İranlı oyuncular pazartesi günü İngiltere’ye karşı sahaya çıktıklarında milli marşa eşlik etmeyerek halkıyla dayanışma gösterdi ve ülke liderlerine başkaldırdı. İran halkı, mollaları istemiyor ve tüm dünyaya bunu haykırıyor.

Tüm halklar özgür olmak istiyor
Fotoğraf: AA

Jonathan FREELAND

İran ve Galler arasında oynanan Dünya Kupası maçını izlemek için iki takımdan birini desteklemeye ya da futbol hayranı olmaya gerek yoktu. Maç heyecan doluydu ve İran sona dakikalara doğru iki gol buldu. Fakat maçı izlemeye değer kılan oyun esnasında olup bitenler değil, oyun öncesinde yaşananlardı. Maç öncesinde, devrime dönüşebilecek bir ayaklanmanın işaretlerini bir kez daha gördük. Yaşananların İran, Orta Doğu coğrafyası ve dünyanın geri kalanı için önemli sonuçları olabilir. Fakat bizlerin çıkarması gereken dersler de var. “Liberal ve aydın” Batılıların yabana attığı ve hatta unutmak üzere olduğu olguları tekrar hatırlatan olaylara tanıklık ediyoruz.

STAD BAŞKALDIRIYA SAHNE OLDU

Maç öncesinde milli marşlar söylendi. İranlı oyuncular pazartesi günü İngiltere’ye karşı sahaya çıktıklarında milli marşa eşlik etmeyerek halkıyla dayanışma gösterdi ve ülke liderlerine başkaldırdı. İran halkı, ülkeyi 44 yıldır yöneten baskıcı teokratik rejime karşı iki ayı aşkındır kitlesel eylemler düzenliyor. Maç öncesinde İngiliz takım kaptanının, Katar’daki LGBTİ+ hakları meselesini protesto etmek için kol bandı takıp takmayacağı konuşuluyordu. Sonuçta hakemden sarı kart görme endişesiyle kol bandını takmamaya karar verdi.

İranlı oyuncuların herkesin gözleri önünde hayata geçirdikleri eylemin sonuçları çok daha ağır olabilir. Olasılıklara dair bir ipucunu perşembe günü gördük. İranlı eski milli futbolculardan biri rejim karşıtı demeçler verdi ve “milli takımı aşağılamak ve hükümet karşıyı propaganda yapmak” suçlamalarıyla tutuklandı. İran takım kaptanı tüm tehlikelere rağmen bir basın toplantısı düzenledi ve ülkesinde yaşanan olaylara tam destek verdi.

İran’da yas tutan ailelere mesaj verdi. Ülkede 400 eylemci öldürüldü ve bunlardan 50’sinin çocuk yaşta olduğu biliniyor. Gözaltına alınan kişilerin tecavüz ve işkence uygulamalarıyla karşılaştığı yönünde de bolca delil var. Takım kaptanı, “Onlarlayız, onların yanındayız ve acılarını paylaşıyoruz” dedi. Galler maçı öncesi yine milli marşlar çalındığında oyuncuların çoğu marşa eşlik ettiler. Belki aynı eylemi tekrar ederlerse kendilerinin ve ailelerinin başına gelecekler konusunda uyarılmışlardı. Kameralar ağlayan taraftarlara döndü. Bunların sevinç ve heyecan gözyaşları olduğunu düşünmek pek mümkün değildi.

Tabii yaşananların etkisi en fazla İran içinde hissedilecek. Önceki eylemlere de tanıklık eden, çoğunluğu ülke dışında yaşayan İranlılar ve analistler bu defa yaşananların İslam Cumhuriyeti’ni çökerten hadise olup olmayacağını tartışıyorlar. Şu an yaşananların geçmişteki eylemlerden hangi açılardan farklı olduğunu değerlendiriyorlar. Eylemlerin görülmedik biçimde yaygınlaştığından, eylemcilerin genç yaşından, dile getiren taleplerin tavizsizliğinden söz ediyorlar. Ülkenin dini lideri oldukça zayıf ve koltuğunu kimin devralabileceği bilinmiyor. İslam Cumhuriyeti hiç olmadığı kadar kırılgan görünüyor.

