Emperyalist zorbalığın ‘demokrasi’ götürme, yeni Osmanlıcıların namaz kılma hevesiyle kışkırttığı Suriye’deki çatışmalar 10. yılını geride bıraktı.

Tut sığınmacıyı kap parayı

DERVİŞ CEMAL

Yüz binlerin ölümüne, milyonların yerini yurdunu terk etmesine neden olan Suriye’deki kanlı çatışmalar 15 Mart itibarıyla 10. yılını geride bırakırken Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında imzalanan Geri Kabul Anlaşması’nın üzerinden ise beş yıl geçti. ABD emperyalizminin Türkiye ve Körfez Arap ülkeleri gibi bölgedeki müttefikleriyle birlikte tasarladığı rejim değiştirme planları yakın tarihin en büyük trajedisine yol açarken çatışmaların askeri, siyasi, toplumsal maliyeti ağır oldu. Siyasal İslamcılar üzerinden ‘demokrasi’ götürme hevesi geride yüz binlerce ölü, milyonlarca sığınmacı ve yakılmış, yıkılmış bir ülke bıraktı. Her türlü yeraltı ve yer üstü kaynakları yağmalanan Suriye, küresel güç merkezlerinin etkinlik mücadelesine dönüşürken hâlâ devam eden çatışmalar nedeniyle insanlar ölmeye ve ülkelerini terk etmeye devam ediyor.

Çatışmalar nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan Suriyelilerin en büyük durağı ise Türkiye. Dünyanın dört bir yanına dağılan yaklaşık 7 milyon Suriyelinin 5 milyona yakını Türkiye’de yaşamlarına devam ediyor. Çoğunluğu Avrupa’ya gitmek üzere çıktığı yolda burada kalmak zorunda kalan sığınmacıların bir kısmı kamplarda kalırken milyonlarcası ülkenin dört bir tarafında bin bir zorlukla hayata tutunmaya çalışıyor. Sık sık linçlere, saldırılara ve ayrımcı muameleye maruz kalan sığınmacılar en ilkel koşullarda üç kuruş paraya çalışmak zorunda kalıyor.

Yanlış politikaların neden olduğu sığınmacı sorununun ekonomik, toplumsal, kültürel boyutu var. İlk günden itibaren Suriye’deki çatışmalara müdahil olan, ‘açık kapı’ politikasıyla sığınmacıların gelmesini teşvik eden AKP iktidarı geçen zaman içinde sığınmacıları Batı’ya karşı bir diplomatik koza dönüştürdü. Hem Suriye hem de içerideki otoriter politikalarına göz yumulması için sık sık Avrupa’ya “kapıları açarım” tehditleri savuran Erdoğan yönetiminin şantajları tuttu.

AVRO KARŞILIĞINDA SIĞINMACI BEKÇİLİĞİ

Suriyeli sığınmacıların Avrupa’ya geçişlerinin durdurulması için Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında 18 Mart 2016'da Geri Kabul Anlaşması imzalandı. 2016 başlarında patlak veren göç krizinde çoğu Suriye’den kaçan 1,2 milyon sığınmacıyı topraklarına almak istemeyen Avrupa ülkeleri, Türkiye’den tehlikeli bir şekilde yolları ve denizleri aşarak Yunan adalarına gitmeye çalışan Suriyelilerin Avrupa’ya girişini önlemesi karşılığında Ankara’ya 6 milyar avroluk mali destek vaat etti. AB, Türkiye'nin mülteci almasına yardımcı olmak için her biri 3 milyar avroluk iki ödeme yapmayı taahhüt etti. AB ayrıca, Türkiye yurttaşları için vize muafiyeti, AB'ye üyelik ve Gümrük Birliği’nin genişletilmesi konusunda vaatlerde bulundu. Anlaşma sonrasında yürürlüğe girdikten sonra AB ülkelerine sığınmacı gidişi önemli ölçüde düştü.

