Şeyhmus'u merak ettim. Kapkaççı arkadaşı Ahmet yakalanıp cezaevine girdiğinde, ona avukat tutabilmek için hırsızlık yapıp cezaevine 'düşen' Şeyhmus'u... Ahmet'in söylediği yerde buldum onu. Diyarbakır'ın hemen dışında... Ahmet'in bıraktığı yerde.

Şeyhmus'u merak ettim. Kapkaççı arkadaşı Ahmet yakalanıp cezaevine girdiğinde, ona avukat tutabilmek için hırsızlık yapıp cezaevine 'düşen' Şeyhmus'u... Ahmet'in söylediği yerde buldum onu. Diyarbakır'ın hemen dışında... Ahmet'in bıraktığı yerde.

Şeyhmus'u merak ettim. Ahmet "Benim için gözünü kırpmadan ölüme gider" dediği için. "Ben de onun uğruna ölürüm" dediği için... Hayatta tutunacak tek bir dalları olmayan iki güzel çocuğun, böylesi bir dostluk çerçevesini hangi ağaçtan, nasıl yontabildiğini öğrenebilmek için. Onları kıskandığım için.

Merak ettim, ilkokul üçten ayrılan Şeyhmus ve orta ikiden ayrılan Ahmet Ece Ayhan'ı tanısalardı severler miydi?

Ve acaba sevgili Ece Ayhan... Bu çocuklarla nerede karşılaşmıştı? 

 

ORTA İKİDEN AYRILAN ÇOCUKLAR İÇİN ŞİİR

Sivil ölümden konuşuyoruz dağılan neftilikler

arkadaşlar Makedonyalı kalın usta marangozlar.

Kapaklanır bir adam daha kaçıncı, aktığımızı görünce

ters çevrilmiş kente karşı işte onun denizlerine

delikanlı kostaklarımızı çıkarmış ve ırmaktır.

Erkek ölümden konuşuyoruz yeni ormanlardan

dahi "dikeni seven gülüne katlanır bir kadın"dan.

Haramiler ki kırkın üstünde artık sayıları

bir küçük tabut tabakada gezdirirler ölüleri fakfon

burunları çekmek üzre, ince çağrışımlıdır.

Ey orta ikiden ölerek ayrılan çocuklar! aslında başlayan

askerler tabiatta hâlâ tramvaydan Sirkeci'de mi inerler?

süsüne kaçılmamış bir cenaze törenine gitmek için.

 

Şeyhmus, bir arkadaşınla, Ahmet'le tanıştım İstanbul'da. Kapkaççılık yaparken yakalanmış Ahmet. Sen de ona avukat tutup kurtarabilmek için Diyarbakır'dan İstanbul'a gidip hırsızlık yapmış ve yakalanmışsın. Birlikte cezaevinde yatmışsınız. Öyle mi?

Aynen. Ahmet girdi, ertesi gün ben girdim. İki ay hapis yattık. Sonra ilk o çıktı, hemen ertesi gün ben çıktım. Onun mahkemesi sürüyor, ben beraat ettim, döndüm Diyarbakır'a.

 

Arkadaş için her şey yapılır ama hırsızlık yapmak biraz tuhaf değil mi?

Hayatta hiç kimse için yapmam, bir daha da tövbe. Ama Ahmet canımı istese onu da veririm.

 

Ahmet mi istedi kendisi için para bulmanı?

Hayır, hayır… Ben Ahmet'e hep dedim "Yapma, böyle bir suça girme." Girdi, kapkaç yaptı yakalandı. Bana anlatınca dedim ki "Ahmet, seni yalnız bırakmam. Ya yanına gelirim, ya seni de çıkarırım." Param yok ama Ahmet'e bakmam lazım, avukat tutup onu kurtarmam lazım. Gittim peşinden İstanbul'a, Param yok, ne yapacağım… "Allahım" diyorum, "ben hırsızlık yapamam…" Yapmak istemiyorum. Vazgeçiyorum. Sonra aklıma Ahmet geliyor, deli oluyorum. Arkadaşımı öyle çaresiz bırakamam. Sonunda gözüm karardı, yaptım. Cep telefonuyla para çaldım. Yakalandım. Önce Kadıköy'e nezarete, 6-7 saat orada kaldım, iskelede karakol var ya, ardından Ümraniye'ye… Karantinada Ahmet'i gördüm. 4 gün yan yana kaldık karantinada.