Bazıları laik demokrasiye hızlı ve barışçıl geçiş hayalleri kuruyor. Diğerleri ise İran’ın hızla ikinci bir Suriye’ye dönüşebileceği yönündeki kaygılarını dile getiriyor. Yetkililer, iktidarın ellerinden kayıp gitmek üzere olduğunu hissederlerse, rejimin bir sonraki hamlesinin ne olacağına dair bir öngörü de Profesör Ali Ansari tarafından dillendiriliyor. “Çok daha fazla insanı vuracaklar” diyor. Fakat bu defa, insanlar ateşe karşılık verebilir. İran Kürdistanı ya da Belucistan’dan silahlar gelirse, ülkedeki durum gerçekten iç savaşa dönüşebilir.

Tahran’da yaşanacak herhangi bir yönetim değişikliği tüm bölgeyi derinden sarsacaktır. İran rejimi, Suriye ve Yemen savaşlarında yıllardır önemli ve tehlikeli bir oyuncu pozisyonunda. Rejimin etkileri daha uzak coğrafyalarda da hissediliyor. Tahran rejiminin Ukrayna’ya karşı kullanılmak üzere Moskova’ya sağladığı insansız hava araçlarını bir düşünün.

KONU ÇOK BASİT: KADIN, YAŞAM, ÖZGÜRLÜK

Bölgesel ve uluslararası siyaset çıkmaza girmiş görünse de, İran sokaklarında yankılanan haykırışlara kulak vermeliyiz. Eylemlerin ilk kıvılcımı olan olayı hatırlayın. Mahsa Amini isimli genç kadın, İran’ın “ahlak polisi” tarafından durduruldu çünkü başörtüsünün altından birkaç saç teli görünüyordu. Gözaltına alındı ve ölesiye dövüldü.

Tartışma başörtüsünün haklılığı ya da haksızlığı değil. Tartışma, çok daha basit. İnsanların kendi bedenleriyle ne yapacaklarını seçme özgürlüğünü tartışıyoruz. Tahran’daki Ayetullahların kadınlara örtünmelerini emretmeleri ve Fransa hükümetinin kadınlara örtünmemelerini söylemeleri aynı yanlışları barındırıyor. Konu, insanın birey olma özgürlüğü.

Ayaklanmanın sloganlarını görmek işte bu yüzden insanda derin bir etki bırakıyor: Kadın, Yaşam ve Özgürlük. Amini’nin ölümünü haberleştiren kadın gazetecilerin şimdi hapiste olduğunu öğrenmek de insanı aynı şekilde derinden etkiliyor. Güvenlik kameralarını hijyenik kadın pedleriyle kapatan kadınlar, güvenlik güçlerinin bu pedlere dokunmaya dahi cesaret edemeyeceğini biliyorlar.

Batıda insanlar feminizmin ne olduğu ya da ne olması gerektiği konusunda dahi kafa karışıklıkları yaşıyorlar. Bugünlerde evrensel insan haklarının “herkesi kapsaması” gerektiği anlayışından dahi ürküyorlar. “Baskıcı kültürlere yön verenler, insan ırkının yarısı dışlıyorsa bile, kültürel farklılıklara saygı duymalıyız” gibi tartışmalar yürürken, insan hakkı olgusunun temelinde yatan değerleri bir kez daha hatırlıyoruz.

İran halkı, dünyadaki tüm halkların kendi seçtikleri ve kendi indirdikleri liderler tarafından yönetilmek istediğini hatırlatıyor. Kutsal metni yorumlayacak otoriteye yalnızca kendilerinin sahip olduğunu öne süren kutsal liderler tarafından yönetilmek istemiyorlar. Dünyadaki tüm halklar konuşmak, şarkı söylemek ve kalplerinden geçeni söyleyebilmek istiyor. Tüm halklar özgür olmak istiyor.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The Guardian