Türker Alkan’ın düşünce mirası, toplumda ve üniversitede özgürlükçülüktür. Özgürlük kavramının tartışmalı pek çok boyutu var. Toplumun düşünce ve ifade özgürlüğü olanaklarının daralması, en belirleyici boyutu kuşkusuz

Türker Alkan’larla özgürleşmek

Çiler Dursun - Prof.Dr., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi

Türkiye’nin toplumsal siyasal yaşamında ender de olsa bazı kişilikler belirir, topluma kattıklarının, işaret ettikleri siyasal doğrultunun ve yaşama dair öne çıkardıkları değerlerin öneminin sonradan değil, kendileri hayattayken ve üretimleri boyunca fark edildiği. Ve hatta bağıran ve gümbürtülü laflarla değil, yalın, etkili ve kimi zaman da alaycı bir tonda topluma seslenerek, üslup farkı da yaratabilirler çoğu kez… Bir siyasetçi, yazar, düşünür ve bilim insanı olarak Türker Alkan böyleydi. Bunlara ilaveten benim için ise Türk İslam sentezi üzerine hazırladığım doktora tezimde beni olağanüstü özgür bırakan tez danışmanım, akademik “amirim” olduğunu hiç bir zaman hissettirmemiş anabilimdalı başkanım, aile dostumuz, can hocamdı.

Doğrusu elim uzun süredir yazmaya varmıyor. Yazmaya inancım epey sarsıldı. Yazarak dünya değişiyor mu emin olamıyorum artık. Üniversitenin anlamı da benim için akademiye başladığım dönemlerimdeki gibi değil, yitti gitti. Bu ikisine tanık olsaydı Türker Hoca, hep yaptığı gibi önce hınzırca gülümser, ardından da aniden ciddileşerek belki biraz daha adımlayacak gücü verirdi. Onun Türkiye’de ve dünyada olup biten bütün acayipliklere yönelik gerçekçi, analitik bakış açısına eşlik eden mücadeleci iyimserliğine bugün her zamankinden çok ihtiyacımız var. Ama Türker Hoca artık aramızda yok, Türker Alkan’lar var mıdır, bilemiyorum…

Türker Alkan’ın Türkiye’de 12 Eylül sonrasındaki ilk sosyal demokrat parti olan SODEP’in kurucularından olması da, 2000’li yılların başlangıcında ölüm tehditleri almasına rağmen doğru bildiğini yazmaktan kaçınmaması da onun taşıdığı yüreğe dair çok şey söyler elbette:

“22 Temmuz’dan sonra kızgın ve tehditkâr iletiler yeniden boy gösterdi. Geçenlerde aldığım bir iletide polis olduğunu iddia eden biri ‘vatan haini olduğumu’, ‘kafama iki defa sıkacağını’ söylüyordu (…) Kim bilir, gerçekten polis miydi? Fakat, polis olmasa bile bu zihniyette birinin polis rolünü benimsemesi neyi ifade eder dersiniz?” (06.09.2007)
Ya da uzun yıllar köşe yazarlığı yaptığı Radikal gazetesindeki Urun Kellesini yazısında “Hâlâ Osmanlı’nın uzun gölgesidir aramızda dolaşan. Ama Türk toplumu bu mirası aşacak olgunluk düzeyine ulaşmıştır sanıyorum. 20 yıla yakın zamandır idama gerek duymamamız bunun göstergesi değil midir? (27.02.2002)” derkenki acı alaycılığı, okuruna da sirayet ediverirdi.

Peki 2010 yılında şu satırları yazabilecek kadar anaakım medyaya eyvallahı olmayan kaç köşe yazarı kalmıştı? “Yani herkes potansiyel bir diktatördür. Yeteri kadar güç sahibi olursa ve bu gücü dengeleyecek, sınırlayacak, denetleyecek mekanizmalar oluşturulmadığı takdirde, her yönetici kendi çapında bir diktatöre dönüşebilir.” (24.07.2010)

