NİLÜFER TÜRKOĞLU Haydar Ergülen’in ‘yazıhanesi’nden bu defa ‘Tuhafiye’ isminde üç bölümlük ‘Dünya Hali’, ‘İnsanlık Hali’ ve ‘Aşk Hali’ başlıklarından oluşan bir deneme seçkisi ortaya çıktı. Ergülen’in, 4 Ağustos 2004’te Radikal gazetesine yazdığı ‘Tuhafiye’ isimli yazısına selam gönderdiği bir girizgâhla ‘hayalhane’nin kapıları açılıyor. İçeride yazarın daha çok Radikal ve Birgün gazetelerinde yazdığı yazılara rastlıyorsunuz. Karakarga Yayınları’ndan […]

‘Tuhaf’ kelimeler ‘Tuhafiye’si

NİLÜFER TÜRKOĞLU

Haydar Ergülen’in ‘yazıhanesi’nden bu defa ‘Tuhafiye’ isminde üç bölümlük ‘Dünya Hali’, ‘İnsanlık Hali’ ve ‘Aşk Hali’ başlıklarından oluşan bir deneme seçkisi ortaya çıktı. Ergülen’in, 4 Ağustos 2004’te Radikal gazetesine yazdığı ‘Tuhafiye’ isimli yazısına selam gönderdiği bir girizgâhla ‘hayalhane’nin kapıları açılıyor.

İçeride yazarın daha çok Radikal ve Birgün gazetelerinde yazdığı yazılara rastlıyorsunuz. Karakarga Yayınları’ndan çıkan bu düğme kapaklı ‘hayalhane denemeleri’nin daha ilk bölümünde hemen anlıyorsunuz çıktığınız yolculuğun geçmişten epeyce beslendiğini. Burnunuza inceden bir naftalin kokusu geliyor. Adı gibi nostaljik ve hülyalı sözcüklerin birikimi, Haydar Ergülen’in ‘denediği’ cümlelere yayılıyor. İşte bu deneyimi ve denemeleri anlamak için biraz çabalamak ve derinliğine varmak gerekiyor. Öyle ki kelimelerin en tuhafıyla başlıyor ‘Tuhafiye’ de… Adı gibi kendi de tuhaf değil mi zaten? “Tuhaf mı? Tuhafiye diye, taşrada değil gölgesi, kokusu, eski bir harfi bile kalmamış kitapçılara, sahaflara benzeyen büyükanne evlerinin tavan arasını keşfe çıkar gibi gidilen ve küçücük, hatıralar dükkânı gibi tıka basa doldurulmuş yerlerden daha tuhaf ne olabilir? Tuhafiye, ne dükkân ne mağaza; tuhafiye bir rüya…”

Ne demiştik; üç bölümden oluşuyor ‘Tuhafiye’. İlkinde ‘Dünya Hali’ni dile, söze, heceye getiriyor, Ergülen… Öyle ki önce sonbahar güzellemesi yapıp eylülü sevenler ve güzü incitmeyenler birliği kurmuşçasına kederli bir ‘değinme’ yazısı konduruyor barışa ve arkadaşlığa… Aslında hiç istemeden… 2016 yılının ağustos sonunda Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay’ın tutuklanmasının yarattığı yürek burgusuyla şair kırık, dünyanın kalbi kırık. Bir güzsever olarak güzü de suçlamak istemiyor ama ‘güzden çıkış yolları’ arıyor.

Bir başka denemesinde, örneğin ‘Çakma’da toplumun, kendi sosyolojisine uygun sözcükleri nasıl maharetle, nasıl ustalıkla yaratabildiğine dikkat çekiyor. Ergülen’in denemelerinden bazıları dönemin olaylarına bir bakış açısı sunması bakımından da önemli. 3 Haziran’da Birgün gazetesine yazdığı ‘ODTÜ Diye Bir Rüya’ ile ODTÜ’de sosyoloji okuduğu dönemlerden bahsederken isyanla, itirazla, çağdaşlıkla, devrimle, rüyayla ‘omuz omuza’ duran ODTÜ ruhunun hiçbir zaman kaybolmadığını ve ODTÜ’nün yalnız olmayacağını belirtiyor.

Ergülen’in ‘Tuhafiye’de çokça kullandığı, adını sıkça andığı şairler ve yazarlar, satır aralarında boy gösteriyor. Turgut Uyar’dan Edip Cansever’e, Rıfat Ilgaz’dan Orhan Veli’ye, Cemal Süreya’dan Sait Faik’e, Aziz Nesin’den Nâzım Hikmet’e daha pek çok isim, ‘hayalhane denemeleri’nde bolca ‘laflıyor’.

“(…) Oysa ne kadar da Turgut Uyar şiirine benziyor. Gerçi o günlerle mevsimleri karıştırmıştır hep, onların karışımından da başka bir şiir bulmuştur ve bizi o şiirlerle şahane sıkıntılara salmıştır.”

‘İnsanlık Halinde’ ise yazarın özellikle alevilik üzerine yazdığı denemeler göze çarpıyor. ‘Hepimiz Alevi Değiliz!’, ‘Ben Alevi Olamam ki’, ‘Ne İstiyorsunuz Alevilerden?’ gibi toplumsal eleştiri yaptığı yazılarında ironik bir dil kullanıyor:

“Kaygılanacak bir şey yok doktor, sadece Aleviyim. Olabilir, insanlık hali. Beni başka bir kliniğe sevketmene gerek yok, psikiyatri mi, onu da nereden çıkarıyorsun? Hasta mıyım? Hasta filan değilim doktor, sadece Aleviyim. Hayır, ilaç istemem, istirahat da istemem. Antibiyotik mi? Doktor bu dinlenmekle, istirahat etmekle geçecek bir şey değil ki. Terapiye de gerek yok. Ben iyileşmek istemiyorum doktor, hem son zamanlarda iyi olan ne var ki biz de iyileşelim, kendimizi iyi hissedelim. Hasta değilim, iyi de değilim, sadece Aleviyim doktor.”

‘Tuhafiye’nin son bölümü olan ‘Aşk Hali’ ise yazarın duygusal hanesine bir yolculuk var. Eşi İdil’e ithafen yazdığı ‘Nişanlı Gibi’, hiç kuşkusuz ‘Tuhafiye’nin en romantik yazılarından. Ergülen, nişanlılık halinin saflığını, nostaljisini ve romantizmini daha da ileri boyuta taşıyıp ‘bu arada kalma hali’ni, devrimci bir durumla özdeşleştirerek bir tür ‘sisteme kafa tutma’ olarak tasvir ediyor. “Sistemi de, kurumları da ‘arada bırakma’.

Yazıyı daha önce okumayanlar içinse ‘Nişanlı Gibi’nin sonundaki akrostişten hiç bahsetmeyelim de finalin tadı kaçmasın.

Nar’a ve Nar’ın annesine ‘aşk olan’ bir diğer yazı ‘Narbahçe’ de Ergülen’in süslü ve bir o kadar oyunbaz kelimelerinden nasibini alıyor. Ah hep bu İdilikler yüzünden her şey…

Eski günlere ait eskimeyen satırlardan, dizelerden, ince sızılardan, derin yaralardan ama aşktan, kavgadan, mücadeleden ve pek çok da edebiyattan bir halle dünyaya duran ‘hayalhane denemeleri’ bunlar. Bir şairin cebinden çıkardığı kelimeleri, tuhafiyede satılan renkli boncuklar, düğmeler gibi…

Denemesi Haydar Ergülen’den…