 

Ahmet ne yaptı seni görünce?

İlk anda çok sevindi. Ama bir yandan da çok üzüldü. Anladım yüzünden.

 

Sen?

Ben hem ona kavuştuğuma seviniyordum, hem de boşu boşuna cezaevine girdiğim için üzülüyordum. Karantinadan sonra koğuşlara ayrıldık, görüşemedik. Sadece mektuplaştık. Aynı yerde olup onu görememek çok koyuyordu bana. Koğuş mesulüne yalvardım "Beni Ahmet'in yanına gönder" diye. Çok iyi bir ağabeydi, "Ahmet'in yattığı koğuş en kötüsü, rahat edemezsin" dedi. Hep cinayetten filan yatanlar varmış. Dedim varsın, olsun. Onun üstüne bana yol gösterdi. Git, dedi, gardiyana söyle, "Ben arkadaşımı görmezsem bunalıma giriyorum" de. Tamam dedim, söyledim. Gardiyan da dedi ki, "Seni hemen oraya gönderemem, önce hücreye girersin, sonra yollamaya çalışırım" Kabul ettim.

 

Ahmet için hücreye de mi girdin?

Girerim, benim için hücre filan fark etmez, yeter ki onun yanına varayım. Ama iki gün geçmeden Ahmet tahliye oldu, hemen ertesi gün de beni bıraktılar. Öğleden sonra saat dörtte…

 

Ve koşa koşa gittin Ahmet'i buldun.

İstanbul kocaman yer, kolay mı bulmak? O benim duruşmayı öğrenmiş, mahkemeye gelmiş, ama bulamamış beni. Ben çıktım, sokak sokak Ahmet'i arıyorum… İstanbul'dan nefret ettim, ben dolaştıkça şehir büyüyor sanki… Bir geçtiğim yerden bir daha geçiyorum, bir daha, bir daha… her yer birbirine benziyor musibet yerde. Gece indi iyice, Kadıköy'de, iskeledeyim. Bir anda çıkıverdi karşıma. Küt diye. Atladım boynuna. Sımsıkı sarıldık birbirimize.

 

Ne yaptınız, nerelere gittiniz, neler konuştunuz?

Sırf gezdik sokaklarda… İnanır mısın 100 milyona yakın para vardı cebimizde ama ne yedik, ne içtik, ne de bir yerde oturduk… Sırf yürüdük. Gün ağarana kadar. Sabaha karşı Moda'ya gittik, denizin yanına. Kayıklar vardı. Orada oturduk. Sonunda şafak söktü. Fikirtepe'de bir arkadaşı varmış Ahmet'in, onun evine gittik, uyuduk. İsterdim ki, hiç ayrılmayalım. O gece gibi sürsün gitsin hayat. O gece karar verdik, ilerde çocuklarımız olursa, onları evlendirelim diye.

 

Neden ayrıldınız? Annen dönmeni istediği için mi?

İnan ki ondan. Ahmet aradı anamı, dedi ki, Şeyhmus İstanbul'da benimle kalacak. Kahroldu anam. Kıramadım onu. Çolak kendisi. Babamı tanımadım, öldüğünde çok küçükmüşüm. Anam büyüttü beni, çalışamaz, işe gidemez... Çok yoksulduk. Ama öyle bir düşerdi ki üstüme, ben kendimi kral sanırdım. Tek odalı bir evimiz vardı, kerpiçten, hala da aynı evdeyiz. Zaten Ahmet de dedi ki 'Şeyhmus, dönüyorsun ananın yanına...' Beni bir camiye bıraktı, gitti bir yerden para çaldı geldi. Bana otobüs bileti aldı, iki takım elbise… Pazardan değil ha, basbayağı mağazadan. Bir de cep telefonu.