Türker Alkan’ın düşünce mirası, toplumda ve üniversitede özgürlükçülüktür. Özgürlük kavramının tartışmalı pek çok boyutu var. Toplumun düşünce ve ifade özgürlüğü olanaklarının daralması, en belirleyici boyutu kuşkusuz. Bundan kaynaklı olarak akademisyenlere çektirilen çileler, her dönemde üniversite tarihindeki en kara sayfalardan olmayı sürdürecektir. Özgürlüğün bir de üniversite kurumsallığının iç işleyiş mantığından kaynaklı sorunlu boyutları da vardır ve akademi dışındaki insanların bunu bilmesi çoğu kez mümkün değildir. Ona günümüzde kibar bir ad da bulundu “networking” yani şebekecilik. Belirli çevrelerin içinde yer almakla akademik tanıma elde etmek, o çevrelerin dışında kalanları ötekileştirmek, yine günümüzde bir başka kibar kavram olan “post-truth” yani hakikat sonrası/ötesi’nde karşılığını bulan yalan yanlış hikâyelerle çevrenin iç tutunumunu sağlamak, buna dayalı korumacı ilişkileri liyakat ve yetkinliğin önüne geçirmek vb. pratiklerle örülü üniversite hayatı, özgürlük nosyonu ile bu bakımdan da sorunlu olagelmiştir. Türker Alkan, özgürlük kavramının akademide ete kemiğe bürünmüş haliydi. O hem ülkede düşünce ve ifade özgürlüklerinin genişlemesi ve güçlenmesinin savunucusu olurken; hem de hoca ve anabilimdalı başkanı olarak karşısındakine olağanüstü inisiyatif veren, akademide kendi çalışma ve gidişat izleğini kuran genç insanlara destek olan, en çetrefilli meselelerde bile asla olumsuz bir tavır ve tutumla yaklaşmadan “çözümcü” düşünmeyi aşılayan bir öğretim üyesi kimliğiyle, benim de akademide kişisel özgürleşme arayışlarımın dayanak noktasıdır.

Onun yapısına kazınmış olan bu genel özgürlükçülük halinin, itiraf etmeliyim ki en çok bana faydası dokundu. Türker Alkan, asla çanta taşıtmamış, bir kere bile sınav kağıtlarını okutmamış, derslerine asiste ettirmemiş, şu konuyu çalışacaksın diye dikte etmemiş, velhasıl beni araştırma görevliliğim süresince olumlu anlamda epey “başıboş” bırakmıştır. Elbette ki ancak karşınızdakinin ne yapmak istediğini bildiğinden emin olduğunuzda tanıdığınız bir özgürlük ve iradesini tercih ettiği yöne bükme hakkına saygı duyma anlamıyladır bu “başıboşluk”. İyi bir şeydir velhasıl.
Sayesinde deneyimlediğim bu “zincirsizlik” ve “çevresizlik” hali, benim için buradaki satırlara sığdırılamayacak kadar ve daima büyük bir şans olmuştur. Yıllar içinde benzer tutumu doktora tez danışmanlığını üstlendiğim öğrencilerime de sergilediğimi farketmek, beni hem şaşırtmış hem de en değerli mirası olmuştur. Akademinin kurumsallığında herkese ve herşeye eleştirel bakabilme, meseleler karşısında görece özgün bir tavır geliştirebilme iradesinin gelişmesi için, öncelikle toplumsal/siyasal bağlamın özgürlükçü olmasının yanı sıra, genç akademisyenlerin içinde yaşadıkları kurumsal iklimin de özgürleştirici potansiyeline ihtiyaçları vardır. Türker Alkan hoca, bu iklimin iletişim fakültesindeki ender üreticilerinden biri olagelmiştir.

Türkan Saylan’ı kaybettiğimiz zaman yazdığı yazısında, ona Yunus Emre’nin dizeleriyle veda etmişti. Yine aynı dizelerdeki ışıltıyla uğurluyorum Türker Hocamı.

“Mânâ eri bu yolda melûl olası değil/
Mânâ duyan gönüller hergiz ölesi değil
Ten fanidir can ölmez çün gitti geri gelmez
Ölür ise ten ölür canlar ölesi değil
Gevhersiz gönüllere yüz bin söz eydür isen
Hak’tan nasip olmasa nasip olası değil.”