Ne yazık ki AKP iktidarının kentsel toprağa yaklaşımı ve satış politikası, İstanbul ve tüm kentlerimiz için de bizleri bir çıkmaza soktu. Kamu mülklerinin hoyratça satışı planlamayı imkânsız hale getirdi.

Ülke ekonomisini toprağa yaslamak
Ali Sami Yen Stadı eski (solda) ve yeni hali

Dr. Öğr. Üyesi Tayfun KAHRAMAN
Silivri Cezaevi’nden yazdı. (Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47)

Ekonomik kriz ile birlikte darboğaza giren iktidar, bütçeyi genişletmek üzere bir taraftan vergi artışlarına başvururken; bir taraftan da kamu kaynakları üzerindeki baskısını artırıyor. Baskı altında en kolay sonuç alınacağı düşünülen kaynaklardan biri de kamu mülkiyetindeki kentsel toprak. Basında yer alan haberlere bakarsak kamu mülkü arazilerin satışlarının memleketin her köşesinde arttığını ve bu kez sadece değer yaratma potansiyeli yüksek arazilerin değil, elde ne kaldı ise satışa çıkarıldığını görebiliriz. Ya da iktidara yakın medya organlarında, TOKİ ve iştiraki Emlak Konut GYO’nun kamu arazilerinin satışını müjdeleyen ilanları dikkatinizi çekmiştir.

SERMAYE İÇİN KULLANILDI

AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana söylediği “Bu taşınmazların ekonomiye kazandırılması ile ilgili çalışmalar devam edecektir” sözü, ekonomiyi canlandırmak üzere ilk akla gelen kaynağın kamu mülkü araziler olduğunu göstermektedir. Açık bir niyeti ortaya koyan bu söz, kamu mülkü arazilerin ne kadar kullanıldığının kanıtı gibidir. AKP’nin özellikle 2004’ten sonraki süreçte hızlandırdığı kamu mülkü arazi satışları, o dönemde sermaye birikimine ve inşaat sektörü üzerinden kalkınma hamlesine hizmet ederken; bugün kamunun kaynak sıkıntısını çözmek adına bir çıkış olarak görülmektedir. Aslında, geçen süre içinde kamu mülkü arazi satışlarının dinamikleri ekonomik krizle birlikte değişti.

Kamu mülkü arazilerin sermayenin birikimi için kullanıldığı dönemde siyasilerin söylemlerine yansıyan ifadeler, bu mülklere bakış açısını da bize gösteriyor. Örneğin dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 12 Mart 2007 tarihli Yeni Şafak gazetesinde yer alan Zincirlikuyu Karayolları 17. Bölge Müdürlüğü’ne ait araziye yönelik açıklaması dikkat çekicidir: “Bize ‘Burası fazla etmez 200-300 milyon ederse eder’ dediler. 800 milyon dolara gitti. Sürekli ne diyorlar, ‘İstanbul’un taşı toprağı altınmış meğer’ diyorlar. ’Çevrede rakamlar 1’e 3 katladı’ diyorlar. İş bilenin, kılıç kuşananın. Bu parayı duble yollara ayırıyoruz. Arazide bulunan garajı farklı yerlere kaldıracağız. Böyle kıymetli yeri bu şekilde tutamazdık. Böyle birçok yerler var. Onları zaman içinde aynı şekilde halledeceğiz.” Neredeyse sınırsız yapılaşma hakkı ile imar planları onaylanarak 800 milyon dolara satılan bu arazi üzerinde şu an Zorlu Center yer alıyor. Bu satış yaklaşan genel seçim öncesi döneme damga vuran duble yollara kaynak yaratırken sınırsız yapılaşma hakkı ile yeni sahibine de parasını katlama şansı verdi.

ALTYAPI DEĞİŞTİRİLDİ

Bu sırada satışları kolaylaştırmak adına kurumsal altyapı da değiştirildi. Kamu mülkü arazilerin satışında öne çıkan TOKİ ve karayolları arazisini de satan özelleştirme idaresi, değişen teşkilat kanunları ile hem imar planlarını yapan hem de satışı gerçekleştiren ayrıcalıklı imkânlarla kuşatıldılar. Adeta kamu iktisadi işletmeleri gibi çalışmaya başlayan TOKİ ve Özelleştirme İdaresi imar planı yapma yetkileri ile değerlerini artırdıkları mülkleri, ülkenin dört bir yanında ayrıcalıkları ile sattılar. Kurumsal altyapıda satışları hızlandırmak üzere yapılan değişiklikleri, hukuksal altyapı izledi. Anayasa’nın 35. Maddesinde yer alan “mülkiyet hakkının kullanılması, toplum yararına aykırı olamaz” hükmüne göre mülkiyetin özünde toplumsal faydanın olduğu, anayasal güvence altına alınırken; yapılan yasal düzenlemeler ne yazık ki bu ilkeye bir uyum göstermiyordu. İktidar Meclis çoğunluğuna dayalı yasa yapma gücüne dayanarak değişen pek çok yasal çerçeveyle 20 yıl boyunca kamu mülkü arazilere ve satışlarına ilişkin politikaların yasal altyapısını oluşturdu.

İKTİDARIN TERCİHİ

Kıt ve üretilemez bir kaynak olan toprak üzerindeki kamu mülkiyeti, üzerinde yaşayan toplum için önemli bir düzenleyici işleve sahiptir. Bu anlamı ile kamu mülkü toprağa toplumsal eşitsizlikleri azaltmak üzere etkin bir politika çerçevesi ile dezavantajları gideren bir anlayışla yaklaşılmalıdır. Toprak üzerinden üretilecek bu politik çerçeve ya eşitsizlikleri azaltma aracı olur ya da derinleştirme. Bu iktidarın belirlediği ekonomik ideoloji üzerinden yaptığı bir politik tercihtir. Gördüğümüz gibi, bu perspektifte AKP iktidarının tercihi, toplumsal eşitsizlikleri derinleştiren bir politika izlemek olmuştur.

