Geçen yaz Rahip Brunson gerilimi yüzünden yaşanan kur şokunun artçılarını Türkiye henüz atlatamadı. Henüz ekonomik sancılar sürerken S-400 gerilimi yüzünden geçen yaz yaşananları unutmayan yurttaşın bir gözü dolarda. Konuya ilişkin uluslararası finans uzman Murat Kubilay ile konuştuk. Kubilay, S-400 geriliminin ülke ekonomisine olası sonuçlarından dar ve orta gelirli yurttaş için bireysel kurtuluş var mı konusuna […]

Tünelin ucunda henüz ışık göremiyoruz

Geçen yaz Rahip Brunson gerilimi yüzünden yaşanan kur şokunun artçılarını Türkiye henüz atlatamadı. Henüz ekonomik sancılar sürerken S-400 gerilimi yüzünden geçen yaz yaşananları unutmayan yurttaşın bir gözü dolarda. Konuya ilişkin uluslararası finans uzman Murat Kubilay ile konuştuk. Kubilay, S-400 geriliminin ülke ekonomisine olası sonuçlarından dar ve orta gelirli yurttaş için bireysel kurtuluş var mı konusuna kadar pek çok soruyu yanıtladı.

• Erdoğan en son CAATSA yaptırımlarının blöf olacağını söyledi. Sizce ABD bu yaptırımları kullanmayacak mı? Velev ki kullandı, bizim ekonomimiz bu durumdan nasıl etkilenir?

ABD bu yaptırımları kullanır mı kullanmaz mı sorusunu daha iyi cevaplayabilmek için ABD ile daha önceki gerilimlerimize bakalım. Türkiye ile ABD’nin NATO müttefiki olduğunu, Türkiye’nin Tanzimat’tan beri yüzünü Batı’ya döndüğünü ve bu doğrultunun Atatürk döneminde de sürdüğünü biliyoruz. Ancak buna karşılık biz; 1964’te Johnson Mektubu, 1974’te Kıbrıs Ambargosu ve en sonunda 1 Mart Tezkeresinin ardından askerimizin kafasına çuval geçirilmesi gibi acı olaylar yaşadık. Demek ki biz kendimizi NATO’da müttefik gibi görsek de ABD bizi bazı durumlarda müttefik gibi görmeyebiliyor; gerektiği zaman da sağlam vurmaktan kaçınmıyor. Bu süreçlerde bizim verdiğimiz cevaplara bakalım, 64 ve 74’te de belirli cevaplar verdik; belki ulusal onurumuzu koruduk ancak bu sefer de refahımızı kaybettik. Çuval krizi sonrasında ise herhangi bir cevap vermeyip sineye çektik; ulusal onurumuzu kaybettik ama bu sefer de refahımız arttı

• Şimdi ne olur peki? Hangisinden oluruz, ulusal gururumuz mu yoksa toplumsal refahımız mı?

Ben şöyle bakıyorum: bu S-400 meselesinin ardında ulusal çıkarlar mı yoksa bireysel çıkarlar mı var. Elbette ABD kâğıt üstünde bir müttefik, ama pratikte Türkiye ABD’nin başının çektiği NATO’nun üvey evladı. Diğer taraftan 2 tane S-400 bataryası alarak da ABD’nin ve müttefiklerinin silah teknolojisini dize getireceğimizi ummak hayal. Hepsinden önemlisi içinde bulunduğumuz 453 milyar dolarlık döviz cinsi borç yükü ile finansal bağımsızlığımızı kaybettiğimiz böylesi dönemlerde, aynı anda birkaç cephede mücadele edemeyiz. Başka bir şey ekleyeyim; S-400 ’ler ABD ile değil de Rusya ile aramızın bozulmasına neden olsaydı, bu da bizim için fazlaydı. Çünkü ekonomik açıdan çok zayıfız, böyle zayıf bir ortamda Rusya bile bizi bozar. Örnek; Rusya ile yaşadığımız uçak krizi ve ardından yaşadığımız yaptırımlar

• Peki ne yapmalıydık, bu süreçte irade tamamen Türkiye’de miydi?

Şunu yapmalıydık; tıpkı Lozan’da ve izleyen dönemde olduğu gibi mümkün olduğunca komşularla sıfır sorun, büyük devletlerle açıktan düşman olmama, bu çerçevede bağımsızlıktan da taviz vermeme. Burada diplomasi yetenekleri devreye giriyor. Hatırlarsanız o dönemde bir Musul meselesi vardı, Atatürk çok zorlasa da Musul’u alalım derken bütün ülkeyi kaybedebilme ihtimalini gördü. Çünkü ikinci bir kurtuluş savaşını başaramayabilirdik. Ancak benzer risk Hatay da olmadı; savaşsız ve uluslararası hukuka uygun bir şekilde Hatay’ı alabildik. Şimdi de iktisadi kurtuluş savaşı dönemindeyiz. Birileri bizi tıpkı Enver Paşa gibi yeni bir maceraya sokuyor. Bunun sonucu 100 yıl önce ne olmuştu? 600 yıllık, yıkılmaz denen Osmanlı’nın çöküşü olmuştu. S-400 meselesi de büyürse eğer, devrilmez denen Tayyip Erdoğan’ın seçim kaybetmesini gündeme getirir. Ancak gerçek kaybeden maalesef halk olacaktır, bedeli vatandaş ödeyecektir

• ABD somut olarak ne yapacak da bizim yurttaşımız bedel ödemek zorunda kalacak?

