Tekellerin alternatifi kamudur. Liberallerle “ama özel verimlidir, devlet verimsizdir” safsatasını tartışmak artık bizim için anlamlı ve verimli olmaktan çıkmıştır. Mesela Küba’da her mahallede spor salonu var ve ücretsiz… Bu işin ekonomisi, matematiği ve mantığı bunu gerektirir. Bizim vizyonumuz da bu olmalıdır

Türkiye’nin 'fitness kulübü' tekeli: MACFit

MAC, MACFit ve NuSpa; Türkiye’nin 13 büyük şehrinde 96 kulübü olan bir spor salonu zinciri… 2007 yılında kurulan MACFit, spor ve fitness ile ilgilenen herkesin, hatta ilgilenmeyenlerin bile bildiği bir marka. Kendi yaptırdıkları bir araştırmaya göre, aklınıza ilk gelen spor markası sorusu çoktan seçmeli sorulduğunda, yüz kişinin 90’ı MAC/MACFit cevabını işaretliyor(muş). Bana da biraz şaibeli geldi ama…

Şirketin yüzde 35 hissesi milyarder Şevket Sabancı’nın kurucusu ve başkanı olduğu Esas Holding’e ait. Kalan çoğunluğu da İsak Antika ve Murat Çavuşoğlu’nun kurduğu özel sermaye fonu (private equity fund) Actera Group’a ait. 6 milyon 472 bin liralık başlangıç sermayesi ile kurulan şirketin muhasebe denetimini ise PwC yapıyor.

'Tatlı ocak' ile nasıl para kazanılıyor?!

Düzenli spor yapmak çoğu insanın yeni yıl kararları listesinde üst sıralarda olduğu için, mesela Amerika’da, fitness kulübü üyeliklerinin yüzde 75’i ocak ayında yapılıyor. Türkiye’de en hareketli aylar ise ocak ve eylül. Kişisel spor hocası (personal trainer) Toprak Çağlın, “tatilden moralsiz dönenler gaza gelip eylül ayında, yaza hazırlık yapmak isteyenler de ocak ayında salonlara hücum ediyorlar.” diyor. Ancak bu üyelerin çoğu iki, üç, bilemedim dört kereden sonra salona gitmiyor. Fitness kulübü üyelerinin sadece yüzde 18’i düzenli olarak salonları kullanıyor.

İnsanlara gerçekten kullanabileceklerinden ya da tüketebileceklerinden çok daha fazlasını satmak, MBA programlarında geleceğin kurnaz işletmecilerine ders diye anlatılan bir iş modelidir. Demem o ki fitness salonları esas parayı, ödemeyi yapıp salona gelmeyen müşterilerden kazanır. Öyle bir fiyatlandırma yapılır ki aylık üyelik aşırı mantıksız hale gelir. Çoğu şirketin amacı, yıl boyunca hakkını vererek kullanmayacağınızı bildiği fitness hizmeti için sizden bir yıllık (ya da 6 aylık) ödeme almaktır. Tabii siz tongaya düştüğünüzü, yani verdiğiniz paraya değecek kadar salonu kullanmadığınızı fark ettiğinizde üyeliğinizi yenilemek istemezsiniz. Bu noktada bazı şirketler dönem sonunda üyeliğinizi otomatik olarak yenileyerek kredi kartınızdan parayı çeker. Müşteri hizmetlerini ararsınız, bankaya yönlendirirler; bankayı ararsınız şirkete yönlendirirler; yeniden şirketi ararsınız şubeye yönlendirirler; şubeye gidersiniz, şube kapanmıştır vesaire… Haftalarca, bazen aylarca paranızı geri almak için uğraşırsınız. Buna iktisat literatüründe “hassle cost,” yani uğraşma maliyeti denir. Sistemsel bir hataymış gibi fazladan ödeme alınır, sonra onun iadesi için yeteri kadar yüksek bir uğraşma maliyeti (zaman, stres, oyalama vs.) yaratılırsa insanların bir sürüsü bu süreçten bezip iadeyi almak için uğraşmaktan vazgeçer. Tezgâh doğru kurulduğunda bu çok kârlı bir iş olabilir. Amerika’da en kârlı şirketler aynı zamanda müşteri hizmetleri en berbat olan şirketlerdir.

Sikayetvar.com, ekşisözlük, donanımhaber ve benzeri forumlar MACFit’in buna benzer bir uygulama yaptığını gösteren binlerce şikayet ile dolu, girip bakabilirsiniz. Şirketin resmi macfit.com.tr sitesinde bir müşteri hizmetleri numarası dahi yok. Yani derdinizi anlatmak ya da hakkınızı aramak için herhangi bir kurumsal muhatap bulmanız çok zor. Siteden mesaj atıp talep oluşturuyorsunuz, keyifleri denk gelip sizi ararlarsa ne âlâ… Zaten sikayetvar.com sitesinde MACFit, beş üzerinden bir yıldız ve yüzde 22 memnuniyet düzeyi ile en fazla şikayet alan şirketler arasında. Peki, bu kadar şikayete, bu kadar soruna ve bu kadar iletişimsizliğe rağmen MACFit nasıl var olabiliyor?!

