Dışkı güzellemesi yapan ya da sola ölçüsüz değerden düşürmeleri reva gören bilimciler, ya da kendisine yöneltilmiş eleştiriyi ‘serseriler’ diye karşılayan fotoğrafçı tipi…

Toplumsal bunama ve dışkıya methiye

CEMAL DİNDAR*

Türkçeyi, bu dilin serüvenini ve çekirdeğinde taşıdığı yaratıcı özü en iyi betimleyen kavram, bana öyle geliyor ki, ‘gönül’dür. Başka bir dile nasıl çevrilir ve dahası Türkçede bu kavramın kuşattığı alanı kuşatan benzer bir kavram var mıdır, bilemiyorum.

Kendi alanım olan ruhsallık bilgisinden söyleyebilirim ki, arzulayan ve eyleyen olarak gönül, insan ruhsallığını bütün boyutlarıyla ve derinliğiyle kat eder, bu derinlik o kadar da algılanabilirdir. Özellikle de Türkçenin beşiğine doğmuş olanlar için.

Freud, Dünya ile temrinin, bir algı-bilinç sistemiyle ve ilk anne karnında, belki de titreşimleri hissederek başladığını, dolayısıyla, ilk Ben tomurcuklanmasının beden-beni, yani Anzieu’nun çalışmasının adıyla deri-ben olduğunu belirtir.

Öyleyse soralım: ‘gönül’ün, gön-‘den türemiş olması rastlantı mıdır?

Gönül, yani derisi olan, anlamı bir yana, K(g)önüz’ün dışkı, gübre anlamına gelmesine ne buyrulur?

Tendeki ayırıcı işarete ‘Ben’ deyişimiz de cabası…

Belki yalnızca Ben değil Üst-ben’in, vicdanın tomurcuklandığı yer de tendir. Öyle olmasa bir kişinin vicdanı, yani üst-beni olduğunun işareti olarak niye onun yüzünün kızarmasını alalım ki!

Her bir kurumu, bu ister organik kurumlar olsun, isterse mevcut yapının karşısına yerleşen kurumlar, her birini soyutladığımızda mevcut sahnede hemen hiç itiraz edilmeyen ne? Dışkıya düzülen methiye!

Neoliberalizmin paralı askerleri

Demek ki, vicdansızlığın ve gönül’ün karşısında k(g)önüz’ün değer kazandığı bir dönemde yaşıyoruz. Üstelik bunun belirtisi, kendisini içine hasbelkader doğmuş olduğu ‘yanlış halk’a bir könüz yığını gibi bakan bilimciden, zor günleri tezek ile işaretleyen muktedir tipolojilerine değin zuhur edip duruyor.

Burada sorun olarak yaşanan, devlet babanın dün ne diyorsa bugün tersini söylemesi, mesela ‘yurtta sulh cihanda sulh’un yerini bu şiarın öncesine yerleşen harp anılarının, yani yedi düvele karşı tezekli, çileli seferberlik söyleminin alması değil. Sorun bu anılar anlatılırken çocukların adlarının hatırlanmamasıdır. Geride kalan ise, onların, bu yeni dönemde ‘haz ilkesinin ötesine’ geçemeyecek denli etik bir sorunun içinden ses vermeleri. Oynadıkları oyunun büyüsüne kapılmış ve kendini yaşadığı toprakların aynasında göremedikçe dev aynasında görmüş tuhaf bir yapay kitleye dönüştüler zamanla… Toplumla ve ona dair bilgi ile bağ bunca zayıfladığında, iki dinamik bilginin geçerliliği için yeter oldu: birincisi; yurtdışından onay görmek, ödüller almak ve ikincisi; burada bir distribütörlük, yerli bayii açmak.