 

Elindeki mi?

Evet. Her gün arar beni, sesimi duyar. Bir gün aramasa merak ederim, ne oldu? Başına bir şey mi geldi?

 

Sizi birbirine böyle sımsıkı bağlayan nedir Şeyhmus? Hiç düşündün mü? Neden bu kadar çok seviyorsun Ahmet'i?

Bilmiyorum abla. Ama sorsan bana, onun için ölüme gider misin diye, gözümü bile kırpmam, giderim.

 

O da senin için ölümü göze alır mı?

Kesinlikle. Bir saniye düşünmez… Anlaşamıyoruz zaten, ona sorsan o beni daha çok seviyor, bana sorsan beni onu daha çok seviyorum.

 

Hangisi doğru?

İkisi de doğru. Onun kafasındaki sebeplere göre o haklı, benim kafamdaki sebeplere göre ben haklıyım.

 

Bilmiyorum diyorsun ama, madem kafanda sebepler var, biliyorsun demek ki Ahmet'i neden sevdiğini. Düşün ve sadece bir sebep söyle bana: Ahmet'i, uğruna hırsızlık yapacak kadar, uğrunda ölümü göze alacak kadar sevmen için tek bir sebep…

Güvercinler.

 

Ne güvercinleri?

Çok eski hikaye. Dedin ya bir tek sebep söyle, aklıma güvercinler geldi. Biz çok yoksulduk abla, çok yoksul. Üst yok, baş yok, yemek yok. Daha kötüsü bir tek arkadaşım yok. Kimse oynamıyor benle. Hor görüyorlar. Çok istiyordum ama bir tek arkadaş bulamıyordum. Ahmet'i seyrederdim uzaktan. Benle aynı yaştaydı o da. Ama o herkesin sevdiği bir çocuktu. Onlar da yoksuldu, ama on kardeştiler, kızlı erkekli. Çok iyi kalpliydi Ahmet. Hala da öyledir, kimseye ihaneti olmaz, her şeyini garibanlara verir.

 

Güvercinler demiştin…

Evet, güvercinler. Ahmet güvercin beslerdi. Ben nefret ederdim güvercinlerden ama onları seyrederdim. Bir gün gene böyle kapıda oturmuşum, seyrediyorum, usul usul yanıma geldi ve bana iki tane güvercin verdi. "Al kardeşim" dedi, "senin olsun bu güvercinler. Besle onları, eğit." Aldım ve alış o alış. Güvercin hastalığına tutuldum ben de. Çok pis iştir güvercin beslemek, insanı esir alır. Küçükten alıyorsun, arpa, çavdar besliyorsun, eğitiyorsun. Takla akıyor, bir sürü şey öğreniyor. İki güvercinle başladım ama sonunda 80'e kadar çıktı sayıları.

 

İsim takıyor muydun güvercinlerine?

Tabii. Sayayım mı?

 

Say hadi...

Miski, Mavi, Habeş, Urfa Sarısı, Gugella, Atlas, Şemhi, Arap, Karaoğlan, Kırktelli…

 

Dur, yavaş, nefes al biraz… Ahmet'le aranız nasıldı bu arada?

Çok iyiydi. Yakınlaştırdı bizi güvercinler… Sabahtan akşama Ahmet bir damda, ben bir damda… Acaip bir hastalıktır bu güvercin işi, insanı her şeye sürükler. Bir arkadaşımız vardı, güvercin almaya giderken savcılık binasının damından düştü, öldü.

 

Güvercinleri neden bu kadar çok sevdin Şeyhmus?