Öncelikle iyi ihtimali düşünelim. CAATSA yaptırımlarının uygulanmadığını, Türkiye’nin sadece F35 programından çıkarıldığını varsayalım. Ne olur? Gayri safi yurtiçi hasılamız bir miktar küçülür ve cari açığımız bir miktar azalır, çünkü savunma sanayimizin ithalat kanalları büyük ölçüde daralacaktır. Bu kadar sorunu kaldırabiliriz. Asıl mesele CAATSA yaptırımları gelirse başlar. Teknik olarak söylersek 12 tane yaptırım bulunuyor. Bunları ABD Kongre’si belirlemiş durumda ve ABD Başkanı bunlardan 5’ini seçmek zorunda. Yani siz her ne kadar da Trump’la bu işi çözdük deseniz de mevcut kanunlar başkana bu zorunluluğu vermiş durumda; ipin ucu Kongre’de. Altını çizelim, ABD imparatorluklar gibi içeride müthiş bir güç mücadelesi olan bir ülke. Fakat dış politikamızda nasıl bir başarısızlık varsa; aynı zamanda Cumhuriyetçiler de Demokratlar da, Pentagon da Dışişleri de, Senato da Temsilciler Meclisi de bizim karşımızda konumlandı. Enteresan olanı Beyaz Saray da bizi pek sevmiyor; ama Trump’ın birçok beceriksizliğinin yanında bazı pazarlık yetenekleri var, o sayede bizle oynuyorlar

• Bu yaptırımlar en hafifinden en ağırına nasıl sıralanabilir?

Çeşitli devlet görevlileri ve bakanların yurt dışı hesapları dondurulabilir ve ABD’ye girişleri yasaklanabilir. Geçtiğimiz yaz Brunson krizi esnasında İçişleri ve Adalet bakanlarına uygulanmıştı hatırlarsınız. Bunlar basit yaptırımlar. Bu daha sonrasında bankacılık sektörüne kayabilir; “Sizin bankalarınız S-400 alımı esnasında para aktarımlarına aracılık etti, ben de bunları kara listeye alıyorum” diyebilirler. Bu olaylar yaşanırsa Türkiye’nin yurt dışına para aktarması zorlaşır; yatırım almak, ihracat ve ithalat yapmak güçleşir. Sadece ABD değil, bu tip bir durumda gönülsüz de olsa Avrupa da yaptırımları bir ölçüde uygulayacaktır. Bunu İran’da gördük… Kanada, Avusturya gibi Batı merkezli ekonomiler ABD ile olan ilişkilerini bozmak istemezler. En son olarak daha sert yaptırımlar devreye girebilir, parasal akımlarını doğrudan engelleyen yaptırımlar devreye girebilir. Şöyle ifade edeyim, SWIFT denilen para aktarma mekanizması var. Bunun TL için ismi EFT; Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası TL’nin transferini kontrol eder. Aynısı ABD doları için de ABD Merkez Bankası Fed. tarafından yapılır. Siz bu sistemin dışına çıkarsanız zorluk yaşarsınız; İran gibi

• ABD sizce Türkiye’yi SWIFT sisteminden çıkaracak kadar ileri gider mi?

Her şeye rağmen Türkiye bir İran değil. Her ne kadar Ortadoğu’nun jeostratejik önemi görece azalsa ve haliyle bizdeki askeri üsler önem kaybetse deTürkiye, Batı için vazgeçilmez. Her şeyin başında ABD’nin burada büyük ticari yatırımları var. Diğer taraftan halihazırda ekonomimize zarar vermeleri için çok büyük yaptırımlara gerek de yok. Geçen yaz yaşanan Brunson olayında çok daha sınırlı yaptırımlarla dolar kurunun nerelere gelebildiğini gördük. Geçtiğimiz sene bu durumdan yüksek bir faiz artırımıyla kurtulmuştuk. Ama bazı zamanlar öyle kötü durumlar olur ki faiz artırımları bile yetmez. Biz zannediyoruz ki işler kötüye gittiğinde faizi yükseltiriz ve uçuruma giderken çekilen el freni gibi kurtarıcımız olur. Faizi gerekirse indiririz veya yükseltiriz; çok sıkışırsak yüzde 30-35 yaparız dememeliyiz. Bu işler çocuk oyuncağı değil. Mesela Arjantin, IMF destek anlaşması yapmış olmasına ve faizi artırmış olmasına rağmen krizle baş edemedi

• Bu süreçte halkımız da dolarize oldu. Deyim yerindeyse Ayşe Teyze’nin dahi bir gözü dolar kurunda. Biz neyi yanlış yaptık da herkesin gözü dolara bakıyor? Sizce ne zamandan beri böylesi bir dolarizasyon yaşıyoruz?

