bir anda kesip atmıştı. Ancak dördüncü sezon hiç de selefine benzemiyor. House of Cards dördüncü sezonda zayıf kalan olay örgüsüne doping vermiş gibi. Bu da diziyi izleyenlerde güçlü bir “farkındalık” hissi yaratıyor.
House of Cards bu farkındalık hissi ile izleyicileri kendisine bağlamayı başarabilmiş bir dizi. İzleyiciye Makyavelist bir karakterin adım adım zirveye çıkışını son derece akıcı ve heyecan uyandırarak aktarmakta gösterdiği maharet House of Cards’ı özel kılıyor. Olay örgüsü izleyicide problem çözebilme kabiliyeti gelişiyormuş hissi uyandırıyor. İş görüşmelerinde adayların karşısına çıkan “Kriz anlarında nasıl tavır alırsınız?” sorusuna House of Cards her bölüm en güçlü ve akılcı biçimde cevap veriyor.
Dizinin bu noktada gösterdiği maharet dördüncü sezonda bambaşka bir boyut alıyor. Artık en yukarıdaki isim olan Frank Underwood’un seçilmeden başkanlığa yürüdüğü sezonların ardından seçim kampanyası ilk ciddi sınavı olacak gibi duruyordu. Dördüncü sezonda bu sınav süreci son derece başarılı bir şekilde işleniyor.
Olay örgüsünün kuvvetli olması ile beraber House of Cards’ın diğer güçlü olduğu kulvar dramatik çatışmayı etkileyici bir şekilde kurmak. Artık klasikler arasında gösterilen pek çok eserin sahip olduğu kuvvetli dramatik çatışma House of Cards’ta da var. Üstelik sezondan sezona değişen bu çatışmaların beraberinde Frank Underwood’un karşısında dizinin ilk bölümünden beri mücadele ettiği bir büyük mücadele daha var. Ruh ikizi, biricik yoldaşı Claire Underwood. Frank ve Claire arasında alttan alta ilerleyen bilek güreşi dördüncü sezonla birlikte artık açık bir savaşa dönüşüyor yorumunu yapmak aşırıya gitmek olmaz. İttifak yaptıklarında dahi birbirlerine diş geçirmeye çalışan çiftin ilişkisinin aldığı biçim alışılagelmiş televizyon yapımlarının çok daha ötesinde. Normalde kadın ve erkek arasındaki karşıtlık ve gerilim kendisini hep romantizm ve cinsellik üzerinden gösterirken House of Cards’ta kadın ve erkek arasındaki mücadele iktidar kavramı üzerinden kurgulanmış.
Dünyanın en zirvesine çıkmak ve bu noktada kalıcı olmak üzerine belirlenmiş bir hedefi izleyicilerine esas derdi olarak sunan House of Cards pek çok açıdan özgür bir yapım. Dizinin tonunun diğer televizyon işlerinden bu kadar ayrılmasının birinci nedeni politik gerilim türünde çok fazla yapımla karşılaşmıyor olmamız. Politik gerilim türündeki yapımlara ise House of Cards güçlü oyuncu kadrosu ve her anlamda mükemmeliyetçiliğe prim veren felsefesiyle fark atıyor. Mükemmeliyetçilik konusunda House of Cards’ın dikkat çekici bir özelliği var; dizideki karakterler de hep en kusursuz olan olmak için mücadele veriyorlar. İzleyici açısından böylesi karakterlerle karşılaşıyor olmak ilginç bir şekilde özgüven de pompalıyor. House of Cards’ı izlerken girilen ruh halinde bu özgüvenin payı çok büyük.
Netflix House of Cards’ı beşinci sezon biletini daha şimdiden kesti. Dizi 2017’de de siyasete, dünyaya ve en önemlisi iktidara dair özgün yorumlar getirmeye devam edecek. Bazı efsanelere yaşarken tanık olma şansı varken House of Cards’ı kesinlikle kaçırmamalı.