Fitness ekonomisi ve bölgesel tekelleşme

İktisadın en temel prensiplerinden biri rekabetçi piyasalarda fiyatın marjinal maliyete eşit olmasıdır (P=MC). Fitness kulüplerinde sabit maliyet yüksek (ama bir fabrika kadar yüksek de değil), değişken maliyet ise çok düşüktür. Salonu bir kere açtıktan sonra, sıkışıklık (congestion) olmadığı takdirde, ekstra bir kişinin salona gelip çalışmasının marjindeki maliyeti sıfıra yakındır. Model zaten çok basit; 7/24 açık, süper büyük mekanlarda, ileri teknolojili (kamera, barkotlu kart vs.), self-servis hizmet… Geliyorsun, kafana göre çalışıp gidiyorsun. Yani bir otel veya restoran gibi bir sürü garson, temizlikçi, şef, aşçı vs. gibi onlarca personele ihtiyaç yok. Ortalama bir MACFit salonunda, SGK’li dört personel olur. Salonda kayıtlı 15-20 personal trainer özeldir, yani maaşlarını MACFit ödemez. Her hocanın şahıs şirketi vardır; müşteriler, eğer isterlerse, saatlik ücret karşılığı anlaştıkları bir trainer ile birlikte çalışabilirler. Bunun haricinde salonda size program hazırlayacak, gelişiminizi takip edecek bir hoca yoktur. Özel trainer’ların saatlik ücreti ise, tecrübesi ve eğitimine göre, 80 ilâ 150 lira arasındadır.

Görüştüğüm eski bir kulüp müdürü, bir salonun aylık toplam giderinin, mekânına göre değişmekle birlikte, kira dahil 60-80 bin lira civarında olduğunu ifade etti. MACFit’in salon başı 2 bin ilâ 4 bin üyelik kaydı olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, rekabetçi bir piyasada aylık üyelik fiyatının 20-30 lira gibi bir rakam olması gerekir (P=MC). Ama MACFit’in aylık fiyatı 185 lira, daha lüks konsept sunan MAC’in aylık fiyatı ise 490 lira. Ekstra bir kişiye hizmet vermenin maliyetinin bu kadar düşük olduğu bir sektörde böyle fahiş fiyatlar çekiliyor olmasının sebebi tekelleşmedir.

Çoğu şehirde kulüpleri olmadığı için, MACFit’in ülke genelindeki pazar payının düşük olduğu aşikâr. 2018 yılında yaklaşık yüzde 10-12 bandındaydı, 2 milyonluk fitness kulübü üyesi pazarının 200 küsur bini MACFit üyesiydi. 2019 yılındaki amaçları yüzde 30’lara yaklaşmaktı. Ama ülkedeki ekonomik yavaşlamadan ötürü hedefledikleri salon sayısı ve yeni üye kaydına ulaşamadılar. Şimdilik düşük görünen bu rakamlara bakarak MACFit’in bir tekel olmadığı düşünülebilir. Fakat fitness salonu, kitap ya da kol saati gibi taşımayla ticareti yapılabilen bir mal değil, yerelde verilen bir hizmettir. Siirt’te MACFit olup olmaması İstanbul’un Fulya semtinde oturan birini enterese etmez. Bundan ötürü biz, hizmetler söz konusu olduğunda ülke genelindeki piyasa girişine değil, bölgesel pazara bakarız.

Verilere erişimimiz olmadığından rakam vermek zor ama, salonlarının olduğu spesifik bazı bölgelerde MACFit’in efektif pazar payının yüzde 12’den çok daha fazla olduğu aşikar.

