Türkiye’deki solcular ve genel anlamda demokratik sivil toplum kuruluşları yükselen bir otoriter rejim ile IŞİD terörü arasında sıkışmış gibi görünüyor

Türkiye’de rejim baskısına karşı direniş

Sherry Wolf

Türkiye’de geçen yıl gerçekleşen başarısız darbe girişiminin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki devlet, tüm siyasal muhalefeti susturmak adına en temel demokrasi normlarını hükümsüz kılarak yolu da kararlı bir şekilde ilerliyor.

Devam eden olağanüstü hal yasaları altında gerçekleştirilen ‘temizlik’ sonucunda yaklaşık 140 bin kamu çalışanı işten atıldı; 4 binden fazla hakim ve savcı ihraç edildi; 50 bin kişi hapsedildi; 8 binden fazla akademisyen harap edildi; yüzlerce gazeteci tutuklandı; ve düzinelerce medya kuruluşu kapatıldı.

Bu yıl Mayıs ayının ortalarında Türkiye’nin başkenti Ankara’yı LGBT dergisi Kaos GL’nin davetiyle ziyaret ettiğimde, otoriterliğe doğru ilerleyen bir toplumla karşılaştım.

Ankara Üniversitesi’ndeki işinden atılan kadın ve cinsiyet çalışmaları üzerine çalışmalar yapan bir profesör bana şunları anlattı: “Kurallar her gün değişiyor; hatta, her saat başı değişiyor! Ne ile karşılaşmayı bekleyeceğinizi bilmiyorsunuz. Yalnız da bırakılabilirsiniz; kafanıza bir darbe de yiyebilirsiniz; ya da cezaevine atılmakla tehdit de edilebilirsiniz. Ben 50 yaşındayım ve kariyerim bitmiş durumda. İhraç edilenler arasında birçoğumuzun pasaportları da ellerinden alındı. Bu yüzden, başka bir yerde çalışmak için ülkeyi de terkedemiyoruz. Saçma bir durum yani!”

Aynı duygu ve düşünce bu kısa ziyaretim sırasında konuştuğum birçok öğrenci, profesör, gazeteci ve sivil toplum içindeki aktivistler tarafından da dile getirildi.

Bazıları, sosyalist yazar Peter Drucker ve benim de davetli olduğum Kaos GL’nin 12’nci buluşmasının gerçekleşmesine izin verilip verilmeyeceğinden dahi emin değildi. Türkiye’nin özellikle kozmopolitan merkezlerinde gözlemlenenen LGBT bireylere yönelik açık görüşlülük, ülkenin bulunduğu bölge açısından bir ayrıcalık taşıyor ancak bu durum da diğer birçok muhalif görüş gibi tehlike altında.

2014 yılında İstanbul Onur Yürüyüşü’ne 100 binden fazla insan katılmıştı. Bir sonra ki yıl ise, polis yürüyüşe katılanlara biber gazı sıktı ve Ramazan ayına denk geldiği bahanesiyle eyleme verilen izni geri çekti. 2016 yılından bu yana ise Onur Yürüyüşü ‘güvenlik endişesi’ gerekçesiyle yasaklı.

Siyasal durumdaki kayma, konferansta konuşma yaptığım akşam da somut bir şekilde ortadaydı.

O gece diğer katılımcılarla birlikte New York ya da Londra’daki herhangi bir bar ya da gece kulübünden hiçbir farkı olmayan bir gece kulübüne gittik... Alkol özgürce kullanılıyordu ve Eurythmics’in bir tekno versiyonu eşliğinde dans ediyorduk... Sonra saat 02:00’de polis geldi ve bar sahiplerine müziği kapatmalarını söyledi. Müzik yaklaşık 20 dakika kadar kesildi ve sonra polis ayrıldı. Sonrasında ise lezbiyen ve gay çiftler dans etmeye ve içkilerini içmeye devam ettiler.

Yanımdaki bir arkadaşıma ne olduğunu sorduğumda omzunu silkerek yanıt verdi: ‘Şu tuhaf olağanüstü hal işte!’

