Bu hafta vizyona giren ‘Suna’ filminin başrol oyuncusu Nurcan Eren, BirGün’e konuştu. Eren, “Bu ülkede hâlâ yaşam hakları için mücadele veriyor olmamız içimi acıtıyor. Ama umudumu kaybetmemeye çalışıyorum” dedi.

Umudum bâki
Fotoğraf: BirGün

Emrah KOLUKISA

Geçen yıldan bu yana çeşitli festivallerde görücüye çıkan ve ödüller alan “Suna”nın yönetmeni Çiğdem Sezgin yine BirGün’den Murat Tırpan ile yaptığı bir söyleşide “İstediği hayatı yaşayamayan, istediği kimliğe bürünemeyen, dayatmaların getirdiği ilişkileri yaşayan sıkışmış insanların derdini anlatmayı seviyorum” demişti. Sezgin’in son uzun metrajlı filmi “Suna”da filme adını veren ve hemen hemen her sahnede yer alan Suna karakterini canladıran Nurcan Eren ile konuştuk bu kez. Tarık Pabuççuoğlu, Fırat Tanış, Erdem Akakçe gibi isimlerin de rol aldığı filmdeki rolüyle İzmir’de En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan Eren projeyi ilk duyduğu andan itibaren Suna karakterini oynamak istediğini gizlemiyor.

Suna ile yolunuz nasıl kesişti, oradan başlayalım isterseniz…

Çiğdem Sezgin’le, yönetmeni ve senaristi olduğu “Kasap Havası” filminde de birlikte çalıştık ve çok yakın arkadaş olduk. O dönemde bana “Suna” filminden bahsetmişti. Ben projeyi ilk duyduğum andan itibaren senaryosunu çok sevmiştim ama Suna karakterini oynayacağım aklıma hiç gelmemişti. Tabii teklif gelince çok heyecanlandım. Çünkü Suna hem çok tanıdık ve bizden, hem de keşfedilmesi gereken bir karakterdi.

Tüm filmi taşıyan ve komplike bir rol Suna. Hiç tereddüt yaşadınız mı?

Hayır hiç yaşamadım. Ben yönetmenime ve Suna’ya çok inandım. Etrafımızda çok Suna var ve bu kadar tanıdığım bir karakteri tereddütsüz oynamak istedim. Çünkü Suna’yı görmemiz lazım, göstermemiz lazım diye düşündüm ve böyle bir rolü üstlenmek de gurur vericiydi.

Bir kadın filmi Suna.. Bir kadın tarafından yazılıp çekilmesi bir yana, tüm film bir kadının etrafında dönüyor. Bu anlamda kadınlar bu filmde ne görecek, hangi meselelerinin işlendiğini izleyecek sizce?

Aslında bu coğrafyada kadın olarak yaşamanın yaralarını ve erkeklere öğretilmiş yanlış gücü görecekler. Kadınlara yapılan psikolojik ve fiziksel istismarı, yoksulluğu ve yoksunluğu, kadının normalleştirilmiş hizmetkarlığını, tüm bu sıkışmışlığın arasındaki cesareti, aşkı ve gücü izleyecekler.  Ve bunların dışında da herkesin kendi hayatına denk gelen başka başka anlar, hikâyeler göreceğini düşünüyorum.

OYNARKEN HİÇ ZORLANMADIM

Rolünüze nasıl hazırlandınız peki, zorlandığınız noktalar oldu mu? 

Çiğdem Sezgin, oyuncu yönetiminde son derece hassas ve yönlendirici. Bu projede de Suna üzerine sürekli diyalog halindeydik, bazen saatlerce konuştuğumuz oldu. Aslında bu hazırlık, çok bildiğimiz birini daha da yakından tanımak gibiydi. Tabii bu arada tabir-i caizse senaryoyu da yuttum diyebilirim. Ekip de şahane olunca oynarken hiç zorlanmadım.

Oyunculuk dışında bir alanda eğitimi almış olmanız size avantaj mı getirdi yoksa dezavantaj mı? 

Sesimi kullanmakla ilgili kısımlarda avantaj getirdiği yerler oldu tabii. Zaten oyunculuk ve müzik eğitimi birbirine çok benzer olan ve birbirini besleyen alanlar.

Müzik mi daha baskın sizin için yoksa oyunculuk mu? Hatta şöyle sorayım, birinden birini tercih etmek zorunda kalsanız hangisini tercih ederdiniz? 

Bana mesleğim sorulduğunda ilk cevabım her zaman “müzisyenim” oluyor. Duyduğum her sesi içimde melodiye çeviren bir insan olduğum için müzik vazgeçilmezim ve başka bir yerde benim için.

MOBBİNGLERLE KARŞILAŞIYORUZ

Peki bir kadın için hangi sektör daha çetin? Müzik mi, sinema -TV mi? 

İkisinin de çetin olduğunu düşünüyorum. Zaten kadınlar için her sektörde benzer güçlükler var. Akla hayale gelmeyecek engeller, kopulamamış klişe mobinglerle karşılaşabiliyorsunuz.

Türkiye’de yaşayan bir kadın sanatçı olarak bugün memlekete baktığınızda içinizi nasıl bir duygu kaplıyor?

 Bu ülkede yaşadığımız zorluklar, hâlâ yaşam haklarıs için mücadele veriyor olmamız içimi acıtıyor. Ama çok zorlansam da umudumu kaybetmemeye çalışıyorum.