Bakın Mecidiyeköy’deki Torun Center, Cevahir AVM ve Trump Towers’ın her birinde sadece MACFit var. Tamam; mesela, Kilyos’ta MACFit yok, onun yerine markasız bir mahalle salonu var, ama sonuçta Mecidiyeköy’de oturan biri daha ucuz ya da daha kaliteli diye Kilyos’taki salona gidemez. Öte yandan mahalle salonlarının kapasitesi düşük, ancak 150-200 üye kaydedebiliyorlar. Ama Trump Towers’daki üye rekortmeni MACFit şubesinin 6 bin civarında üyesi var. Yani 20-30 tane mahalle salonu bir tane MACfit ediyor. Dolayısıyla MACFit, milyonların buluşma noktası Mecidiyeköy’ün merkezinde bulunan bütün AVM’lerdeki yüksek kapasiteli alanları kapatarak, bu bölgede tekel gücü elde etmiş oluyor. Müşterilere neden MACFit’i tercih ettikleri sorulduğunda, öncelikle “hijyen” diye cevap veriyorlarmış. Bence “etrafta başka kulüp yok ki” seçeneğini eklerlerse anket sonucu epey değişebilir. Diyeceğim, birçok insan MACFit’i özellikle “tercih” etmiyor, kurumsal başka bir alternatif olmadığı için MACFit’e “mecbur” kalıyor. Yoksa bu hizmet 490 liralık bir hizmet değil. Ha bir de 45 lira katılım bedeli var, ne demekse o… Hani şu Biletix’in hizmet bedeli, işlem ücreti, e-bilet fata fitisi, kurye bilmem nesi falan diye millete dayattığı saçma sapan bedeller var ya, aynı hesap.

Liberaller hemen “kardeşim, serbest piyasa değil mi, çok kârlıysa başka girişimciler de bu sektöre girer daha iyi hizmet verir, fiyatları kırar, bu şekilde rekabet ederler” diyecektir. Problem de burada zaten; başka “yer” yok. Mecidiyeköy’de MACFit ile rekabet edecek büyüklükte bir salon açacak 1500-2000 metrekarelik boş alan var mı?! Yok… Yani MACFit arzı kısıtlı bir muhitte kilit konumlardaki 3-5 büyük mekânı kapattığı zaman bölgesel tekel haline geliyor.

2012 yılında Türkiye piyasasına giren dünyaca ünlü Jatomi Fitness, beş yıllık vergi teşvik hakkını tepe tepe kullandıktan sonra, 2017 yılında iflas ilan ederek ülkeden kaçtı. Tabii MACFit, hemen, kapanan Jatomi kulüplerine ekipmanlarıyla birlikte çöreklenerek salon sayısını artırdı. Trump Towers (ki MACFit’in lokomotif şubesi sayılır), Marmara Park, Demirören ve Torium’daki salonlar hep bu şekilde açıldı. Zaten AVM’lerde bir tane spor salonu oluyor, o da genelde MAC ya da MACFit oluyor. İkinci bir salonun açılmasını hem MACFit istemiyor hem de AVM yönetimi. Bu şartla yapılan münhasır sözleşmeler de pazarı büyük oranda kapatarak rekabetin önünü kesiyor. Bundan ötürü tek bir şirketin merkezi lokasyonlarda bütün salonların sahibi olmasına aslında müsaade edilmemesi gerekir.

Bakın, mesela, Sağlık Bakanlığı her 3 bin 500 kişiye bir eczane düşecek şekilde tekil eczaneler açılmasına izin verir. Her diploma sahibi bir eczane açabilir. Eğer Bakanlık üzerinden eczane piyasası regüle edilmeseydi, muvazaalı eczane işletmeciliğine müsaade edilseydi, reklam yapmak serbest olsaydı vs., misal, Rebul Eczanesi zincir olurdu; öksürük şurubu 185 liraya satılırdı; üstüne 45 lira hizmet bedeli, 18 lira kolonya vergisi, 10 lira da reçete ücreti verirdiniz…

turkiye-nin-fitness-kulubu-tekeli-macfit-665062-1.
İktisat teorisine göre bu hizmetin fiyatı sıfıra yakın olmalıdır. Bugün, sosyal devlet çerçevesi içinde belediyelerin işçi ücretlerini ve aylık fatura giderlerini çıkaracak şekilde belirlenen 25-30 lira gibi sembolik bir fiyat ile pekâlâ bu hizmet verilebilir. 45 lira katılım bedeli artı aylık 185 lira, fahiş tekel fiyatıdır.



Fitness sektöründe 'aşırı fiyat' var mı?!

Yinelemiş olayım, iktisat teorisine göre bu hizmetin fiyatı sıfıra yakın olmalıdır. Bugün, sosyal devlet çerçevesi içinde belediyelerin işçi ücretlerini ve aylık fatura giderlerini çıkaracak şekilde belirlenen 25-30 lira gibi sembolik bir fiyat ile pekâlâ bu hizmet verilebilir. 45 lira katılım bedeli artı aylık 185 lira, fahiş tekel fiyatıdır. Şu kıyaslamalı rakamlar nasıl kazıklandığınızı anlamanıza yardımcı olabilir:

