Yeni kitabı ‘Kişisel Direniş’i okuyucuyla buluşturan Aysever; “En çok soru sorulması gereken dönemde kimse bana neden ekranda değilsin diye sormuyor” dedi

'Türkiye'yi zulmün, zalimin dili yönetiyor'

AYDIN DEMİR- aydındemir@birgun.net

Kitapta Türkiye edebiyatının ustalarına göndermelerde bulunuyorsunuz. Nedeni nedir?
Kuşaklar arası el verme, dil sürdürme meselesi önemlidir. Göndermelerdeki amacım bir edebiyat köksüz kalmamalıdır. Köksüz kalırsa yalnız kalırsın, önünü de bulamazsın. Türler arası yakınlaşmanın edebiyatın gelişmesiyle önemli bir ilgisi vardır. Deneme ile şiir arasında sandığımızdan apayrı bir durum var. ‘Kişisel Direniş’i yazarken arı, rafine, dil bilinci olan ve ne dediğini bilen tam bir deneme kitabı olsun istedim. İmgeler var ancak salt imge avcılığının peşine düşmek kötü şairin işidir, denemeci olarak da yanlışa düşürür.

Kitapta sistemle ilgili sorunlara ‘çocukluk’ kavramı üzerinden geniş yer veriyorsunuz. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz?
Türkiye gibi ülkelerde bütün örgün eğitimler, cemaatler dar ve gerici çevreler, söylenceler türdeş insan yaratıyorlar. Şimdi mahalle arasında iki taş koyup maç yapma şansı sıfır. Dayanışmadan uzak. Yaratıcılıkla ilgili hiçbir analiz yapılmasına izin verilmeyen bir yapıda yaşıyor çocuklar. Gericiliğin, baskının dayattığı hiçbir örneği göstermeyebilirsiniz ve onu sadece deneyimsiz bir insan yapmış olursunuz. Seksen sonrası sonraki kuşakta bunun sayısız örneği var. Gezi bu yüzden ilginç oldu.

80 sonrasının ‘apolitik olma’ halinden mi bahsediyorsunuz?
Bir arkadaşım kızını anlatırken, “17 yaşında bebekle oynarken gördüm, bu kız ne zaman büyüyecek diye kendime soruyordum, ertesi gün Gezi’de gördüm. Bir anda politik bilinç edindi” demişti. Belki sol dille açıklanabilecek bir sınıfsal hareket olarak tarif edilemezdi ama yaşamı savunan farklı grupların bir araya gelmesi, güzel bir dünyanın mümkün olacağı sonucu vermesi ilginçti.

Toplumda Gezi’yle birlikte bir heyecan, umut belirdi…
Gezi’yle bir diriliş yaşandı. Gezi yok olmayacak. Ama şu acıyı yaşayacağız. Seçim sonuçları her ne olursa olsun daha otoriter, daha zalim, daha baskıcı, enstrümanlarını daha otoriter kullanan bir iktidarı göreceğiz. Buna karşılık Gezi’deki kadar saf ve gülümseyerek duran bir kitle de karşısında olmayacak iktidarın. 80’lerde, 90’larda bedel ödemenin ne olduğunu bilen örgütlü, deneyimli bir Kürt hareketi var. Halkın içine IŞİD bilerek sokuluyor. Alevi mahalleleri TOMA’larla taciz ediliyor. Yüzde 40-50 oy almasıyla övünen (ki bu ancak otoriter rejimlerde olur) iktidarın baskısı karşısında yüzde 80’de oy alsan senin zalimliğin karşısında kemikleşmiş, bir adım geri atmayacak bir kitle var. Türkiye’yi zulmün, zalimin dili yönetiyor.

80 sonrası dönemi yaşamış birisi olarak ne söylemek istersiniz?
Türkiye’de cehalet üzerinde sağlanmış bir mutabakat var ve bu herkesin işine yarıyor. Piyasacılığı körüklüyor. İktidarı kolaylaştırıyor. Türkiye’de 1983’te Özal iktidar oldu. 2002’de Erdoğan. Özalizmin yetiştirdiği kuşaklar Erdoğan’ı iktidar yaptı. Bir ömrüm var ve felaket. Çocukluğum Demirel’le, gençliğim Özal’la, orta yaşım Erdoğan’la geçti, geçiyor. Tanrı bana bir hayat borçlu.

Tuluhan Tekelioğlu’nun hazırladığı işsiz bırakılan gazetecilerin belgeseli olan ‘Persona Non Grata’ belgeselini nasıl değerlendirirsiniz?
Mağdurlarla mağdur edenler arasındaki dengeyi iyi kurmak gerek ve mağdurla mağdur eden aynı safta olmamalı. Medya sorumluluk mevkiinde olan insanların aklanmasına sebebiyet verecek bir iş yapılmamalı.

Belgeselde Gezi sürecinde Fatih Altaylı gibi medyada sorumlu kişilerin, şimdilerde özür dilemesine ne dersiniz?
Suç işliyorsun, sonra iktidarını kaybedince vicdanını hafifletmeye çalışıyorsun. “Keşke böyle yapmasaydık” demek, birisinin özür dilemesi, bu özrün kabul edileceği anlamına gelmez.

Belgesel’de konuşan Aydın Doğan’ın ‘Penguen belgeseli yayını tam bir şapşallık’ sözleri epey konuşuldu...
Dönemin tanığıyım. Aykırı sorular soran birisi olarak Aydın Bey’le şeffaf bir ortamda uzun erimli bir söyleşi yapabilirim. Önemli olan nasıl konuştuğunuz ve karşınızdakinin size nasıl yanıt verdiği.

Siz de o zaman Doğan Medya’da çalışıyordunuz. Gezi döneminde hatası yok muydu?
CNNTürk her şeyi doğru yaptı demiyorum ama o günkü koşularda haksızlığa uğradı. O dönem, Gezi’yi en çok yayınlayan Halk TV, ikinci olarak CNNTürk, üçüncü bir yayınlayan yok. Bütün medyanın korktuğu, öldüğü, kaçtığı bir dönem. Gelelim idarecilere. İdareciler evet, arkadaşımdır ama yanlış yapmıştır. Gezi’de Türkiye’nin her tarafında olan bir vakayla karşı karşıyaydık. 24 saat yayın yapılması gereken bir süreçti. Bu açık ve net. Ben ve arkadaşlarımın payına düşen, kendi yayın saatimizde diretip bu yayını yapabiliyorsak yayını yapmalıydık. Yapamıyorsak istifa etmeliydik.

Neler yaşanıyordu o zamanlar?
CNNTürk’te 1 Mayıs yayını yaptığım için yayından sonra AKP’nin topuyla tüfeğiyle Doğan medyasına saldırdığını biliyorum. İrfan Değirmenci’nin sabahki Gezi yayınından sonra kıyamet koptu kanalda. Ankara temsilciliği aracılığıyla korku yayıldı. Bizzat Hüseyin Çelik’ten gelen telefonlar susmuyordu.

Aykırı Sorular programınıza ne oldu?
Türkiye’nin en çok soru sorulması gerektiği dönemde kimse bana “Sen niye ekranda değilsin?” demiyor. Cezam ne, suçum ne bilmiyorum. Geçen yıl neredeyse 7 ay yapılmamış Aykırı Sorular programı için bu yıl ödül veriliyor.

Şu dönemde iktidar tarafından ‘aykırı soru’ soran kimselerin istenmediği görülüyor…
Bu ülkede eğer adil, vicdanlı soru sorarsan ideolojik yapın ne olursa olsun insanlar saygı duyuyor.