Çünkü güvercin senindir abla. Ne kadar salarsan sal, sana geri döner.

 

Kaçan olmaz mı?

Hayır. Alışıyor sana. İnsan nasıl evini bırakıp gidemez bir yere, öyle oluyor. Uçsa, dünyanın öbür ucuna gitse bile, dönüp seni buluyor.

 

Ne dersin, Ahmet de dönüp bulacak mı seni?

O beni bulamazsa, ben onu bulurum.

 

Şeyhmus, Ahmet melek gibi, sevgi dolu bir genç, ben de farkındayım. Ama sonuçta bir kapkaççı. Hırsız. Doğru buluyor musun Ahmet'in yaşadığı hayatı?

Hayır, hiçbir zaman. Bu yollara iyi gözle bakmıyorum. Yapılmayacak şeyler bunlar. Her zaman da uyarıyorum. Zaten artık girmiyor bu işlere, lokantada komilik yapıyor. Ama hırsızlığı da hep mecburiyetten yaptı. Beş aldıysa dördünü garibanlara verdi.

 

Kapkaç dünyasının Robin Hood'u…

Ne hudu?

 

Gülistan'ı anlatsana biraz… Oğlunun adını Ahmet koyan Gülistan'ı…

Gülistan Ahmet'in sevdiği kızdı. Anlaştılar bunlar. Sonra Ahmet Iğdır'a çalışmaya gitti, başlık parası biriktirmek için. Babası tuttu, kızı yaşlı bir adama kuma verdi. Kızı para için resmen sattılar yani. Ahmet dönüp de duyunca olan biteni, dedi, "Şeyhmus ben bu parayı bulurum bir yerden". O yüzden gitti İstanbul'a. Ben de 'tamam' dedim, 'haklısın'… İnsanın sevdiği kızı parasızlık yüzünden kaybetmesi çok acı bir şey. Dayanamıyor insan yani.

 

Gülistan da seviyor muydu Ahmet'i?

Çok seviyordu ama burada kızların sözü geçmez, verdi babası kızı. Sattı yani…

 

Sen ne yapmayı düşünüyorsun?

Ben İstanbul'a gitmeyi düşünüyorum sonunda. Ben de iş bulurum, bir ev tutarız Ahmet'le. Yaşarız öyle.

 

Gülistan da gelir mi yanınıza?

Gitti Gülistan... Bir tek damgası kaldı içimizde. Artık kaçıp gelemez. Çok zor. Burası İstanbul gibi değil abla. Eğitim yok bir şey yok…

 

Ahmet'le sen neden okumadınız?

Ahmet benden iyi okudu, orta ikiden aldılar onu. Paraları yoktu, ayakkabı boyayarak okuyorduk ikimiz de. Ama o çok iyi okuyordu, öğretmenleri çok üzüldü o okulu bırakınca.

 

Sen?

Ben onun kadar iyi değildim. Ben ilkokul 3'ten ayrıldım. Ama iftira yüzünden ayrıldım ben, yoksa diploma alırdım.

 

Kim iftira attı?

Okul müdürü. Bizim burada her suç garibana yüklenir. Okulda laboratuardan deney gramları çalınmış. Ben o gün hastaydım, okula gitmemiştim. Ertesi gün gidince, müdür beni çekti odasına dedi "Şeyhmus, çıkar gramları, gördüm, sen çaldın." Gördüm diyor adam, herkes de ona inanıyor. Koca müdür yalan söyler mi? Halbuki ben okulda bile yoktum. Dövdü beni, ben de küçüğüm, tekme attım bacağına, kaçıp kurtuldum elinden. Saklandım okul dağılana kadar, anam duymasın diye. Sonra bir gittim eve, kapıda polis. Götürdüler beni karakola. Orada müdür hala "Bu çaldı, gözlerimle gördüm" diyor. Polise dedim, "Amca ben gramı ne yapayım" İnanmadılar. Orda da bir araba sopa yedim. Küstüm, bir daha da gitmedim okula. Sonra başka sınıfın öğretmeni evimize geldi, dedi "Şeyhmus, duyunca çok üzüldüm, gramlar bizim sınıftaydı, yerine bırakmayı unutmuşuz. Dön gel okula." Dönmedim. Onlar beni affetti, ama ben onları affetmedim.