AB ANLAŞMA UZATILSIN DİYOR

Ekonomik destek karşılığında sığınmacıları Türkiye’de tutmaktan memnun olan Avrupa ülkeleri anlaşmanın sürmesinden yana. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, hafta başında yaptığı açıklamada, 18 Mart Anlaşması’nın uygulamasının devam etmesi gerektiğini, ileride mutabakatın yenilenmesini isteyeceklerini söyledi.

Anlaşmaya yönelik AB’deki tepkileri yanıtlayan Borrell, "Çok eleştirildi ama bu anlaşma somut sonuçlar doğurdu. Daha az insanın hayatını kaybetmesini sağladı. Düzensiz sınır geçişlerini azalttı. Türkiye'deki mültecilerin ve göçmenlerin durumunu iyileştirdi. Rakamlar ortada. Türkiye'deki mülteciler için yaklaşık 6 milyar avroyu sözleşmeye bağladık" dedi.

Anlaşma yürürlüğe girdikten bu yana Türkiye, Yunanistan’a geçmeye çalışan 2 bin 140 sığınmacıyı geri alırken, Türkiye topraklarındaki 28 bin 621 kişi ise AB ülkeleri tarafından kabul edildi.

DAHA FAZLA PARA PAZARLIĞI

Ancak anlaşma Ankara ve Brüksel arasında karşılıklı suçlamalara neden oluyor. Euronews’in haberine göre Brüksel, Türkiye’yi Yunanistan’daki göçmenlerin geri dönüşünü kolaylaştırmamakla suçluyor. AB kurumları ise yapılan yardımların yerine ulaşıp ulaşmadığı konusunda Ankara’nın kendilerine yeteri kadar bilgi vermediği eleştirisini getiriyor.

AB Komisyonu İçişlerinden Sorumlu Temsilcisi Ylva Johansson pazartesi günü yaptığı açıklamada, “Covid-19 salgınından sonra iki taraf da göçmenleri geri almayı durdurdu. Ancak AB, ağustos ayında göçmenleri tekrar almaya başladı. Geçen yıldan bu yana Türkiye’den gelen 2 bin 500 ila 3 bin göçmeni Avrupa ülkelerine yerleştirdik” sözleriyle AB’nin tavrını özetledi.

Yunanistan Göç Bakanı Notis Mitarakis önceki gün yaptığı açıklamada AB ile imzalanan mülteci mutabakatı çerçevesinde Türkiye'ye yaklaşık bin 500 göçmeni geri alma çağrısında bulundu.

Ankara ise anlaşmanın Türkiye adına adil bir şekilde yürümediği eleştirisinde bulunuyor. Dışişleri Bakan Yardımcısı Faruk Kaymakçı önceki gün Fransız haber ajansı AFP’ye yaptığı açıklamada, “Biz göçmenleri geri almıyoruz çünkü AB sorumluluklarını yerine getirmiyor” dedi. Kaymakçı, Ankara’nın, Türkiye’deki Suriyeli göçmenlerin evlerine dönebilmeleri için Brüksel’den daha fazla yardım beklediğini belirtirken, Türkiye’ye gelen ilave 500 bin Suriyeli yüzünden AB’nin Türkiye’ye yaptığı mali yardımı artırması gerektiğini söyledi. AKP hükümeti AB’nin vermeyi taahhüt ettiği paranın yaklaşık 2 milyar avroluk kısmının kendilerine verilmediğinden şikayetçi.

Erdoğan yönetimi anlaşmanın revize edilmesini talep ederek daha fazla para koparmanın peşinde. AB ise yeni müzakerelerin “Türkiye'nin mültecileri bir koz olarak kullanmasına izin vermesinden” endişeli. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen günlerde yaptığı açıklamada tam üyelik müzakerelerinin ilerlememesi yüzünden Ankara’nın anlaşmayı iptal edebileceği tehdidinde bulundu. AB liderlerinin 25-26 Mart tarihlerinde düzenlenecek zirvede Türkiye konusunu yeniden masaya yatırılacak.

