Bir yılın 52 haftadan oluştuğunu hatırlayan ve bu köşede tam altı aydır yazılan mektuplara göz atan değerli arkadaşlar, Hasan...


Bir yılın 52 haftadan oluştuğunu hatırlayan ve bu köşede tam altı aydır yazılan mektuplara göz atan değerli arkadaşlar,
Hasan Hüseyin’in, ‘Haziran’da Ölmek Zor’ dizeleri 3 Haziran 1963’te giden Nâzım’aydı. Nâzım’ı, aşkları, mahpusları, hasreti bir çırpıda aklımıza getiriyordu bu satırlar. Haziranda öldü Nâzım.
Baharın en güzel ayı  mayıs ise Artos’tan süzülen serinliği, Gevaş’ın gelinciklerini, Yüksekova’nın çocuklarını hatırlatıyor bana. Bir yandan da gencecik yaşlarında asılan devrimcileri, Yusuf’u, Hüseyin’i, Deniz’i aklıma getiriyor. Mayıs bir yanıyla da gencecik yaşlarında gidenlerin ayı.
•••
Datça’dan yazıyorum bu mektubu. Dört günlük keyifli bir yolculuk sonrasında aheste bir şekilde buraya vardık. İlk gün Ayvalık’ta, ikinci gün Bergama’ya uğrayıp Selçuk’ta, üçüncü gün Efes, Meryemana Evi, Şirince’yi gezip İnbükü’nde kamp attıktan sonra Ege ve Akdeniz’i narince ayıran Datça’nın ıssız koylarındayız. Burada temmuzun ve yılın en sıcak günleri yaşanıyor, Şehr-i İstanbul’da ise tabiri caizse sular seller gidiyormuş.
Burada yalnızlaşıyor biraz da insan. Bunun nedeni de insanın yaşadığı kentten uzaklaşması ya da binlerce yıldızı ilk kez görüyor olmasından olsa gerek. Vakit bolca olunca çantama birkaç kitap attım gelirken, geniş zamanlarda okurum diye. Dün başlayabildim ancak kitaplara. İlk satırları okuduğumda da bu mektubu yazmaya karar verdim; Temmuzun gidenlerine…
•••
Behçet Aysan’ı 2 Temmuz’da Sivas’ta yakan gerici aşağılıkların hepsi birden otursa şu satırları yazabilir miydi?
“yalnızlık senin o konuşkan kuşun
kırk kapıdan geçmiş  kırk kilitten.”
Ya da ne bileyim, bir Asaf Koçak çizgisini, bırakın çizmeyi, bunlar düz bir çizgi çizebilirler mi? Asım Bezirci’nin araştırmalarını bir kez olsun okumuşlar mıdır ki bugüne dek? Ve tek tek yüreklerimize işlenen bu yaraya neden olan 33 aydınlık insanın katilleri, Metin Altıok’un komada kaldığı günler boyunca nasıl uyku uyumuşlardır acaba?
Aziz Nesin’i Sivas’ta öldüremediler. Ama Nesin ömrü boyunca kitaplarıyla bize sunduğu mizahını, Sivas katliamından iki yıl sonra ve yine bir temmuz gününde hayata ve ‘Sivas’ın yakanları’na “nanik” yaparak yaşama veda etmişti.
Tıpkı beni buralara kadar getiren Vosvosum gibi Bedrettin Cömert’in de masmavi bir Vosvosu vardı. Sevimli, barış dolu, içinde kaybolmayan bir çocuk sevinci taşıyan bir Vosvos… Sadece bu Vosvos sevecenliği bile katillerini durdurmaya yeterdi. Ama gözü dönmüş faşistler durmadı. Eşiyle birlikte evinden çıktıktan kısa bir süre sonra öldürüldü Vosvosunun içinde, ülkemizin en aydınlık bilim insanlarından Bedrettin Cömert. Tıpkı yine evinin önünde faşistlerce katledilen Kemal Türkler gibi… Ve polisin öldürdüğü, 68 gençliğinin simge adı Vedat Demircioğlu gibi… Bir temmuz gününde, kalleşçe, alçakça… Türkiye solunun en önemli adlarından ‘güleryüzlü sosyalist’ Mehmet Ali Aybar da yine bir temmuz günü uğurladıklarımızdandı…
Müzisyenler de var bu dünyadan göçmek için temmuzu seçen. Syd Barrett, Jim Morrison ve ufak bir çocukken çekilmiş belki de gördüğüm en güzel fotograflardan birine sahip, ‘Yaşasın Barış’ yazılı tişörtün sahibi Barış Akarsu…
Bilge Karasu da temmuz da “elveda” diyenlerden. ‘Ne Kitapsız Ne Kedisiz’i okuduğumda henüz bir kedim yoktu. O kitap sonrasında bir kedinin hayatımda olmasını istedim ve bugün kedili bir hayat sürüyorum Karasu sayesinde.
Şu anda bulunduğum yerde, Datça’da doğan Ece Ayhan da, Sivas’ta katledilen Metin Altıok gibi ‘İkinci Yeni’nin en önemli şairlerinden biriydi ve o da temmuzu ‘göç’ ayı olarak seçenlerdendi.
‘Dzigo Vertov’ adını, ne yalan söyleyeyim Tayfa Bandista’nın şarkısında duydum ilk kez. Sonra bir baktım ki Ulus Baker, Vertov üzerine sinema eleştirileri yapmış. Bunu atladığım için kızdım kendime haliyle. Baker’e nasıl geldik? temmuz da hayata vedasından elbette…
Evet arkadaşlar, gökten bu mektup düşmüş, temmuzda yananları, yitenleri, gidenleri bilenlere, ananlara, okuyanların kafasına. Hiç olmadı aynı göğe bakarak iki satır şiiri karanlığa okuyan şiirbazlara…