Aslında biz bunu daha önce 1989-2001 arası dönemde yaşadık. 80’lerin sonunda sermaye akımlarının serbestleşmesi ve serbest kura geçmemiz enflasyonla beraber yurttaşları tedirgin etmişti. Bu süreçte sadece dolar ve lira arasında git gel yapmıyorduk; bir de faizlerde hareketlilik olması sonucu paralarımızı sürekli bir bankadan başka bir bankaya taşıyorduk. Yurttaş farkında olmadan o yıllarda risk analizi yapmayı öğrendi aslında. Tüm bunların temelinde bir sebep vardı; devlet vazifesini yerine getirip Türk lirasının yurt içinde satın alma gücünü, yurt dışında ise dolar cinsi değerini koruyamayınca; iş yurttaşlara düşüyordu. Bugün de yaşanan bu

• Maliye Bakanı Berat Albayrak her konuşmasında en kötünün geride kaldığından bahsediyor, sizce de en kötü geride kaldı mı? Kalmadıysa bizi ne bekliyor?

En kötüsü geride kalmadı maalesef. Henüz tünelin ucundaki ışığı görebilmiş değiliz. Örneğin işsizlik son derece kötü olsa da en kötüsünden uzakta. Türkiye’de yazları işsizlik azalır, kışları artar. Bizde oran yüzde 14,7’den yüzde 13’e düştü. Bu mevsimsellik etkisidir; tarım işçileri, inşaat sektörü ve turizm kaynaklıdır. Ancak mevsimsel etkileri ayrıştırdığımızda TÜİK verileri bile işsizliğin hala arttığını gösteriyor. Yani önümüzdeki yıl Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yaşanmamış işsizlik oranlarını göreceğiz. Yüzde 30’a yaklaşan genç işsizlik var. İşsizliğin süresi uzadıkça, tasarruflar bittikçe, kredi borçlanmaları arttıkça, barınma olanakları zayıfladıkça olaylar bu iş başka yerlere gider. Sosyal huzursuzluklar yaşanır. Bunun sonucunda hem ekonomi toplumu hem de toplum ekonomiyi bozmaya başlar. Biz ekonominin daha ne kadar kötü olabileceğini görmedik. Örneğin asgari ücretli insanlar maaşlarına yüksek zammın yapıldığı son yılın 2019 olduğunu bilmiyorlar. Büyük şirketler hala patlamadı. En kötüsünü muhtemelen 2020’de göreceğiz. Kriz, büyük holdingleri bile iflas durumuna getirirse dip 2020’de değil, 2021’de yaşanır. Şu anda bu şirketler hala kredi çekebiliyorlar, iyi kötü faaliyetlerine devam edebiliyorlar

• Bu risklere karşı dar ve orta gelirli yurttaşlar finansal analizler yapmaya başladı. Türkiye’de herkes yatırımcı oldu deyim yerindeyse. Sizce insanların parasını altında, dövizde veya bu aralar gündemde olan kripto paralarda tutması bu dönemi fırsata çevirebilir mi?

Zamanında satın aldığımız bir aracın kredisini ödeyemeyip onu geri satmak durumunda kaldığımızda; o sınırlı miktardaki tasarrufumuzu döviz veya kripto para biriminde değerlendirmenin refahımız açısından çok bir etkisi olmadığını anlarız. Zaten başarabilen çok fazla kişi yok. Bir de Türkiye’de ekonomi yönetiminde akıl dışılık hakimken bu işlerle para kazanmak çok daha zor. Beğenmesek bile mevcut küresel sistemin içindeysek oyunun kurallarına uymak zorundayız. Merkez bankası bağımsızlığının başka bağımlılıklara yol açabileceğini düşünüyorum.

Ancak sağlamazsanız da görüldüğü gibi şeffaflık gider, uzun vadede zararlarını görürsünüz. Bizim yaptığımız tipik hata yurttaşların dünyayı takip etmemesi. Merkez bankası ataması gibi olaylar, yabancı kurumsal yatırımcılarca not alındı. Küresel ekonomi kötüye gittiği zaman, bir panik yaşandığı zaman bu notun sonuçları ortaya çıkacak. Böyle bir durumda belirli kur ataklarını veya faiz artışlarını görebiliriz. Dediğim gibi Türkiye kadar eşzamanlı dünya ekonomisini takip etmek gerekiyor.