Ankara ile Avrupa Birliği arasında köle anlaşmalarını aratmayan sığınmacı pazarlıkları tarihe bir utanç abidesi olarak kalacak.

tut-siginmaciyi-kap-parayi-854276-1.

GÖÇMENLERLE BİR ARADA YAŞAMAK ZORUNDAYIZ

Suriyeli sığınmacılarla ilgili çok sayıda çalışmaya imza atan Türk-Alman Üniversitesi Göç ve Uyum Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. M. Murat Erdoğan:

Başlangıçta mülteci girişi fazla hafife alındı. Aradan on sene geçti. Türkiye’de doğan Suriyeli bebek sayısı 650 bini aştı. 770 bin Suriyeli çocuk Türk devlet okullarında Türkçe eğitim alıyor, 1.3 milyon civarında Suriyeli çalışıyor. Yeni bir hayat kurdular ve üstelik gidebilecekleri bir ülke de görünmüyor. Yani bizler istesek de istemsek de Suriyelilerle bir arada yaşamak zorundayız. Bu gerçekliği kabul ederek, sorunların kontrolden çıkmasına engel olmak için politikalar belirlemeliyiz. Suriyelilerin gönüllü geri dönüşünü beklemek hayal. Zorla göndermek de mümkün değil. Kapsamlı bir stratejiye, politikaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Aksi takdirde bir gettolaşma, kutuplaşma vs oluşabilir. Bu da beraberinde faklı sıkıntılara yol açar. Eğer sığınmacılar politikacılar için bir siyaset malzemesi olarak, kışkırtıcı bir biçimde kullanılmazsa birlikte yaşam mümkün. Ki aslında Türk toplumu, istemese de endişeli olsa da 10 yıldır Suriyeliler ile birlikte yaşıyor. Göçmen karşıtı söylemler bütün dünyada güçleniyor. Avrupa’daki sağ-popülist söylemlerle Türkiye’dekilerin arasında pek fark yok. Mülteci karşıtlığının siyasi bir getirisi var. Onun için de bu alan sömürülüyor. Ama bu kısa vadeli kazancın topluma zarar vereceğini de unutmayalım.

AB ile olan Türkiye ilişkileri, Suriye’deki savaştan kaçan milyonlarca insanın Türkiye’ye sığınması sonrasında başka bir düzleme kaydı. Bundan önceki dönemde Türkiye-AB arasında insan hakları, ekonomi, güvenlik, genişleme konuşulurdu, şimdi özellikle son 5-6 senedir neredeyse sadece mülteciler konusu konuşuluyor. Yani Suriye savaşının başlamasının ardından Türkiye-AB ilişkilerinde bu sefer AB tarafından kaynaklanan bir eksen kayması yaşandı. Türkiye ile AB arasındaki 18 Mart 2016’da imzalanan mülteci mutabakatı, Yunanistan adalarına çıkan sığınmacıların, iltica başvurularının kabul edilmemesi durumunda Türkiye’ye iadelerini öngörüyordu. Burada bir ayrım yapıldı. Gelen Suriyeli ise Türkiye’ye iade edilecek ama karşılığında o sayı kadar Suriyeli Türkiye’den AB’ye alınacaktı. Suriyeli olmayanları ise Türkiye 2013 Geri Kabul Anlaşması çerçevesinde geri alacaktı. Bunun karşılığında da AB, Türkiye’deki mülteciler için mali yardımda bulunmayı ve yılda maksimum 70 bin Suriyeli mülteciyi yasal yollardan kabul etmeyi taahhüt etmişti. Avrupa, tarihi boyunca karşı karşıya kalmadığı bir mülteci akını ile yüzleşti ve bunun karşılığında masaya oturuldu. Aslında Türkiye ile masaya oturmak zorundaydı.18 Mart Türkiye-AB mülteci mutabakatında, mültecileri tutması için Türkiye'ye mali destek konusunda pazarlıklar yapıldı ve dört yıl için 6 milyon avro konusunda anlaşıldı. Bu mali bütçenin 4 milyar avrosu Türkiye’ye geldi, gerisi de proje bazlı gelmeye devam ediyor. Avrupa bu konuda sözünü tutmuş oldu ancak bu anlaşmanın tek maddesi bu değildi. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu, ülke içinde bu anlaşmanın meşruiyetinin sağlanması için siyasi taahhütler istedi.

