Türkiye Dünya Su Günü’nde çıkmazda mı?

*Dr. Erol KESİCİ

Dünya nüfusunun ve ekonomisinin katlanarak büyümesi, buna paralel olarak doğa ve çevreye verilen tahribatın katlanarak büyüyor olması, suyun tükenmez bir kaynak olarak görülmesi; ekosistemi ve özelde de su kaynaklarını korumaktan uzak politikalar, uygulamalar su kaynaklarının kurumasına, kirlenmesine neden oluyor. Son yıllarda dünyanın neredeyse yarısından fazlasının; temiz ve güvenli suya erişememesi, küresel su krizi ve buna bağlı olan “iklim krizinin” de “su sorununun” da katlanarak artmasına neden oluyor.


DUYARLILIK GÜNÜ

Su, özellikle sağlıklı su, tüm canlıların yaşaması için vazgeçilmez bir nesnedir, hatta “vazgeçilmezin” ötesinde canlılar için de alternatifi olmayan maddedir. Bu nedenle; "Dünya Su Günü", 1992’de Rio de Janeiro’daki Birleşmiş Milletler (BM) Çevre ve Kalkınma Konferansı’nca; BM üyeleri ve gerekse diğer dünya ülkelerinin giderek büyüyen temiz su sorununa dikkat çekmek, içilebilir su kaynaklarının gelecek için korunması ve çoğaltılması için somut adımlar atılmasının sağlanması, teşvik edilmesi, toplumun suyun önemini konusunda uyarılması, bu konuda yapılması gerekenleri için 22 Mart günlerinde, suyun sorun ve çözümlerin güncellenmesi için harekete geçilmesi gerekliliğinin vurgulanması amaçlanmaktadır.

NASA; UNESCO’nun “İnsanlar için Su, Yaşam için Su”, BM Dünya Su, Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO), Dünya Su Gelişimi Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve IPCC (Hükümetler Arası İklim Değişikliği) raporlarında şunların altı çiziliyor:

*Ülkemizin de içinde yer aldığı, Akdeniz Havzası, Dünya Meteoroloji Teşkilatı tarafından küresel iklim değişikliğine karşı yerkürenin en hassas bölgelerinden birisi olarak tanımlanıyor. Bu bölge içerisinde de, geçtiğimiz yıllarda da, kuraklık- su kıtlığını en çok yaşayan ülke durumunda.

*Dünya ülkeleri büyük bir suya ulaşım sıkıntısı içerisindedir. Türkiye’de de su kaynaklarının iyi yönetilememesinden ötürü suya erişimde eşitsizliklerin meydana gelebileceği ve suyun yine verimsiz şekilde kullanılabileceğine dikkat çekilirken, su kaynakları giderek azaldığı ve kirlendiği; suyun verim ve kalitesinin düştüğü belirtilmekte. Artan nüfusun yanı sıra her alanda tüketim düzeyinin kontrol altına alınamaz biçimde artması da, doğal su kaynakları üzerinde çok ciddi baskılar oluşturmaktadır. Şayet gerekli tedbirler alınmazsa, yapılan araştırmalar, göllerimizin- yeraltı sularımızın azalması sonucu, “su krizinden” en çok etkilenecek ülkenin Türkiye’nin olduğu belirtilmekte.

*“Gıda tedarik zinciri tehdit altında.” Suyun miktar ve kalitesinde görülen değişimler, kirlilik, kuraklık ve biyoçeşitlilikte azalma su ile ilgili başlıca ekolojik problemler olarak belirtilmekte. Artan nüfusun yanı sıra gelir ve tüketim düzeyinin yükselmesi ve gıda ürünlerine yönelik taleplerin artması da su kaynakları üzerinde ilave baskı yaratmaktadır.

*Tarımsal üretimdeki geleneksel yöntemler sonucunda giderek artan ve pahalılaşan su talebi ve daha kuru koşullar bir araya geldiğinde, Akdeniz Bölge Kuşağında yeraltı su rezervlerinin tükenebilir. Buna göre; emisyonlar hızla azaltılmazsa, küresel ölçekte birden fazla yeri etkileyen aşırı hava olayları sonucunda ürün kıtlığı riskinin yaygınlaşması ve de aynı zamanda küresel ölçekte gıda ürünlerine erişimde sıkıntılara ve fiyat artışlarına yol açacak.

* Atık suların %80’inin hiç bir şekilde arıtmaya girmediğini belirten rapor, yaklaşık 2 milyar insanın düzgün arıtılmamış atık sular yüzünden kolera, dizanteri, tifo ve çocuk felci hastalıklarının riski altında.

*Sabit olan su kaynakları giderek azalırken, suya olan talep aksine katlanarak artmaktadır. Her yıl 13,4 milyon insan; çevre kirliliği, yetersiz ve kirli su kaynakları nedeniyle öldüğü, bildirilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nce (WHO) kirlenmiş su nedeniyle milyonlarca insanın öldüğü çok üzücüdür.

SU KRİZİ BİTTİ Mİ?

Kış-bahar aylarında; sıcaklık ve yağışların mevsim normallerinde sürmesi, su kaynaklarındaki suyun hidrolojisi için çok önemli birikim ve kazançtır. Doğal göller ve derelerde su seviyesi giderek artarken, gölet ve barajlarda doluluk oranına yaklaşılmakta ve mart–nisan aylarında ise bazı yerlerde taşkın riski oluşturabilecektir. Bu durum ülkemizin “su krizini” yaşamayacağının göstergesi değildir.

Yaşananlardan ders almayıp, aynı yanlışlara devam edersek, giderek azalan tatlı su kaynaklarımızla birlikte ekosistemimizi de tehlikeye sokarız. Önümüzdeki yıllarda kuraklık sorunu yaşamamak için hidrolojik bakımdan seviyeleri olumlu düzeye ulaşan kaynaklarımızın hatalı ve verimsiz kullanımı konusunda, yenilikçi teknolojilerin yaygınlaştırılması ile uzun vadeli bilimsel önlemler hedeflenmelidir.

*Türkiye Tabiatı Koruma Derneği (TTKD) Bilim Danışmanı ve Hidrobiyolog