Türkiye, Körfez ‘sermayesi’nin  yeni yatırım alanı

EBUBEKİR AYKUT - Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi

Katar Ulusal Bankası (QNB) Yunanistan Ulusal Bankası’nın (NBG) Finansbank’taki hisselerinin yüzde 99,81’lik payını 2,7 milyar avro’ya satın aldı. Katar’ın Türkiye finans piyasasına olan ilgisi çok önceden beri süregelen sürecin bir parçası. Daha önce Katar merkezli Mayhoola For Investments adlı şirket Boyner’in hisselerini yüzde 30,7’sine 885 milyon dolar yatırım yapmıştı. Katar Silahlı Kuvvetleri Endüstrisi Komitesi BMC’ye yüzde 50 hisse ile ortak olmuştu. Katar Ticaret Bankası ise Alternatifbank’a 460 milyon dolar yatırım yapmıştı.

Diğer yandan Rusya ile uçak krizi yaşayan Türkiye, Katar ile gaz konusunda işbirliği arayışına girmişti. BOTAŞ ile Katar milli petrol şirketi ile sıvılaştırılmış gaz (LNG) konusunda anlaşmalar yapmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son Katar ziyaretinde gerçekleşen Türkiye-Katar Yüksek Strateji Komitesi’nin toplantısı sonunda iki ülkenin bankaları arasındaki işbirliği, bilim ve teknoloji alanında ortaklıklar konusunu içeren 15 anlaşma imzalandı. Ayrıca iki ülke arasındaki vizeler kaldırıldı.

Türkiye-Körfez ülkeleri arasındaki yaşanan gelişmeleri arka planda yer alan yapısal birtakım koşullara bakarak kavramak gerekir. Özelde Katar, genelde Körfez ile yaşanan yakınlaşmanın 2008 yılında başladığı söylenebilir. Söz konusu yılda merkez kapitalist ülkelerdeki finansal kriz ortaya çıkmış ve petrol fiyatları artmıştır. 2000’lerin başında 20 dolar ham petrolün fiyatı 2008’de 140 dolara çıkmıştır (Son dönemde petrol fiyatlarının yeniden düşüşe geçerek eski seviyelerine doğru gerilemesi biriken zenginliği azaltıcı bir etkide bulunabilir.) Körfez’de artan petrol fiyatları ile biriken petrol-dolarlar merkez ülkelerdeki finansal kriz nedeniyle yeni piyasalara yöneldi. Türkiye söz konusu petro-dolarlara dayanan Körfez “sermayesi’nin’’ yeni yatırım alanı oldu. AKP döneminde yapılan reformlarla artarak sıcak para girişine ve yabancı yatırımlara bağlı hale gelen Türkiye ekonomisi Körfez kaynaklı finansal yatırımlar için bulunmaz bir fırsattı. Böylelikle 2008-2009 finansal krizinin dönemin başbakanının deyişi ile Türkiye’yi “teğet” geçtiği iddia edildi. Yine aynı dönemde Türkiye Körfez İşbirliği Konseyi ile stratejik ortaklık kuran bir mutabakat muhtırası imzaladı. Özellikle Libya, Mısır ve son olarak Suriye’deki gelişmeler ile birlikte Türkiye ile Körfez ülkeleri arasındaki siyasal yakınlaşma görünür hale geldi.

Öte yandan Körfez ülkeleri kendilerine yönelik kolektif emperyalist taleplere (özellikle petrol kuyularının alım satıma konu olmasını gerektiren metalaştırmayı ve neoliberal devlet biçimini ve özel mülkiyet temelinde kapitalist hukuk düzenlemelerini içeren reformlara) karşı bir “direniş” göstermektedir. Özellikle Batı merkezli sermaye gruplarının çelişkili birliğinin oluşturduğu kolektif emperyalist taleplere yanıt olarak Körfez sahip olduğu petro-dolarlardan kaynaklı “sermaye” dolayımıyla “direniş”lerini bölge ülkelerine taşımaktadır. Türkiye’de özellikle 2010 sonrası aşikâr hale gelen Körfez “sermayesi”nin temsilinin yarattığı etkiler AKP hükümetlerinin ABD ve daha az ölçüde AB ile yaşadığı gerilimlerde hissedilmektedir. İçeride bir tür Batı tipi kapitalizm (hukuk devleti vb.) isteklerini dile getiren ve Körfez “sermayesi”nin artan etkisinden endişelenen (temsilini TÜSİAD ve Cemaat’te bulan) sermaye fraksiyonları ile yaşanan mücadele de buna bir örnek olarak gösterilebilir. Yalnız burada belirtmek gerekir ki, Körfez “sermayesi”nin artan etkisi, bazı sermaye fraksiyonlarına ve Batı merkezli sermaye gruplarını temsil eden AB ve ABD’ye yönelik mücadele çok uzun süredir Türkiye ekonomisinin yapısında hâkim olan bahsi geçen grupların “iş ya da yatırım yapamaz” hale gelmeleri demek değildir. AKP hükümeti Körfez “sermayesi”nin artan etkisi ile Batı merkezli sermayenin ve onun yerli ittifaklarının uzun süre varolan etkisini uyumlaştırmanın sancılarını yaşamaktadır. Elbette süreç Körfez “sermayesi”nin hâkim hale gelmesi ya da Batı merkezli sermayenin hekimiyetini yeniden tesis etmesi ile sonuçlanabilir.

Son olarak, bahsi geçen birtakım yapısal koşullar ışığında Katar’ın Türkiye ekonomisinde artan etkinliği şaşırtıcı olmayacaktır. Ama Finansbank’ın satışında dikkat çekici bir husus vardır: Katar bankasının Batı merkezli sermayenin parçası olan Yunanistan Ulusal Bankası’nın hisselerini almasıdır. Acaba bu satın alma Körfez “sermayesi”nin Batı merkezli sermaye karşısında Türkiye üzerindeki zaferinin bir işareti midir?