Aydaki Canavar’ın en güçlü yönü soykırım suçunun en temelinde yatan ölümle üreme arasındaki diyalektik ilişkiyi sade bir üslupla ama gayet zekice anlatabilmesi

Türkiye’nin Ay(na)daki Canavar’ı

LERNA EKMEKÇİOĞLU*

“Ne yani tüm Ermeniler yetim mi?”

Sevişmek artık işe dönüşmüştü. Zaten hep öyleydi de son zamanlarda Seta ve Aram Tomasyan çiftinin bedenleri için bu eylem artık hırsla, sıklıkla, hızla, bir amaç uğruna ve bitmez tükenmez bir umutla girişilen bir ayin olmuştu. Aram yok edilen ailesinin yerine yeni bir aile inşa edecekti. Seta, Aram’a gönül borcunu ödeyecek ve sonunda onu mutlu görebilecekti. Doğacak bebek(ler) yaşadıklarının, gerçekten sağ kaldıklarının nihai kanıtı olacaktı. Bacakları sızlayana kadar sevişmeliydiler.

Türkiyeli okurlara müjdeler olsun. Richard Kalinoski’nin 19 dile çevrilmiş, Moskova’dan Japonya’ya kadar birçok ülkede sahnelenmiş oyunu Aydaki Canavar, Ayşan Sönmez’in kusursuz çevirisiyle bgst Yayınları’ndan çıktı. ABD’de tiyatro öğretmenliği ve oyun yazarlığı yapan Kalinoski Ermeni değil, hatta kendi deyimiyle “Ortadoğu’nun görkemli kültürlerinden bihaber bir Amerikalı”. Ama yazarın kimliği onun Ermenililerin soykırım sonrasında yaşadıkları acıların, umutların, hayallerin ve hayal kırıklıklarının derinliğine inmesine engel olmamış. 107 kısa ama sembollerle dolu sayfada, yalın fakat derin olay örgüsüyle ve mükemmel seçilmiş başlığıyla Kalinoski hem Ermenilerin öyküsünü anlatmış hem de insanın.

Yüksek sesle şarkılar!
Oyunda üç kişi var. Başrol Seta’nın. O bir fotoğraf gelin. 1921’de, 15 yaşındayken, Anadolu veya İstanbul’daki bir yetimhaneden Milwaukee, Wisconsin’e gönderilir. Kendisi gibi yetim olan fakat Amerika’ya daha önce varabilmiş Aram, ona yetimhaneden gönderilen 37 tane kız fotoğrafı arasından seçip beğenip birçok yere ve kişiye paralar dökerek Amerika’ya getirtmiştir. Seta, Aram’ın karısı olur ama ona çocuk veremez. Ailesinin öldürülmesine ve bir Türk tarafından ablasına tecavüz edilmesine şahit olan Seta uzun yıllar çektiği açlıktan dolayı artık regl olmuyordur. Soykırım, ondan kadınlığının önemli bir bölümünü çalmıştır. Aram’ın ise tek gayesi öldürülmelerine şahit olduğu ailesinin yerine kendi ailesini koymaktır. Seta’dan tek isteği uslu, sessiz, ev işleriyle meşgul ve doğurgan bir gelin olmasıdır. Tıpkı memlekette Tomasyan sülalesinde olduğu gibi. Seta ise şehirli bir aileden gelir, babası avukattır ve annesi güzel sesiyle bilinen yüksek sesle şarkılar söyleyen bir kadındır. Seta da sessiz bir kadın değildir; sıklıkla kıkırdar.

Oyunun temel ekseni hayatta kalan bu iki yetimin geçmişte deneyimledikleri şiddete verdikleri farklı tepkiler etrafında dolanır. Ailesinden ona kalan tek fotoğraftaki kafaları kesen ve onların yerine kendisiyle karısının kafalarının fotoğraflarını koyan fotoğrafçı Aram yaşadıklarını Seta’ya dahi anlatmamakta direnir. Tek amacı Amerika’da bir yerlere gelebilmek ve fotoğrafın boş kalan kafalarını kendi bebekleriyle doldurabilmektir. Seta ise “tüm kederini bir fotoğrafa sığdıran” ve yıllar boyunca doğamayan çocukları için tekrar tekrar ölen kocasının tersidir. O da, kendi deyimiyle, “hayatta kalan ölü bir insan”dır ama hayata devam edebilmeyi seçer ve bunu yapabilecek kadar cesurdur. Ailesinin yok edilişinin hikâyesini Aram’la tekrar tekrar paylaşır. İtalyan komşulardan kek yapmayı öğrenir, onlara yahni tarifi verebildiği için kendiyle gurur duyar. Aram’ı sever. Onunla hayatı paylaştığı için ve Amerika’da, güvende olduğu için kendini şanslı hisseder. Yeni dünyaya ayak uydurduğunun en büyük kanıtıysa gösterdiği müteşebbis ruhtur; kısa zamanda yaptığı kekleri dışarıyla satmaya başlar. Dağıtımcı olarak da küçük yetim Vincent’ı seçer. Oyunun üçüncü aktörü olan İrlandalı Vincent yetimhanede pederlerin hakaret ve istismarından kaçmış, sokaklarda dilencilik ve bazen hırsızlık yapmaktadır. Seta onu eve alır ve bir süre sonra Aram dahi ona ısınır. Üçü birlikte fotoğraf çektirirler. Üç yetim bir aile eder.

Aydaki Canavar’ın en güçlü yönü soykırım suçunun en temelinde yatan konu olan ölümle üreme arasındaki diyalektik ilişkiyi böylesine sade bir üslupla ama gayet zekice anlatabilmesi. İntikamının yeni bebekler doğurarak almaya çalışan, soyunu devam ettirmek için obsesif bir şekilde sevişen Aram’ın amacına ulaşamaması ise suçun telafi edilemezliğinin ve geri dönüşünün olmamasının en temel bir sembolüdür. Erilliğini koruyan ve onu kanıtlamak isteyen Aram’ın tersine Seta’nın bedeni (ruhu bunu istese de istemese de) yaşadıklarının silinemez bir damgasını taşır; o beden artık Ermeniliği çoğaltamayacaktır. Oyun boyunca ayna, fotoğraf, oyuncak bebek, palto ve pul koleksiyonu gibi birçok metaforik nesne aracılığıyla kurgulanan anlatı sayesinde hayatta kalabilmenin ve hayata devam edebilmenin ne kadar da zor olduğuna şahit oluruz. Ama bu imkânsız da değildir.

Tıpkı Türkçede olduğu gibi Ermenice’de de masallarla yani “bir varmış (gar) bir yokmuş (çi gar)”la başlar. Aydaki Canavar’ın birçok perdesinin de bu sözle açılması tesadüf değil. Kalinoski bize “çi gar”ı “gar”a çevirmeye mahkûm olmuş bir halkın bütün öyküsünü kısa bir metinle, sade bir dille, duygusallığı sömürmeden ama duyguları yok saymadan anlatmayı başarıyor. Bir yokmuş. Bir varmış.

*Doç. Dr., Massachusetts Institute of Technology