Sırtını aralığa vermiş kasımın güneşi,  koca çınarın yaprakları yarı dökülmüş gövdesinden sızıp  Sırçınar sakinlerini biraz olsun ısıtacak güce

Sırtını aralığa vermiş kasımın güneşi,  koca çınarın yaprakları yarı dökülmüş gövdesinden sızıp  Sırçınar sakinlerini biraz olsun ısıtacak güce sahip değildi. İşte bu yüzden Şiktan, koca çınarın altında sağlı sollu iki adet ısıtıcı koyarak sigara tiryakilerinin gönlünü hoş etmenin yolunu bulmuştu. Aynı zamanda sattığı çaylar, kahveler de ayrı bir yol bulma sevinci veriyordu ona. Tiryakiler ısıtıcıların başında duman dumana bir sohbete dalmıştı. Bayramın üçüncü günü. Ziyaretler bitmiş, sıra kahve buluşmasına gelmişti. Hacı da tiryakiler grubundandı. Her yıl olduğu gibi bu yılda koca bir danayı beş kardeş birlik olup kurban etmişlerdi. Kurbanını icra etmiş olan Hacı’nın suratında Sırat’ı geçmeyi garantilemiş olmanın tatlı bir gülümsemesi yer etmişti. O ağzı kulaklarda haliyle Kasap Hüseyin’e takıldı;
-“ Hüseyin sana gerekmez, kâfirsin amma  şu yeğenin Rıdvan oğlanı evinde bulamadım. Bir parça kurban eti vereyim istemiştim. Nereye gider bu çıplak oğlan bilmem ki?”
Kasap Hüseyin’in  o gün neşesini hiç kimse bozamazdı, gayet sakin;
-“ Allah kabul etsin Hacı, ama sen kırk dana da devirsen yerin yinede köprünün bu yanı. Yani bizimlesin anlayacağın. Onun için bizimle iyi geçinmeye bak. Rıdvan da birkaç günlüğüne köyüne gitti, eş dost ziyaretine. Aslında bir amacı da  kışlık erzak düzmek. Ne yapsın gariban, hem ziyaret, hem ticaret işte”
Hoşaf Sami; -“ Her ne kadar,  kısmetsiz it kurbanda sılaya gider derlerse de sen yine de garibin kurban hakkını ayırıver Hacı, gelince verirsin.”
O sırada sokak başından ağır aksak çıkıp gelen Hıdır Dayı’ da, çınar altı sohbetine dahil oldu. El sıkışma, el öpme, selamlaşma faslı tamamlandıktan sonra Hacı bu kez de Hıdır Dayı’ya sataştı. –“ Eee Dayı yağlı kavurmaları götürmüş gibisin bakıyorum, hemen de göbek yapmışsın vallahi.. “
Hıdır Dayı;-“ Eysen, hoşsan da hiç Allah’tan korhmisan be Hacı. Ne gurbanı, ne eti. Leben çorbasına kaşık salladık bayram sabahı ama ona da şükür. Onu da bulamayanlar var.”
Hoşaf Sami; -“ Arkadaşlar, bu Şiktan’ın ısıtıcıları belden yukarısını ısıtıyor sadece. Vallahi ayaklarım dondu benim, içeri giriyorum ben” deyip kahveye doğru yöneldi. Ardından sigara molasını zoraki bitiren çınar altı tiryakileri hep birlikte kahveye doluştular.
Şiktan iki masayı yan yana getirip hemen çayları tazelemek üzere ocağa seyirtti.
Çınar altı sohbeti, ocağın karşısında iki masaya kümelenmiş Sırçınar müdavimlerince mayalanmayı sürdürdü.  Aslen Denizli kökenli olup, İzmir’de uzun süre kalmış olduğu için’ İzmirli’ lakabıyla anılan Ali’ye takılmayı kendine iş edinen Dümenci Holi;
-“Ülen İzmirli, dün gâvurdunuz, bu gün hem gâvur hem faşist oldunuz. Vallahi yatacak yeriniz yok sizin oğlum.”
İzmirli Ali;” Kimi deyon leen alaz gözlü köpeğen enciği. Ama ne deyem sen de haklısın. Ekşittiler güzel İzmir’i vesselam. Ekşittiler de seni de böyle gocuman gocuman söylediyolar. Sana bi şey demeecem emme İzmir’i ekşitenlere bi çift sözüm vaa elbet.
Dümenci Holi ;-“ deyiveeeceksen deyivee gari Ali !”
İzmirli ali ;-“ Deyiveecem o ki, gına yaktıkları yeeelerini dalgan ısırsın. Hem onların hemi de senin Holi.”
Cenap Hoca;-“Arkadaşlar gırgır bir yana MHP’lisi, Sosyal demokrat geçineni, statükocusu hepsi bir tasta bu günlerde. Bir olmuşlar topluma milliyetçilik, şoven duygular zerk ediyorlar. Faşizm gerçekten her yerde aynı suratla çıkıyor karşımıza. Baksanıza Kıbrıs’taki bayrak Beşparmak’tan Trodos’lara ışıklar saçarak bakarken öte yandan da Atatürk, Buca’dan Kadifekaleye baktırılıyor.”
Yeni dem çayları masaya servis eden Şiktan’da söze giriverdi;
-“Hiç mi umut yok Cenap Hoca?”
Şiktan’ın sorusuna Cenap Hoca yerine Hıdır Dayı yanıt verdi;
-“Bakın size bir mesel anlatayım da dinleyin. Aladağ yaylalarında bir Türkmen çoban birkaç davarını yitirmiş, aramaya çıkmış. Bir yandan arıyor bir yandan da türkü çığırıyor. Derken yolda köylülere rastlamış, davarlarını görüp görmediklerini sormuş.
-“Görmedik.”  demiş köylüler.” Ama merak ettik, davarını kaybeden kişi türkü söyleyerek mi arar?”
Çoban;-“ Vallahi ağalar bir umudum şu tepenin ardındadır.  Yok orada da bulamazsam seyreyleyin siz bendeki ağlamayı.”
Çayından koca bir yudum alıp sözünün ardını bağladı Hıdır Dayı;-“ İşte böyle Şiktan, umut var mı yok mu bilemem. Ama bildiğim, bu halk, umudu hep önündeki tepenin ardına saklar.”
Cenap Hoca ;-“ İşin ilginci de, ne o tepeler biter ne türküler bu coğrafyada...”