İHTİYACIMIZ YENİ ANLAYIŞ

Oysaki etkin bir kamu mülkleri politikası, özel mülkiyet ile toplumsal faydayı bir araya getirmeyi başarmalıdır. Özel mülkiyetin yarattığı toplumsal eşitsizliğin azaltılması ve toplumsal faydanın hem kentsel hem de kırsal toprak üzerinde gözetilmesi, ancak kamu mülkiyetindeki toprağın varlığı ile sağlanabilir. Dolayısıyla toprak üzerindeki kamu mülkiyeti, kentsel gelişmeyi en sağlıklı ve topluma maliyeti en düşük şekilde sağlamanın aracıdır. Bu anlamda ihtiyacımız olan, yeni bir yönetim anlayışı çerçevesinde düzenleyici bir irade ortaya koymak ve kamu mülkiyetini artırmak temelli bir yaklaşımı yerleştirmektir.

ÇARPICI ÖRNEKLER

Kamu mülklerinin satışında en çarpıcı örneklerinin E-5, Büyükdere Caddesi güzergâhında Mecidiyeköy-Zincirlikuyu aksında gerçekleştiğini gördük. Bu alanda bugün sadece İBB iştiraki İmar A.Ş.’ye ait olan eski kat otoparkı arazisi kaldı. Kamu mülkiyetinde bulunan Ali Sami Yen Stadı, Likör Fabrikası, Zincirlikuyu Karayolları 17. Bölge Müdürlüğü, YTÜ Meslek Yüksek Okulu, Çağlayan Meydanı, Şişli Endüstri Meslek Lisesi ve bu bölgede bulunan diğer tüm kamu mülkleri ya tamamıyla devredildi ya da kat karşılığı olarak satıldı. Bugün, bu bölgelerde bir imar planı çalışması yapsanız ya da açık yeşil alanlar elde etmeye çalışsanız, elinizde hiçbir mülkiyet kalmadığını göreceksiniz. Bu satışlar ile bölgede sağlıklı bir kentsel çevre yaratmak üzere yapacağınız tüm imar planı çalışmaları imkânsız hâle getirildi.

YER GÖSTEREMEDİK

İBB bünyesinde Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanı görevine geldiğimde, çalışma arkadaşlarımla yaptığımız ilk iş İstanbul’un deprem toplanma ve geçici barınma alanlarını belirlemek ve bu alanları hızla İstanbullular ile paylaşmaktı. Fakat deprem toplanma alanlarını belirlediğimiz süreçte, geçici barınma alanı yapacak bir alan olmadığı için yer gösteremediğimiz bu bölgeden birçok şikâyet aldık. Nedeni bölge için mezarlık alanlarını deprem toplanma alanı olarak belirlememizdi. Şikâyet ve itirazların haklı tarafları olsa da, elde kalan son kamu mülklerinin ve toplanma alanı olabilecek arazilerin satılması nedeniyle aksi mümkün değildi. Deprem toplanma alanı olacak yegâne yerler mezarlıklar kalmıştı: Zincirlikuyu, Feriköy ve Mecidiyeköy Ermeni Mezarlıkları. Mezarlık alanlarını ilan ederek korku yayıyorsunuz itirazları üzerine bu kez deprem dayanımı yüksek yapılar üzerindeki boş alanlar mecburen toplanma alanı olarak belirlendi. Bilimsel ve teknik ilkelere aykırı olsa da yokluktan, altından yol geçen Çağlayan Meydanı, altında otopark olan Cevahir Alışveriş Merkezi önü gibi alanlar yeni deprem toplanma alanları oldu.

PLANLAMA İMKÂNSIZ

Kendi meslek hayatımda karşılaştığım ve çaresiz kaldığım bu acı tecrübenin gösterdiği gibi; kamu mülkiyetindeki arazi ve kentsel arsalar, toplumsal eşitsizliklerin giderilmesinin yanı sıra teknik zorunluluk ve kentsel ihtiyaçlar için de olmazsa olmazdır. Ne yazık ki AKP iktidarının kentsel toprağa yaklaşımı ve satış politikası, İstanbul ve tüm kentlerimiz için de bizleri bir çıkmaza soktu. Kamu mülklerinin hoyratça satışı, planlamayı imkânsız hale getirirken kamunun kentsel ihtiyaçlar çerçevesinde ortak kamusal mekânlar belirlemesi için maliyetleri artırdı. Aslında bugün kazanç olarak görülen satış gelirleri , gelecekte daha büyük bir faturanın bizleri beklediğini gösterdi.

ZAMANIMIZ KISITLI

Bugün kamu mülkü toprağa yaklaşımda keskin bir politika değişikliğine ihtiyaç duyduğumuz ortada. Kentsel toprak üzerindeki spekülatif faaliyetleri engellemek, kentsel ihtiyaçları karşılamak ve kentsel mekanda toplumsal eşitsizlikleri azaltmak için artık zamanımız ve kaynağımız çok kısıtlı. Kamu arazilerini haraç mezat satmaktansa, bırakın bu alanları toplumsal fayda için kentlilere ortak kullanıma açalım. Deprem Parkları, toplanma alanları, yeşil alanlar, meydanlar yapalım. Kentte tüm toplumsal sınıflar için birlikte yaşamanın kaynağı müşterek mekânlar yaratalım. Unutmayalım, birlikte müşterek bir kent inşa etmek için ilk elimizde olması gereken kamu mülkiyetini koruyan kentsel topraktır.