Planet Fitness, Salt Lake City’de doktoramı yaparken benim de gittiğim, Kuzey Amerika’nın en büyük spor salonu zincirlerinden biri. Aylık ücreti 10 dolar, bugünkü kurla 57 lira falan. Kaba bir hesapla, Amerikalıların alım gücüne göre (6 kat fark) düzeltirsek, yaklaşık olarak bizdeki 9 liraya karşılık gelir. Almanya’daki orijinal McFit ise Almanya, İspanya, İtalya, Avusturya ve Polonya’daki toplam 246 salonun hepsine girişi aylık 19,90 euro’ya satıyor, 125 lira falan; alım gücüne göre düzeltirsek bizdeki 23 liraya denk gelir. Planet Fitness’in yıllık üyelik ücreti ise 39 dolar, yani sadece 225 lira. MACFit yıllık üyeliği, bir yıl taahhütlü, bin 560 liraya satıyor. MACFit’in aylık üyeliği Planet Fitness’in yıllık üyeliğine yakın bir fiyata geliyor. İşte bunlar hep tekel…

Bu yatırımın değeri çok yüksek… Yaklaşık bir tahminle, 250 bin aktif üyesi olan MACFit, aylık kişi başı ortalama 120 liradan (eski ve kurucu üyeler daha düşük ödüyorlar), ayda 30 milyon lira ciro üreten bir varlık aslında. 96 salonun toplam aylık gideri yaklaşık olarak (96*70 bin) 7 milyon lira civarında diye hesap edersek, her ay 23 milyon lira net gelir tekelleşmenin kapitalistler için ne kadar parlak bir fikir olduğunu göstermeye yeter herhalde. Türkiye’nin en büyük özel sermaye fonu olan Actera Group’un, 3-5 sene içinde pazarın büyük bir bölümünü ele geçirdikten sonra Mars Sportif’i birkaç milyar liraya yabancı bir gruba kakalama niyetinde olduğunu görmek için iktisat profesörü olmaya gerek yok. Türkiye’deki toplam gişe hasılatının yüzde 50’sine, reklam gelirinin de yüzde 90’ına sahip olan sinema salonu tekeli Cinemaximum ve rakı pazarının yüzde 85’ine tekabül eden Mey İçki, Actera Group’un yatırım yaptığı tekel konumundaki diğer şirketler. Valla çalış çalış nereye kadar, ben şahsen elde ne var ne yok satıp Actera Group portföyüne yatırım yapmak isterim, tekel işler çok kârlı çünkü. Ama onlar benim paramı kabul etmezler. Çünkü özel sermaye fonları sadece seçilmiş kişilerin parasını işletir.

Şu ironik detayla konuyu toparlayalım. Türkiye’nin en “güçlü” kadınları arasında gösterilen Bahar Uçanlar, Mars Sportif’in yeni ve yerli CEO’su. Bahar hanım bir röportajında gençlerde artan obezite sorununa dikkat çekerek “Bütün işimiz obeziteyle çalışmak diyebiliriz… Amacımız Türkiye’yi daha fit yapmak” demiş. Hadi ama Bahar Hanım; insanlara diyabet, diş çürüğü, kanser ve Alzheimer gibi hastalıklar satan PepsiCo şirketinin Amerika operasyonunda 2007-2011 yılları arasında pazarlama ve strateji direktörlüğü, ardından 2011-2013 yılları arasında dünyaca ünlü abur cubur şirketi Mondelez/Kraft’ın pazarlamadan sorumlu genel müdürlüğünü (CMO) yaptıktan sonra şimdi kalkıp insanlara “amacımız Türkiye’yi daha fit yapmak” demeniz kelimenin en yumuşak haliyle komikliktir. Eğri oturup doğru konuşalım; “performans odaklı” bir CEO olarak sizin amacınız çalıştığınız şirketin yatırımcılarına daha fazla para kazandırmaktır. Yedi hanelik tazminat paketinizin görev tanımı budur. Yarın, misal, McDonald’s Türkiye operasyonu (!!!) size daha cazip bir teklifte bulunursa insanlara obezite satarsınız, yanlış mıyım?!

Tekellerin alternatifi kamudur. Liberallerle “ama özel verimlidir, devlet verimsizdir” safsatasını tartışmak artık bizim için anlamlı ve verimli olmaktan çıkmıştır. Mesela Küba’da her mahallede spor salonu var ve ücretsiz… Bu işin ekonomisi, matematiği ve mantığı bunu gerektirir. Bizim vizyonumuz da bu olmalıdır. Ama ilk etapta belediyeler, hizmet ve ekipman kalitesini attırarak yeni salonlar açıp, aylık personel ve fatura maliyetlerini karşılayacak şekilde sembolik rakamlara bu hizmeti verebilirler. Tabii, o zamana kadar, Actera Group yatırımcılarının temettülerine ve şirket yöneticilerinin fahiş maaşlarına sponsor olmak istiyorsanız MAC ve MACFit salonlarına gitmeye devam edebilirsiniz.

cukurda-defineci-avi-540867-1.