Zülfü Livaneli’nin 50. Sanat Yılı için 50 eseri, 50 sanatçı tarafından yeniden yorumlandı. Livaneli “Bu albümü dinlerken ‘ya bu memleket ne kadar çok şey çekmiş’ duygusuna kapılıyorum” diyor

Türkiye’nin 50 yılının acılı tanığı bu albüm

CANAN AYDIN / canan1aydin@gmail.com
@kuzeydogu

Dile kolay bu memlekette 50 yılı devirmek. Bir yolculuk düşünün müzikle ve edebiyatla geçen 50 yıl. Hele bizimki gibi çetin bir coğrafyada yaşıyorsanız 50 yıllık bir ömür mucize. Bu mucizeyi 400’ü aşkın besteyi, 40 dilde yayımlanan romanları sığdırarak gerçekleştirmiş bir sanatçı Zülfü Livaneli. Onun umuda sarılan besteleri her dönem için yeniden yeniden söyleniyor. Tıpkı bugün gibi…

Zülfü Livaneli’nin 50. Sanat yılı için 50 sanatçı bir araya gelerek 50 Livaneli bestesinden oluşan 3CD’lik büyük bir proje Seyhan Müzik tarafından hazırlandı.

Bu albüm sadece Livaneli’nin değil, Türkiye’nin de tarihi diyebiliriz. Âşık Veysel’lerin, Neşet Ertaş’ların duygudaşı bir sanatçı o. Şu yaşadığımız zor günlere ‘Umudu kesme yurdundan’ bestesini yeniden armağan eden sanatçıyla, bu akşam 50. Sanat Yılı için Zorlu Performans Gösteri ve Sanat Merkezi’nde düzenlenecek gece öncesinde konuştuk. Söz şimdi Livaneli’de…

Bu 50 yılda ne kadar çok acı çekmişiz

turkiye-nin-50-yilinin-acili-tanigi-bu-album-206570-1.

50’inci yılda bu şarkılarımın yeni kuşaklara aktarılıyor oluşu ve bana böyle bir hediye verilişi her sanatçıda olduğu gibi benim için de güzellikler hissettiriyor. Ancak tırnak içinde zafer duygusu gibi bir şey yok. Çünkü bu 50 şarkıya baktığım zaman, üst üste dinlendiği zaman bu 50 yılda ne kadar çok acı çekmişiz. Arkadaşlarımız öldürülmüş, hapishanelere girmişiz çıkmışız…

20 yaşımda yaşadığım şeylere bakıyorum 70 yaşındayım yine aynı şeyler oluyor. Yunan Mitolojisi’nde Sisifos efsanesi vardır; Sisifos tanrılar tarafından bir cezaya çarptırılmıştır. Kayayı tepenin başına kadar çıkarır ve çıkardığı anda kaya aşağıya yuvarlanır düşer ve tekrar çıkarır. Sisifos, sonsuza kadar bunu yapmaya mahkûmdur.

Yine hapishane önlerinde nöbetteyiz

Biz de yine hapishane önlerinde nöbet tutuyoruz, yine arkadaşlarımız hapishanelerde ve yine biz dayanışmalara gidiyoruz. Bunun bir sonu yok mu? Bu albümde Fazıl Say’ın çaldığı ve Seranat Bağcan’ın söylediği ‘Yiğidim Aslanım’ı dinliyorum bütün o ölen arkadaşlar aklıma geliyor.Sezen Aksu ‘Günlerim’i söylüyor cenaze törenleri aklıma geliyor. ‘Memik Oğlan’ı Kubat söylerken Berkin Elvan aklıma geliyor.

Toplumun dışında fildişi kulede yapmadım bu besteleri. Toplumun içindeydik, denizin içindeki balık gibi her türlü fırtınasını, her türlü cefasını, derimizde hissettik. Ve dolayısıyla bunlar şarkılara döküldü o bakımdan Türkiye’nin 50 yılının acılı tanığı oluyor bu. İçinde tabii ki aşk şarkıları, hasret türküleri, coşkulu şarkılar da var; ‘Gün Olup Alır Başımı Giderim’ , ‘Karlı Kayın Ormanı’, ‘Ey Özgürlük’ gibi. Tüm bu albümü dinlerken “Ya bu memleket ne kadar çok şey çekmiş” duygusuna kapılıyorum.

