Mesela ben hiç tutuklanmadım. Bileklerime hiç kelepçe geçmedi. Ama demirin soğuğunu hissettim. Mesela 26 Kasım Perşembe akşamı hepimiz “tutuklandık”

‘TUTUKLANDIK’

ZİHNİ BAŞSARAY
zihnibassaray@gmail.com

Hayatta iyi hissettiğim anların bir bölümü, daha güzel bir dünya hayali kuran insanların bir araya geldiği dönemlerden oluşuyor. Neye göre, kime göre sorusunun sorulamadığı tek yer karşıtlıklar. Bir karşıtlıkta toplaşan insanların, bir araya gelen fikirlerin “neye göre, kime göre?” sorularıyla pek bir alış verişi yok. Bu sebeple son derece net ve keskin bir duruş ortaya koyabiliyoruz ve çok haklıyız. Ancak haklı olmak yetmiyor. Bütün Beşiktaşlı’ların bildiği gibi haklıyken yenilmek yalnızca öfkenizi arttırıyor. Çünkü zaman haklılığı alıp, size sert bir yenilgi bırakıyor.

Aslına bakarsanız daha güzel bir dünya hayali kurmaya başladığımdan beri her şey daha kötüye gitti. Bu hayalin peşinde koştukça insan çirkinlikle daha çok yüzleşiyor. Hele ki belli bir refah seviyesinin üzerindeki şehirlilerden biriyseniz durum çok daha korkunç. Canı yanan insanlar için canını ortaya koyan insanların iç huzurunu asla yakalayamazsınız. Müşterim görür diye yazamadıklarım, toplantım var diye gidemediklerim biriktiğinde tarihin beni korkaklık ve konforla sınadığını anlıyorum ve ne yazık ki yalnız değilim.

Kafamın içinde yarattığım zindanların duvarlarına yazılar yazıyorum. Bütün bu zamanın sancısını kendi benliğime tırnağımla kazıyorum. Sonra da o yaralar kabuk bağlasın diye günlük telaşlara sığınıyorum. Daha güzel müzikler dinlemeye çalışıyorum. Daha iyi filmler izlemek ve daha iyi kitaplar okumak için uğraşıyorum. Çoğunluk ilüzyonunun sebep olduğu travmaları ancak kendime doğru kaçarak tedavi etmeye çalışıyorum.

İnsanlar ölüyor. Ölümün sıradanlaştığı coğrafyalara mahsus bir ayrışmayla yaşamaya alışmak zorunda kalıyoruz. Üstelik bu ayrışma insanlar arasında değil, insanların içinde. Bir yanımız ayağa kalkmak istersen diğer yanımız yorgun. Ancak bu mücadele etmenin yorgunluğu değil. Hani kelimelerin bazı anlamlara gelmediğini söylemiş ya Oğuz Atay. İşte en çok böyle zamanlarda kelimeler anlamından savruluyor sanırım. Bu yorgunluk, duyduklarımızın, gördüklerimizin yarattığı bir hasarın sonucu sanırım.

Mesela ben hiç tutuklanmadım. Bileklerime hiç kelepçe geçmedi. Ama demirin soğuğunu hissettim. Mesela 26 Kasım Perşembe akşamı hepimiz “tutuklandık”. Bu, son yıllardaki sıralı tutuklanışlarımızdan sadece biriydi. Gerçekliğin hapsedildiği bir zamanda da sığınacak çok az şey kalıyor. Mesela 19 Ocak 2007’de de vurulmuştum. Sırtımdan, tek kurşunla. Çok canım acıdı ama hiçbir yerim kanamadı.

Kadıköy’de oturan binali bir arkadaşımın dediği gibi acı bir yerden sonra tur bindiriyor. Çıplak gözle güneşe bakamayan bir nesiliz biz. Ölülerimizi bu yüzden güneşe gömemiyoruz. Toprağa verip unutuyoruz. Unutmak bazen iyi. Delirmemek, dayanabilmek, uyuyan bir çocuğun gülümseyişine sevinebilmek, ele ele tutuşan insanları görünce umut edebilmek için unutmak gerektiğini düşünüyorum bazen. Sonra büyük bir ihanet içerisinde yakalıyorum kendimi. Hani kendi içimizde en az ikiye bölündük demiştim ya, işte böyle bir şey.

Gerçeğin birleştirici gücü, insanı kendi içinde paramparça etmesinden kaynaklanıyor. Önce kendi içimizde parçalanıp, sonra da en acıyan taraflarımızdan tutunuyoruz birbirimize. Birbirimizle tamir oluyoruz yani. Ne kadar olursa artık. Başka coğrafyalardaki acılara, tanımadığımız insanların yalnızlıklarına tutunarak hayatta kalmaya çalışıyoruz. Hani Titanic batarken müzisyenler “Nearer My God, To Thee” çalıyordu ya, şu sıralar sürekli kafamda o müzik var.

Dönüşeceğiz. Başka çaremiz yok. Elbet bu hengame dağılacak. Şimdi yenilebiliriz ancak günün sonunda biz kazanacağız. Çünkü bizim savunduğumuz şey, yani insanlık, masumiyet, adalet kaybederse, dünya gerçekten sert bir ceviz kabuğuna dönüşür. Tabiat buna izin vermeyecek. Elbet bu enkaz kalkacak ve güneşin doğuşunu seyredeceğiz. Elbet bir gün hürlüğün türküsünü söyleyecek bütün ıslıklar. İşte o gün dağılan parçalarımızdan yeni bir benlik yaratacağız kendimize. O yüzden yarına hazırlanmak, güç olsa da güçlü bir gelecek inşa etmek zorundayız.

Çünkü o gün birbirimize bakıp şöyle diyeceğiz: “Sizinle yaşamak bir ayrıcalıktı.”