En ufak kararlarda bile gözlerin Tayip Erdoğan’a çevrilmesi, en ufak bir planlamaya, akla, sahip olamayan kurum ve kadroların (AFAD, TSK, vb.) sistem yaraları sarmak yerine yaraları sarmaya çalışan toplumsal kesimlerin önünde engele ve kriz dinamiğine dönüştü.

Toplumsal dayanışmanın kurucu iradesi
Fotoğraf: BirGün

Levent Hekim

Milyonlarca yurttaşımızı ve 10 kenti etkileyen depremin yıkıntılarını kaldırmaya çalışıyoruz. Binlerce insan günlerdir yaşam mücadelesi veriyor. Afetin üzerinden bir haftaya yakın bir süreç geçmesine rağmen binlerce insan göçük altında hayatta kalmaya çalışıyor. Afetin ilk anından itibaren yurttaşlar ülkenin dört bir yanında deprem bölgesindeki ihtiyaçların giderilmesi, dağıtımı ve enkaz kaldırma çalışmaları için sefer oluyor. Deprem bölgesinin dışında yüzlerce aile evlerini depremzedelere açmış durumda. İhtiyaç durumda bölgeye yardıma koşanlar, havaalanlarını, otogarları doldururken, gidemeyen ancak bulunduğu yerde yardım tedariki için canla başla çapa harcayan yurttaşlar. Bu tarifsiz ve ortak acı etrafında toplumsal bir seferberlik halinde harekete geçti. Her sosyal vaka sonrası “Türkiye halkı bir toplum mudur?” sorusunu soran siyasal akıl, toplumsal dayanışma karşısında boşa düşmüş durumda.


Geniş kesimlerin dayanışması ve çabası bugüne kadar depremin yaralarını sarmakta önemli bir kuvvete dönüştü. Ancak teknik araç ve imkanların yokluğu, bu kadar büyük bir yıkımın üstesinden gelmeye yetmiyor. İktidarın göz göre gelen depreme dair hiçbir hazırlığın olmaması, AFAD ve TSK’nın koordinasyonsuzluğu halkı göre göre ölüme terk ediyor. Müdahale ve yardımın gecikmesi yurttaşlar nezdinde devlet nerede sorunsalını gündeme getiriyor. Sahiden devlet nerede?

Tek adam rejimi enkazın altında kaldı

AKP 20 yıllık iktidarı boyunca kamu kurumlarının özelleştirilmesine, halkın doğal varlıklarının talanına, mülksüzleştirme ve el koyarak birikime dayanan neo-liberal ekonomi politikaları uyguladı. Büyük bir kısmı inşaat sektörüne üzerinden işleyen bu sermaye birikim rejimi, denetimsiz ve kontrolsüzce yapılan otoyol, köprü, tünel, havaalanı, şehir hastaneleri vb, mega sabit sermaye yatırımlarına dayanmakla birlikte, müşteri garantili ihalelerle yandaş, asalak sermaye gruplarına peşkeş çekildi. Üstelik deprem vergisi gibi kamu için harcanması gereken paraların insanların gözlerinin içine baka baka alay edercesine bir kibirle buralara harcandığı itiraf edildi. Bu bağlamda devlet- özel ortaklıklarında devlet tamamen dışlanarak, müşteriye dönüştürüldü. İnşa edilen devlet kamusal kurumları ve yapısının tasfiye edilerek piyasalaştığı, güvenlik zırhı ve dinsel ideoloji ile donanmış bir mekanizmaya dönüştü.

El koyarak birikime dayanan sermaye rejiminin sürekliliği, halkın müşterek varlıklarının üzerine çöken sermayeyi, toplumsal kesimlerden koruyacak merkeziyetçi otoriter bir rejimle mümkün olabilirdi. Kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı, parlamentonun rafa kaldırıldığı, yetkilerin tek adamda toplandığı rejim bu ihtiyaç üzerine inşa edildi. Toplumsal kesimleri rejime ikna çalışmaları tek adamlığın karar alma ve uygulama süreçlerinin hızlanacağı ve sorunların daha hızlı yürütüleceği söylemi üzerinden şekillendi. Kamusal tüm kurum ve mekanizmaların dağıtılarak tek adama bağlandığı sistem tam tersi bir istikamette söz konusu halkın can ve mal güvenliği olduğunda hareket edemez bir niteliğe büründü.
En ufak kararlarda bile gözlerin Tayyip Erdoğan’a çevrilmesi, en ufak bir planlamaya, akla, sahip olamayan kurum ve kadroların (AFAD, TSK, vb.) sistem yaraları sarmak yerine yaralarını sarmayan çalışan toplumsal kesimlerin önünde engele ve kriz dinamiğine dönüştü. Tek adam rejiminin hızlı karar alma ve uygulamada ki marifeti doğal olarak karakterinden kaynaklı sermayenin rant ve talan politikalarında etkili oldu. 20 yıldır inşa edilen neo-liberal devlet ve tek adam rejimi toplumun üzerine çökerek, deprem afetini felakete çevirirken, uygulamalarıyla birlikte enkazın altında kaldı. Toplumsal meşruiyetini yitiren tek adam, fekaletin sorumlusunun kendisi olduğunun farkında.

Bu farkındalığın öfkesi ve korkusuyla depremden 48 saat sonra ortaya çıkan Erdoğan kendi sorumluluğun üzerini örtmek için OHAL ilanı ile birlikte toplumsal dayanışmada bir adım öne çıkan, devrimci yurtsever kesimleri tehdit ederek işe başladı. Devletin yanlarında olmadığı gerçekliğini haykıran depremzedeleri bile hedefine koyan bir kibirliliği bakanları ile birlikte seferber etmeye yöneldi. Diğer yandan yardım ve dayanışma için yurttaşların haberleştiği twitter’ı sınırlayarak, baskı ve zor araçlarıyla gerçekliğin üzerini kapatmaya çalıştılar.

4. gün ancak deprem bölgesine giden Erdoğan bilinç altındaki bu farkındalık sahada sürekli devletin bölgede olduğunu tekrar etme ihtiyacı duymasına neden oldu. Siyaset zamanı değil, milletimizle el eleyiz, kader, fıtrat söylemlerini seferber ederek felaket gerçekliğinin üzerine örtmeye, meşruiyetini yeniden sağlamaya çalışıyor. Rejimin rantçı ve talancı karakterini sahada verdiği vaatlerde bir kez daha ortaya serdi. Deprem bölgesinde kullanılmayan elektrik ve doğalgaz faturalarını erteleneceğini lütufmuş gibi sunarken, enerji şirketlerinin Tedaş’a olan borçlarını erteleyerek devletin nerede olduğunu bir kez daha gösterdi.

Devlete karşı toplum

Özetle deprem bölgesindeki arkadaşlarımızın toplumsal gerçekliğin içinden söylediği gibi “devlet denilen şey bir avuç haraminin banka hesapları ve onları koruyan bir sopadan başka bir şey değil.” Bu felaketin sorumlusu devlet ve rejim bu karakteriyle bu enkazın altında kalmıştı. Umut yıkıntılar içerinde kurtarılacak olandır. Bu yüzden umut 6 gündür ilk günden itibaren canla, başla deprem bölgesiyle dayanışmaya çalışan, birbirinin yaralarını sarmaya uğrayan toplumsal dayanışmanın kendisindedir. Yıkıntıyı yaratan iktidar bırakalım orada kalsın. Bu yıkıntıyı kaldırıp, ülkeyi yeniden kuracak olan toplumsal dayanışmanın açığa çıkardığı pratik ve değerlerin kendisi olacaktır.