İş uyuşmazlıklarında zorunlu arabuluculuk uygulaması ikinci yılını doldurmak üzere. Hükümet ve patron örgütleri, "kazan-kazan" yöntemi olarak niteledikleri uygulamayı yere göğe sığdıramıyor. Av. Murat Özveri'nin anlattıkları ise işçilerin kazanmadığını, aksine ciddi hak kayıplarına uğradığını ortaya koyuyor

Tek kazanan patron

Sevgim DENİZALTI

Emek örgütlerinin ve hukukçuların tüm itirazlarına karşın sermaye gruplarının baskısıyla yürürlüğe konan ‘iş uyuşmazlıklarında zorunlu arabuluculuk’ uygulaması, ikinci yılını doldurmak üzere. Hükümet ve patronlar, uygulamayı öve öve bitiremiyor. İş hukukçularının anlattıkları ise uygulama nedeniyle işçilerin iki yıldır ciddi hak kayıpları yaşadıklarını ortaya koyuyor. İş hukukçusu ve avukat Dr. Murat Özveri'ye göre zorunlu arabuluculuk, "işverenlerin işçilere çalışırken ödemeleri gerektiği halde ödemedikleri ücretleri işçilerin tam olarak alamamalarını sağlamaya yönelik bir ibra mekanizması olarak" işliyor.

PATRONLAR İSTEDİ, HÜKÜMET YAPTI

Resmi Gazete’de 25 Ekim 2017’de yayımlanan İş Mahkemeleri Kanunu ile işçi-işveren uyuşmazlıklarında dava açmadan önce arabulucuya başvurmak zorunlu hale getirildi. Tamamen Türkiye’ye özgü bir model olarak uluslararası hukukta dayanağı bulunmayan, üstelik uluslararası sözleşmelere ve Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırı olan düzenleme, sendikaların ve hukukçuların tüm itirazlarına karşın 1 Ocak 2018’de yürürlüğe girdi.

Uygulama, patronlarda büyük sevinç yarattı. Zaten düzenlemenin çıkarılmasını sağlayan patronlardı. Ülkenin en büyük sermaye örgütü olan Türkiye Odalar Borsalar Birliği (TOBB) Genel Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, 15 Mayıs 2018’de yaptığı açıklamada bunu açıkça itiraf etmiş, şöyle demişti: “Özellikle iş mahkemelerindeki davalarda işveren yüzde 99 haksız çıkıyordu. Bunu değiştirmek üzere, zorunlu arabuluculuk sisteminin uygulamaya alınmasını sağladık.”

“KAZAN-KAZAN” YÖNTEMİ Mİ?

Zorunlu arabuluculuk uygulaması ikinci yılını doldurmak üzere. Bu iki yıllık sürede 24 Ekim itibariyle 682 bin 139 iş uyuşmazlığı dosyasında arabulucu görevlendirmesi yapıldı. Bu dosyaların 423 bin 612’sinde, yani yüzde 65’inde “anlaşma” sağlandı ve dava açılmadı.

Hükümet ve sermaye örgütleri, sık sık açıklama yaparak bu verilere işaret ediyor ve “kazan-kazan” yöntemi olarak niteledikleri uygulamayı övüyor. Ancak bu açıklamalarda, tarafların nasıl ve ne koşullarda “anlaştığına”, işçilerin alacaklarının ne kadarını alabildiğine, dolayısıyla nasıl “kazandığına” ilişkin herhangi bir veri yer almıyor.

BirGün’e konuşan iş hukukçusu Av. Murat Özveri de bu noktaya dikkat çekiyor: “Arabuluculukla ilgili sürekli veri açıklayan Bakanlık, nedense miktar açıklamıyor. İşçi anlaştı da nasıl anlaştı, ne kadar kıdem-ihbar tazminatı aldı, ne kadar alması gerekirken bu miktarı aldı…”

104 BİN LİRA ALACAKTI, 20 BİN LİRAYA ANLAŞTI

Özveri’nin anlattıklarına göre, zorunlu arabuluculuk uygulamasıyla işçiler hak ettiklerinin çok altında tutarlara imza atmak durumunda kaldı, kalıyor: “Size Kocaeli’nden birkaç örnek vereyim: Fabrikada bir operatör işçinin fazla çalışma, hafta tatili, genel tatil alacağını hesapladım, 104 bin lira. Bu işçi 20 bin liraya imza attı. Bir başka örnek: Kamyon şoförü işçiye çift bordro uygulanmış; yani gerçek ücreti üzerinden değil, asgari ücret üzerinden sigortaya bildirimi yapılmış. Asgari ücret üzerinden alacağını hesapladığımda bile tutar 20 bin lira civarındaydı. Bu işçi 8 bin liraya imza attı.”