Güneş toplamaya devam edeceğiz

Her insan gibi bazen umutsuzluğa kapılsam herkes bana “Senin umutsuz olmaya hakkın yok, hep umut verdin bundan sonra da umut vermeye devam edeceksin” dediler. Onun için bu albüme biraz da o tarafıyla bakalım. ‘Güneş Topla Benim İçin’ demiştik yine güneş toplamaya devam ediyoruz. Çünkü hiçbir canlı organizma kendini öldürmez, kendini yok etmez.

Tarihte her insan toplumu ilerler. Türkiye’de mutlaka ileriye gidecek. Ama zikzaklar çiziliyor. Mesela 1940’lar Almanyası 1920’ler Almanyası’na göre çok daha gerilemiş. Ama en sonunda daha ileriye gitmiş. Şimdi bizim de böyle. Şu an demokrasiden, insan haklarından çok ödünler verilen çok acı çekilen bir dönemdeyiz. Ama bunu da aşacağına eminim memleketin.

Şarkıları dinlediğimde ‘ne çok acı çekmişiz’

Başka daha ileriye doğru gidecek ama bu zikzaklar bir insan ömrü için de çok yaralayıcı oluyor. Çünkü insanın ömrü ile ülkenin ömrü arasında büyük bir zaman farkı var. Ama bu albümü dinleyince kendimle ilgili değil de ülkeyle ilgili, geçmişle ilgili ne kadar çok acı çektiğimizi düşündüm. Onu söylüyorum ama geleceğe umutsuz bakmamı getirmiyor bu.

Bestelerimde Anadolu’nun ses sistemi var

Yorumcuları hayranlıkla dinliyorum. Ancak ben bir yorumcu değilim. Ben sadece kendi parçalarımı seslendirdim. Yani Aşık Veysel gibi diğerleri gibi. Benim bestelerimin temelinde bizim Anadolu’nun binlerce yıldan beri gelen ses sistemi var. O ses sistemleri o kadar önemli ki biz farkında olmadan kendi kromozomlarımıza karışmış olarak doğuyoruz. Ve bu ses sistemiyle ilgili bir şey duyduğumuz anda yüreğimiz birdenbire çırpınmaya başlıyor.

Öyle fırtınalı günlerden geçtik

Hürriyet Gazetesi’nde bir yazı çıkmıştı “Yıllar geçiyor, yine bir toplum bir albüm çıkıyor. Kaylı Kayın Ormanı’nda yine bir numara oluyor” gibi. “Bunu artık müzikologlar araştırsın” diye yazıyordu. Bence de öyle. Ama kendi kendime düşündüğüm zaman birkaç şey buluyorum. Bir tanesi bu Anadolu’nun çok arkaik ses yapısına ses sistemine dayanan besteler yapıyor olmam bu yerlilik duygusu getiriyor. İkincisi ise tabi duruşunuz önemli. Öyle fırtınalı günlerden geçtik, Türkiye de geçti ve sizin bu süreçlerdeki duruşunuz önemli.

Umudu kesme yurdundan

Darbeden sonra 1980’de bir parça yapmıştım; ‘Umudu kesme yurdundan”. Ben hep aynı fikirdeyim, umudu kesme yurdundan, insan tükenmez. Çünkü bizim ülkemizde ne kadar acı çekilse görüyoruz tükenmiyor, tüketemiyorlar. Keşke bu acılar çekilmeden olsaydı ama demek ki böyle. İbn-i Haldun “Coğrafya kaderdir” demişti. Ben buna çok inanıyorum. Bizim coğrafyamız maalesef böyle; acı üreten bir coğrafyada yaşıyoruz.