Avrupa Birliği’ne Türkiye’nin mültecileri ülkede tutmak ve sınırları geçirmemek adına para alındığına toplumun ikna olmayacağını, siyasi taahhütler ile ancak ikna sürecinin daha sağlıklı olacağı belirtildi. Bu şekilde siyasi taahhütlerin yer aldığı anlaşmanın imzaları atıldı. Türkiye-AB Mülteci Mutabakatında, Türkiye vatandaşlarına vizesiz seyahat hakkı tanınması, yeni müzakere başlıklarının açılması, Gümrük Birliği'nin geliştirilmesi gibi diğer bazı siyasi taahhütler de vardı. Fakat imzalar daha kurumadan, gündemden kalktı. Bu anlaşmadan bugün geriye sadece mali destek kaldı. Bugün AB için Türkiye sadece mültecilerin depolandığı bir ülke olarak görülüyor. Yani AB tipik bir dışsallama politikası yaptı. Bu anlaşmanın imzalanmasının ardından dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu görevden alındı, 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleşti ve onun devamındaki OHAL sürecinde, insan hakları, demokrasi gibi bir dizi alanlarda AB ile ters düşüldü.

AB Dış İlişkiler Temsilcisi Borrell AB-Türkiye mülteci anlaşmasının gelecekte yenilenmesi gerektiğini söyledi. AB bunu tabii ki söyleyecektir. Bunlar iyilikten verilecek mali destekler değil, mülteci akını baskısını azaltmak adına atılan adımlardır. Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarından sonra mülteci geçişleri durdu. Türkiye tüm bunlarla birlikte, Suriye politikasında da AB’nin desteğini arıyor. Ancak Suriye konusunda Türkiye ile ters düşen AB, burada bir çatışma tarafı da olmak istemiyor. Bu konuda ilerleme çok kolay görünmüyor.

ABD’de Biden’ın gelmisiyle söylem değişikliğine giden hükümet Avrupa ile ilişkileri toparlamak adına yeni hamleler yapıyor. Ancak AB, bu konuda da gerçekçi adımlar görmek istiyor.

SAVAŞIN KRONOLOJİSİ

15 Mart 2011

Suriye’de ilk olaylar patlak verdi.

29 Nisan 2011

İdlib’ten ilk Suriyeli sığınmacı kafilesi geldi.

8 Ağustos 2011

Erdoğan ‘Suriye bizim iç meselemizdir" dedi.

5 Eylül 2012

Erdoğan: İnşallah Eyyubi'nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi'nde namaz kılacağız.

19 Şubat 2015

Türkiye ile ABD arasında Suriyeli “ılımlı muhalifler” için hazırlanan eğit-donat programı anlaşması imzalandı.

30 Eylül 2015

Rusya savaşa resmen müdahil oldu.

24 Kasım 2015

Suriye sınırında SU-24 tipi bir Rus savaş uçağı, Türk F-16'ları tarafından düşürüldü.

24 Ağustos 2016

Türkiye Suriye’ye ilk askeri harekat olan Fırat Kalkanı’nı başlattı. Daha sonra iki askeri harekat daha düzenlenecekti.

30 Aralık 2016

Türkiye, Rusya ve İran garantörlüğünde Suriye'de ateşkes ilan edildi. Astana süreci başladı.

20 Eylül 2018

Erdoğan ile Putin Soçi’de İdlib anlaşmasını imzaladı. İkinci İdlib anlaşması ise 5 Mart 2020’de imzalandı.