İşçiler hak ettiklerinin çok altında tutarlara razı oluyor; çünkü aksi halde davaların uzun süreceği, davanın sonucunda bu tutarı bile alamayabileceği yönünde baskılara maruz kalıyor. Örneğin patron, “Kıdem-ihbar tazminatı ödeyeyim, işe iade davasından vazgeç” diyor ve arabuluculuk üzerinden bunu tutanak altına aldırıyor. Hâlbuki işçiyi işten çıkaran patron zaten kıdem-ihbar tazminatını ödemek durumunda.

Bu duruma dikkat çeken Av. Özveri, şunları söylüyor: “İşveren zaten kıdem-ihbar tazminatı ödeyerek yapması gereken fesihte, 20 gün geciktirme karşılığında işe iade ve işe iadenin hukuki sonuçlarından böylece kurtulmuş oluyor. İhbar-kıdem tazminatına razı edip iş güvencesi hükümlerini boşa çıkarma olanağını elde ediyor.”

'DAVANIZ 520 GÜNDE SONUÇLANIR'

Özveri’nin verdiği bilgilere göre, işçinin üzerinde baskı kurmanın bir diğer yolu da dava açıldığında gönderilen tensip zaptı. Davanın hangi mahkemede ne zaman görüleceğine ilişkin bilgileri içeren bu tutanakta yeni başlayan bir uygulamayla artık “Davanız ortalama 520 günde sonuçlanır” gibi ifadelere de yer veriliyor. Böylece işçi, arabuluculuk sürecinde anlaşmaya zorlanıyor.

HUKUKSUZLUKLAR MEŞRULAŞTIRILDI

Özveri, patronların dava kaybettiklerinde bile en az yüzde 40 kazançlı olduğunu da vurguluyor: “İşverenin, dava konusu edilmiş hakları çalışırken işçiye ödeseydi yapacağı ödeme miktarı ile davayı kaybettikten sonra ödemek zorunda kaldığı miktarı karşılaştırdığımızda, en az yüzde 40 kazançlı olduğunu görüyoruz. Fazla çalışma, hafta tatili, genel tatillere ilişkin tüm alacaklar, dava tarihinden geriye doğru 5 yıllık zamanaşımına tabi, bir kısmı buradan gidiyor. Beş yıllık kısmı beş yıl önceki ücret üzerinden hesaplamak zorundasınız, bir kuruş bile faiz işlemiyor, beş yıl öncesinin ücretiyle bugünü karşılaştırırsanız yüzde 30’u oradan gidiyor. Hakkaniyet indirimi adı altında da bir kısmı gidiyor. Böylece işveren işçiye çalışırken hakkını ödemektense dava yoluyla ödeyince ortalama yüzde 40 kâra geçiyor.”

Üstelik çoğu patron, işçinin sigorta bildirimini gerçek ücreti üzerinden değil, asgari ücret üzerinden yapıyor. Bu durum işçinin feshe bağlı tüm haklarının asgari ücrete göre belirlenmesine ve yaşlılık aylığının düşük olmasına yol açıyor. Tüm bu hukuksuzlukların zorunlu arabuluculuk uygulaması öncesinde de var olduğuna dikkat çeken Özveri, “Arabuluculuk ile birlikte bunların tamamına hukuki güvence getirildi ve hepsi meşrulaştırıldı” diyor.

ARABULUCULUĞA GELENE KADAR…

Zorunlu arabuluculuk uzun süren davalar gerekçe gösterilerek getirildi; ancak Özveri’ye göre bu süreyi kısaltacak çok daha basit ve uygun çözümler var: “Örneğin işçinin hakkının ödenmemesi durumunda çalışmama hakkını kullanabilmesi sağlansın. İşçi çalışmama hakkını kullanırken patrona ücret ödeme zorunluluğu getirilsin. İşçi hakkını ararken iş sözleşmesi sona erdirilirse işe iadeye kadar boşta geçen tüm sürenin ücretinin ödemesine dair, 158 sayılı ILO sözleşmesi kapsamında iş güvencesi sağlansın. İşe iade sonrası işe başlayıp başlamama konusunda işçiye de inisiyatif verilsin. Çift bordro konusunda sendikalara denetim yetkisi verilsin. Almanya’da, Fransa’da, her yerde olan işçi konseyleri, işçi temsilcileri gibi güvenceye sahip yatay örgütlenmeler yaratın işyerinde. Onların tanıklığı üzerinden iş sözleşmeleri imzalansın.”

AMAÇ PATRONU BORÇTAN KURTARMAK

Özveri’ye göre, iş hukukunun doğasına da uygun bu önlemlerle yargılamaya konu olacak uyuşmazlık daha doğacağı aşamada ortadan kaldırılabilir; ama asıl amaç bu değil. Özveri’nin şu sözleri, asıl amacın ne olduğunu da ortaya koyuyor: “Zorunlu arabuluculuk, işverenlerin işçilere çalışırken ödemeleri gerektiği halde ödemedikleri ücretleri, işçilerin tam olarak alamamalarını sağlamaya yönelik işverenin ibra mekanizması olarak işliyor. Bu uygulama işvereni, karşılığını ödemediği bir borçtan kurtarmanın hukuki güvencesi haline dönüşmüş durumda.”