Engelli kadınlarla yapılan bir araştırma, cinsiyet eşitsizliğini, şiddet ve baskıyı daha da görünür hale getirdi. Araştırmaya göre engelli kadınlar okula gönderilmek istenmezken erkek şiddetine de maruz bırakılıyor.

Toplum engelliyi kabul etmiyor!
Fotoğraf: AA

Dilan Esen

Hayatın her alanında baskı ve şiddetle karşı karşıya olan kadınlar için, engelli olunca bu sorunlar daha da katlanıyor. Engelli kadınların birçoğunun eğitim alması bile zorlaştırılırken çocukluklarından başlayarak ‘acizlik’ hissi yaratılmak isteniyor. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun akademik dergisinde yer alan bir araştırmada, engelli kadınlar, çocukluklarından bu yana yaşadıklarını anlatıyor. ‘Toplumsal cinsiyet açısından ortopedik engelli kadınlara yönelik ayrımcılığın incelenmesi: Zonguldak ili örneği’ başlıklı araştırmada, kentte 15 kadınla yapılan görüşmelere yer veriliyor. Araştırmaya katılan 7 kadının doğuştan ve 8’inin ise sonradan engelli olduğu belirtilirken yaşadıkları toplum baskısından bahsediliyor.


‘SENİ DIŞLARLAR’

Araştırmaya katılan 37 yaşındaki bir kadın eğitim konusunda yaşadığı sorunları anlatıyor: “Kadınların okula gitmesi konusunda ülkemizde zaten yanlış bir algı var. Son yıllarda bu azalsa da kırsal yerlerde yine kız çocuklarının okula gitmediklerini düşünüyorum. Özellikle engelli olan kişi kadın ise bu sorun daha da büyüyor. Ben de okula gitmeye karar verdiğimde özellikle babamdan tepki ile karşılaştım. Bana ‘Zaten engellisin, seni orda dışlarlar’ gibi cümleler kurdu. Ama bir şekilde beni okula yazdırdılar.”

KENDİMİ EVE KAPATTIM

26 yaşındaki bir kadın ise şu ifadeleri kullanıyor: “Çoğu zaman intihar etmeyi düşündüm. Normal olarak görülmüyordum ve bu yüzden insanlar beni aralarına almak istemiyorlardı. Toplum, kadının evdeki işleri halletmesini istiyor. Engeli nedeniyle ev içindeki işleri halledemeyince de hemen o kadını dışlamaya başlıyor. Ben de toplumdan uzaklaşmaya başladım. Toplum, kabul etmedikçe kendimi eve kapattım.”

30 yaşındaki bir kadın ise erkek egemen topluma dikkat çekiyor: “Kadınlar hiçbir alanda söz sahibi değiller. Onları ilgilendiren kararları erkek egemen bir toplum alıyor, erkek ağırlıklı milletvekilleri tarafından onaylanıyor. Sürekli olarak erkek egemen ve ataerkil bir toplum tarafından kadınlar hakkında kararlar alınıyor ancak alınan bu kararların hemen hemen hiçbiri uygulanmıyor. Çünkü kararlar, kadınlar tarafından oluşturulmuyor ve kadınların ihtiyaçlarını karşılamıyor.”

İş bulmakta yaşadığı sorunları anlatan 30 yaşındaki bir diğer kadın ise şunları söylüyor: “Üniversiteyi bitirdiğimde ilk olarak özel sektörde şansımı denemek istedim. Başvurmadığım yer kalmadı ve sürekli olarak kendimi geliştirdim. Ama işverenler tarafından her defasında geri çevrildim. Bir iş başvurusuna gittiğimde insanların ilk olarak kolumdaki proteze bakmalarından utanır hale geldim. Zaten insanların protezime baktıkları andan sonra yüzlerinde bir olumsuzluk veya acıma duygusu oluyordu. Örneğin; bir defasında aynı işe engelli bir erkek ile başvurmuştum. İşveren tarafından ‘Sizi neden işe almalıyız?’ şeklinde bir soru soruldu. İşe ihtiyacımız olduğunu söyledik ancak işverenin cevabı şu şekilde oldu: ‘Bir erkek olarak sen evini geçindirmek zorundasın ve eşin ile çocukların senin bu işe girmeni çok istiyordur. Çünkü sana muhtaç durumdalar.’ Bu cevabın ardından işveren, engelli erkeğe işe alındığını söyledi. O zaman bir erkek ile bir kadına bakış açısının aynı olmadığını anladım.”

39 yaşındaki evli ve çocuk sahibi bir kadın ise “Ev içindeki diğer sorumluluklarım gibi çocuk yetiştirmek de sadece benim görevim. O hastalığında hastaneye ben gittim, ağladığında ben susturdum, yemeğini ben yaptım. Kendimden çok ödün verdim. Eşim ise bunlar sadece benim görevimmiş gibi davrandı, bana yardım etmedi” diyor.

ŞİDDET DE VAR

37 yaşındaki bir kadın da “Eşimden sürekli olarak duygusal ve fiziksel şiddete maruz kalmıştım. Zaten boşanmamızın nedenlerinden biri de buydu. Eşimin beni dövmesi için herhangi bir sebebe ihtiyacı yoktu. Engelli olmam onun için bir nedendi” diye anlatıyor.

Araştırmanın sonuç kısmında ise toplumsal cinsiyet rolleri kapsamında toplumun, kadınlardan ev içi rolleri gerçekleştirmesini beklediğine dikkat çekiliyor. ‘İdeal kadın’ın ‘iyi bir eş ve anne’ olarak tanımlandığına değinilen araştırmada, bunun sonucunda kadınların ev içine hapsolduğu bir yaşam biçiminin ortaya çıktığının altı çiziliyor. Araştırmada, katılımcıların sosyal yaşamdan izole edilip yalnızlaştığı da aktarılıyor.