Burada bir üçüncü dinamiği de 2015 yılındaki deneyimlerimizle söyleyebiliriz: tüm bu serüvenin başına yerleştirilebilecek Tevfik Fikret türü aydın tipinin çıkışı hızla imkansız hale getiriliyor. Dışkı güzellemesi yapan ya da sola ölçüsüz değerden düşürmeleri reva gören bilimciler, ya da kendisine yöneltilmiş eleştiriyi ‘serseriler’ diye karşılayan fotoğrafçı tipi… Hepsinin çektirmek için durdukları fotoğrafın negatifi: dört yanı kan gölüne dönmüş bir ülkenin acısına onları körleştiren narsisistik kibir… Bir de şu: birçoğunun, gençliklerinde ‘sosyalist aydın’ tipinin gölgesinde kaldıklarını, şimdi icra ettikleri sinik saldırganlığın bununla ilgili olabileceğini düşünmeden edemiyor, kişi.

Fakat, hepsini topladığımızda çeşitli tabur ve tümenlerden oluşan, içinde yaşadıkları coğrafyaya ve halka sevgisiz, bir yapay kitle çıkıyor:

Neoliberalizmin paralı askerleri…

Cumhuriyet mirası: Para-dışkıya methiye

Bu sürecin katalizörleri liberaller, liberal solcular, Kürt siyaseti olsa da, paradoks görülebilir, Kemalist Cumhuriyet’in mezarını kazanlar Atatürkçüler, bir de asıl kuruluş dönemindeki sovyetik rüzgar nedeniyle cumhuriyetin yapısına sinmiş olan narodnik-halkçı damardan fena halde ürken Türk burjuvazisi oldu. Bu topraklarda ‘Türk modernizmi’ ve ‘Anadolu Aydınlanması’ vaat eden bir hareketin bir süre sonra kendi sonuçlarından ürkmeye başladığı andır Atatürkçülük. Şahikası da 12 Eylül ve uygulamalarıdır. Bugün tüm ülkede karnavalesk bir hal alan şiddet sarmalının 12 Eylül günleri cezaevlerinde, üstelik etnik ayrım gözetilerek uygulanmasıyla temrin edildiğini hatırlayalım.

Sonrası mı? Keyfiyetin alanıdır. Yeni bir işkence yöntemi bulduğunda çarşı izni alan erlerden söz edilir, o günlerin tanıklığında… Marşlar eşliğinde… O marşı duyan, o işkenceyi gören, hatta o işkenceyi yapan sizin toplumsal sisteminizde bir daha iflah olur mu? Makine değil ki, insan bu!

Kurucu ideolojisini böylesine kötü hırpalayan, onu bir baskı aygıtına dönüştüren, o aygıtla kendi halkını kelimenin tam anlamıyla bir şefin eline teslim edip babasız bırakan andan söz ediyoruz. Sürecin bitiş noktası: Kenan Evren sevicisi ve dışkı güzellemesi yapan ünlü profesör tipolojisi. Örneğin tek olmadığını hepimiz kendi üniversite yaşamımızdan pekala biliyoruz.

Bir de şunu biliyoruz: iki yaşındaki bir çocuk için tutma-bırakma temrini, yani dışkı kontrolü dünya ile kurduğu, kuracağı bağın da bir sahnesidir. Ki yaşadığımız toplumsal sistemde yetişkinlik hayatında o çocuk, dışkının yerine en çok da parayı koyacaktır. Tutacak ya da bırakacaktır. Kişinin, grupların para ile kurduğu bağ, hele de günümüz dünyasında, toplumsal ilişkilerindeki etik deneyimin özetidir.

Şunu da biliyoruz: bunamanın son evresinde giderek dil öfkeye, küfür diline çözülür ve beden de çöker. Beden atıkları, sahibi için oyun çamuru gibidir. Yakınları, kendileri onun aynasında yiterken, geleceklerinde yitmemenin kaygısına düşerler. Miras n’olacaktır?

Bu ülke en az otuz beş yıldır ‘dışkı pedagojisi’ ile yönetiliyor ve medyasında, akademik ya da siyaset kürsüsünde, edebiyatında ve artık yazık ki her türlü toplumsal alanda, yalnız para dolayımıyla değil dolaysız bir biçimde de en çok yapılan: dışkıya övgüdür.

Ziyan olan ise bir toplumun gönü, gönlü, gönüllüğü; hırsızlık-haksızlık karşısında utanç duygusu, yaratıcı neşeyle yaşama becerisi, duygu-birliği…

Bu artık bunamanın bir alameti değil, ta kendisidir.

*Psikiyatrist