Türkiye, 1 Ocak 2009 tarihinden itibaren Konsey’in yeni üyesi olarak göreve başladı...

Dünyanın en büyük uluslararası örgütü olarak kabul edilen Birleşmiş Milletler’in tek yaptırım gücüne sahip organı BM Güvenlik Konseyi.  Türkiye bu organa seçilebilmek için 2003 yılından itibaren  yoğun lobicilik faaliyetleri yürüttü, hatta bu kapsamda ön planda olmayan birçok ülkeye ekonomik yardımlarda bulundu. Türkiye BM Güvenlik konseyi geçici üyeliği için milyon dolarlar harcadı.

 

50 MİLYON DOLAR

Türkiye BM Güvenlik Konseyi"ne geçici üye olmak uğruna adı sanı duyulmamış ülkelerin borcunu ödedi, liderlerini ağırladı, elçilikler açtı, açıyor, hediyeler gönderdi. Bu faaliyetlerin ve harcamaların önemli bir kısmını Abdullah Gül hem Cumhurbaşkanı olarak hem de daha önce Dışişleri Bakanı olarak gerçekleştirdi. Gül’ün destek aradıkları arasında Darfur"daki soykırımın sorumlusu Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir de vardı. Beşir’i Köşk’te karşılayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, daha sonra ABD’deki davette de Beşir’i yanına oturttu.

Gül ve daha sonra da Dışişleri Ali Babacan tarafından Türkiye’nin bu çabaları sürekli Türkiye’nin artık “uluslararası diplomasinin inceliklerini daha iyi öğrendiği” yönünde lanse edildi. 

Türkiye üyelik kampanyası için 50 milyon dolar ayrılırken, bu paranın 20 milyon dolarlık bölümüyle, BM"ye aidat borcu olduğu için oy kullanma haklarını yitiren yoksul üyelerin aidat borçları ödendi. Bir yandan da Türklerin haritada yerini göstermek bir yana, ismini bile duymadığı ülkelerin liderlerine "akıl almaz" jestler yapılmaya başlandı. İnsan hakları sicili tartışma götürmeyecek kadar bozuk olan Sudan"ın lideri top atışlarıyla karşılanırken, Pasifik ve Karayip"in "mikro" ada devletlerinin liderleri Türkiye"de "eğlenceli" toplantılarda ağırlandı.

Dışişleri Bakanlığı ve hükümetin yoksul ülkelere yönelik bu kampanyası içinde, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) da önemli rol oynuyor. Küçük ülkelere yapılan yardımların, o ülkelerin yönetimlerine yapılan "küçük jestlerin" bir bölümü TİKA üzerinden yapıldı.

Bu faaliyetler arasında liderlere "zırhlı, tam donanımlı makam otosu" almak da var.  Türkiye bunları gizli yürüttü. En çok da rakip ülkelerin daha fazla vermesinden korktu.