Bir sonraki gün Ankara’nın merkezindeki meydana işlerinden atılan ve işlerini geri talep etmek için başlattıkları açlık grevlerinin 67’nci gününde olan iki eğitmeni ziyaret etmeye gittim. Araştırma görevlisi Nuriye Gülmen ve ilkokul öğretmeni Semih Özakça 9 Mart’tan o güne bir şey yememişlerdi ve her ikisi de oldukça zayıflamış fakat bir o kadar da dirençlilerdi. Gülmen Al Monitor’a yaptığı açıklamada: ‘Yetkililer taleplerimizi yerine getirene kadar açlık grevimizi sonlandırmayacağız. İkimizin başlattığı bu protestoya ülke genelinde destek var. Sağlık problemleri yaşıyorum ama karanlığa ve baskıya boyun eğmeyeceğim. Haklarımı ve işimi geri alacağıma inanıyorum. Çevremizdeki bu destekten ötürü inanılmaz mutluyum’ diyor.

Öyle ki, bu iki eğitmen her gün bu meydandaki İnsan Hakları Heykeli önüne gelerek eylemlerini gerçekleştiriyor. Yanlarında ise, baştan aşağı silaha kuşanmış ve kasklarını takmış bir şekilde, sloganlar atan protestoculara kötü bakışlarla bakan polislerin arasından geçerek Gülmen ve Özakça’ya desteğe gelen yüzlerce insan oluyor...

Bir siyasal bilimler öğrencisi olan Emre, polisin düzenli olarak dayanışmaya gelen aktivistleri dağıttığını fakat her gün protestoların yeniden devam ettiğini ve tüm olanların, çevredeki yüzlerce turist ve yerli halk tarafından telefon kameralarına kaydedildiğini anlatıyor... ABD medyasında son dönemlerde daha çok Türkiye’nin cumhurbaşkanının Washington, DC’ye ziyaretine yer verildi...

Ziyaret sırasındaki görüşme (Erdoğan ile Trump görüşmesi) sonrasında Erdoğan’ın korumaları, Erdoğan’ın gözünün önünde Washington’daki barışçıl protestocuları vahşi bir şekilde dövdü...

Türkiye’deki azınlık Kürt halkı şiddetli bir şekilde bastırılıyor. Son iki yıl içerisinde binlerce insan daha öldürüldü ya da mahkum edildi ve 500 binden fazla kişi ülkenin doğusundan ayrılmak zorunda bırakıldı...

Diğer taraftan, ihraç edilen akademisyenlerin büyük bir bölümü de Kürt halkı ile barış sağlanması için yayınlanan Barış Bildirisi’nin imzacıları... Türkiye ayrıca Avrupa Birliği ülkelerinin kendilerinden uzak tutmak için can attığı 3 milyon Suriye’li sığınmacıya da ev sahipliği yapıyor...

Geçen Nisan ayında Erdoğan, kendisine geniş kapsamlı yeni yetkiler sağlayan değişikliklerin oylandığı referandumu kıl payı ile kazandı. Fakat seçim hileleriyle ilgili haberler gösterdi ki rejim aslında bu hilelere rağmen neredeyse kaybediyordu...

Türkiye’deki sosyalistler tarafından hükümetin kampanyasıyla ilgili yayınlanan bir açıklamada şöyle dendi: ‘dini söylemler, milliyetçi ifadeler, ahmaklık konusunda muhteşem olan komplo teorilerine dayalı popülist batı karşıtlığı ve diğer her şey ‘hayır’ oyunu savunanları yaftalamak için yapıldı. Buna rağmen, rejim tarafından açıklanan oylama sonuçlarına göre ‘evet’ oyları kıl payı ile kazandı...’

Türkiye’deki solcular ve genel anlamda demokratik sivil toplum kuruluşları yükselen bir otoriter rejim ile IŞİD terörü arasında sıkışmış gibi görünüyor. Öyle ki, tanıştığım birçok aktivist, arkadaşlarını ya da aile bireylerini bombalı eylemler sonucu yitirmiş kişilerdi...

Türkiye’deki sol gruplar batının dayanışmasını istiyor ve buna ihtiyaç duyuyor.

Ve bizler de, ABD’de - kendi ülkemizde - daha da yoğunlaşan engellemelerle karşı karşıya kalmış insanlar olarak, bir devletin milliyetçilik, din ve törürü kullanarak direnişçiler üzerinde nasıl bir bölücülük ve korku yarattığı konusunda Türkiye’nin tecrübesinden ders çıkarabiliriz...

Mücadele devam ediyor...

Socialist Worker’dan çeviren: Burcu Gündoğan