 

Kısa da olsa yaşadın İstanbul'da. İstanbul deyince ne geliyor aklına?

İstanbul Diyarbakırlıların cehennemi. İstanbul'a giden adam olmuyor, acı çekiyor. Ama bana İstanbul deyince ben bir kızı hatırlıyorum. Meryem'i…

 

Kim bu Meryem?

İstanbul'da bir kızla tanıştım, Ahmet de var yanımda. Yarın buluşalım dedim, kız kabul etti. Yanımızda para da var. Ahmet gelmez bu kız nasıl olsa, gel parayı yiyelim dedi. Yedik. Ertesi gün kız çıktı geldi. Yanımda 5 milyon var. İskelenin orda çay içtik, 3 milyon hesap geldi. Benim aklım hep parada, diyorum 2 milyon kaldı. O sırada çingeneler geldi, tutturdular "gül, gül, gül". Kıza sordum "İstiyorsun?" Dedi, "İstiyorum" Bir milyon daha gitti, kaldı bir milyon. Kız dedi "çekirdek alalım" dedim "ben sevmiyorum". Bir milyona kıza dondurma aldık. Bana dedi "sen de ye" dedim "ben sevmiyorum" Dedi "Aaa, sen de hiçbir şey sevmiyorsun" Dedim, "her şeyin bir yeri var, sabah sabah da dondurma yenmez ki…" Kıza dedim bekle, gittim Ahmet'i buldum. Dedim "Para bul, hepsini yedin akşam". On milyon borç almış getirdi. Beraber kızı yemeğe götürdük Rıhtım'da. Misafirimizdir, ona yedirdik. Pilav üstü döner aldı. Siz de yiyin diyor, Ahmet diyor "Biz boğazımıza kadar tokuz, sabah çok yemişiz bacım, çatlamak üzereyiz…"

 

Kimdi kız?

Bizim oralı değildi, lazdı. Babası kuma getirmiş, dayanamamışlar, yaşlı anasıyla kaçmış, gelmişler İstanbul'a. Ahmet dedi ki, "Şeyhmus, biz çalışıp bu kızla anasına bakalım' . Sonra biz üçümüz gezerken polisler tuttu bizi, kimlik yok kızın üstünde, aldılar karakola. Biz çare arıyorduk ki, salmışlar. Karakola gittiğimizde, dediler ki "saldık".

 

Bulamadınız mı bir daha?

Yok. Halbuki ona entari alacaktık, bot alacaktık. Kız Sultanbeyli'de oturuyorum demişti. Gittik, 3-4 gün dolandık oralarda, bakmadığımız yer, sormadığımız insan kalmadı. Bulamadık. Sonra ben döndüm, geldim Diyarbakır'a. Hala düşüyor Meryem aklıma zaman zaman. Diyorum, İnşallah o da evine dönmüştür.

 

Şeyhmus, son bir soru sormak istiyorum sana. Ahmet'le sen, ilerde çocuklarınızı evlendirmeyi düşünmüşsünüz… Hanginizin kızı olacak, hanginizin oğlu?

Oğlan benden olsun istiyorum. Ama Ahmet bana mektup atmış, diyor ki "Oğlan benden olsun, adını da Yılmaz bırakıyorum (koyuyorum). Yılmaz Güney'in Yılmaz'ı. Kız senden olsun, kızın adını da sen bırak."

 

Cevap yazdın mı?

Yazdım. Dedim, Ahmet, madem oğlan senden oluyor, o zaman... gelinin adını da sen bırak.