Hemen her konuda olduğu gibi sosyal medyayı kullanma konusunda da işin suyunu çıkarmayı iyi biliyoruz. Özellikle Facebook ve Twitter’da şike davası sonrası büyük tartışmalar yaşanıyor. Tartışma kısmına bir diyecek yok. Hatta bilakis, belirli bir seviye korunabildiğinde çok yararlı sonuçlar çıkabiliyor.

Twitter’a sürekli bir şeyler yazan birisi değilim ama bir keresinde buraya yazdığım bir yazıya gelen eleştiri sonrası bir tartışma ortamı oluştu. Önce sert çıkan arkadaşlara sakin cevap vermem üzerine davaya dair benim bilmediğim ayrıntıları tartışmaya başladık. Çok zihin açıcı bir tartışma olmuştu, bir sürü şey öğrenmiştim.

Size gelen eleştiriyi hangi tonda yanıtladığınız kuşkusuz çok önemli. Karşınızdakini küçümsemek veya sert eleştiriye aynı sertlikle yanıt vermek bir anda manasız bir gerilime dönüşebiliyor. Hele söz konusu futbolsa sinirlerin gerilmesi çok daha kolay oluyor.

Fakat nedense bizim buralarda insanlar klavyenin başına geçtiklerinde sanki bir tür dokunulmazlık pelerini kuşandıklarını sanıyor. Önüne gelene içinden geldiği gibi sayıp sövmenin, küfür ve hakaret etmenin çok doğal ve mümkün olduğunu düşünüyor.

Oysa artık sanal suçların tespiti ve cezalandırılması çok kolay. Hem de öyle ‘Valla ben yapmadım, kedi yaptı’ diyerek kurtulmanız mümkün değil.

Bunun en güzel örneğini geçtiğimiz günlerde İngiltere’de yaşandı. 21 yaşındaki biyoloji öğrencisi Liam Stacey maç esnasında bir anda yere düşen ve herkesi korkutan Bolton’lı Muamba’yla ilgili Twitter’da ırkçı mesajlar yazdı. Muhtemelen, Stacey o mesajı yazarken bu işin nerelere kadar ulaşabileceğini aklına getirmemişti.

Fakat ‘oralarda’ bu tür ırkçı mesajlar bizim ‘buralardaki’ kadar kolay yazılamadığı için yaptırımı sert oldu.

Stacey birkaç gün önce tam 56 gün hapis cezasına çarptırıldı.

Mahkemeyi elleri kelepçeli terk ederken ağlıyordu.

Hayatımda hiçbir zaman (Türkiye olması şart değil, herhangi bir) devletin adli yaptırımını savunmadım. Lakin sosyal medyayı sadece insanlara hakaret etmek için kullananların, kişileri hedef alan faşizan isteklerini, hezeyanlarını rahat rahat ortaya dökenlerin bu yaptıklarının yanına kar kalmaması gerektiğini düşünüyorum.

Gerçi bu memlekette kendi siyahi futbolcusunu ‘elin Arabı’ diye tanımlayan, oyuncusuna Kürt kökenli diye forma vermeyen teknik adamlar, futbol yöneticileri olduğu, kimi spor yazarları bizzat köşelerinden ırkçılık kokan yazılar yazdığı sürece taraftara yüklenmek işin en kolayı oluyor.

***

En son yazıda Filistin-İsrail arasında bir futbolcu transferi için yaşanan gerilimden bahsetmiştim. O yazının mürekkebi kurumadan bir haber daha: İsrail’de Beitar Jerusalem diye bir takım var. Belki duymuşsunuzdur. Liglerin en ırkçı takımı. O kadar ki, tribünde atılan ırkçı sloganlar nedeniyle puan silme cezası yemişlikleri var. Tarihinde hiçbir zaman Arap kökenli bir futbolcusu olmamış bir takım. Son olarak Beitar taraftarları bir grup Arap kökenli İsrailliye saldırmış. Görgü tanıkları taraftarların çocuklarıyla birlikte yol kenarında oturan kadınlara tükürdüğünü, bunun üzerine civardaki bir alışveriş merkezi inşaatından çıkan Arap işçilerin müdahale etmeye çalıştığını söylüyor. Bunun üzerine taraftar grubu işçilere saldırıyor. İsrail polisi soruşturma açmış, ayrıca İsrailli barış yanlısı gruplar inşaat alanına gidip Arap işçilerden özür dilemiş, işçilere çiçek dağıtmış. Her hafta İsrail’den bir haberi paylaşır oldum ama bu Beitar sahiden ilginç bir takım. Belki bir ara uzun uzun tarihçesini yazarım.

***

NOT: Size Nurcan’ı anlatmıştım, hatırlarsınız. Merak edenler için bir bilgilendirmede bulunayım. Nurcan iyi. Hafta içerisinde beyin anjiyosu oldu ve hayati tehlikeyi atlattı. Fakat önünde uzun bir yol var. Eski haline dönebilmesi için çok çalışması lazım. Fakat bu kadar kısa sürede bu kadar gelişme kaydeden arkadaşım eminim ki onu da başaracak. Biz henüz göremedik, yoğun bakımdan çıkmasını bekliyoruz. Sanırım bu hafta içerisinde ilk defa görebileceğiz. Bakalım...