Umutsuzluğa, korkuya, yalnızlığa karşı…

İbrahim Karaoğlu

Kimi kentlerde zaman durmuştur sanki. Goslar’ın daracık sokaklarında, Ortaçağ’dan kalma binaların arasında dolanırken bariz yaşarsınız bu duyguyu. Ortaçağ’da durmuştur sanki Goslar’ın saati. Ne zaman gitsem, eski bir tarih kitabının içinde kaybolurum, varsıl bir belleğe sahip olan bu müzeler kentinde. Aslında kent de tam bir açık hava müzesi.

Oradaki en önemli yerlerden biri “Mönchehaus Museum”; çağdaş, modern sanatların belleği bir mekân. Uluslararası üne sahip çağdaş sanatçıları onurlandıran, dünyanın en prestijli sanat ödüllerinden biri olan “Goslar Kaiserring”i veriyor her yıl. Henry Moore, Max Ernest, Josep Beuys, Günther Uecker, George Baselitz, Gerhart Richter, Anselm Kiefer, Sigma Polke ve Jörg İmmendorff gibi pek çok öncü sanatçıyı verdiği ödülle onurlandırmış. Aslında onları ödüllendirerek kendini onurlandırmış “Mönchehaus Museum”. Bu sanatçıların çok özel yapıtları da yer alıyor müzenin koleksiyonunda. Binanın en alt katında, Anselm Kiefer’in mekâna özgü kurgulanmış eşsiz bir enstelasyonu var; bahçesinde de içi sanatın mücevherleriyle dolu “Don Kişot Evi”. Ev, Ortaçağ’dan kalma eski bir yapı. İçindeki yapıtları izlerken yüzlerce yıl öncesine, şövalyeler zamanına gidiyorsunuz ve romanın tüm kahramanlarıyla buluşuyorsunuz. Her sanat yapıtı Cervantes’in kitabının görsel tercümesi gibi.

Don Kişot tutkunu Theodor Karl Peter Schenning’in özenle biriktirerek müzeye armağan ettiği koleksiyon; 18. yüzyıldan günümüze kadar yayınlanmış özel Don Kişot kitapları ve dünyaca ünlü sanatçıların resim ve heykelleriyle dolu. Her birinin içine ruhu girmiş Don Kişot’un. Pablo Picasso, William Hogarth, Daniel Chodowiecki, Gustave Dore, Salvador Dali, A. Paul Weber, Le Corbusier ve yüzlerce sanatçının ürettiği Don Kişot yapıtları büyülüyor “Don Kişot Evi”ne gelenleri. Müzeyi ilk gezdiğimde hiç aklımdan çıkmadı bu yapıtlar ve bir gün bunları Türkiye’ye götürüp sergilemek istedim. Ve Miguel De Cervantes’in, ölümünün 400. yılında, elli ayrı dilde ve ülkede iki binden fazla etkinlikle anılacağını öğrendiğimde girişimde bulunarak, zorlu bir uğraşın sonucunda, Mönchehaus Müzesi’nin Don Kişot koleksiyonundaki en kıymetli yapıtlardan oluşan özel bir seçkiyi Meryem Schultz’un koordinatörlüğünde, Bettina Ruhrberg’le birlikte küratörlüğünü yaparak sergilemek için Ankara’ya getirmiştim. Ve bu muhteşem konsepte bizim çağdaş sanatçılarımızdan da elliye yakın Don Kişot izlekli resim ve heykeller katmıştım. 400’ün üzerinde yapıttan oluşan bu sergiyi “Don Kişot’un İzleri” adıyla sunduk. Çankaya Belediyesi’nin katkılarıyla Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde ve Bodrum’da açtığım sergileri binlerce sanatsever izledi. Çok mutlu olmuştum. Ancak beni en çok sevindiren şeylerden biri de sergiye katılan sanatçılarımızdan bazılarının yapıtlarının “Don Kişot Evi”ne, Mönchehaus Müzesi’nin koleksiyonuna katılması oldu.

Bu sanatçılardan biriydi ressam Zahit Büyükişliyen. “Don Kişot’un İzleri” sergisi için bir resmini istediğimde çok özel bir Don Kişot resminin görselini göndermişti. O resim şimdi Almanya’daki müzede. Sonra, uzunca bir süre Don Kişot izleği üzerinden resimler yaptı Zahit Hoca ve benim sergimden bir yıl sonra, Bodrum’daki Art Suites Gallery’de “Hommage a Don Quijote” adıyla sergiledi. O sergisini, “Cervantes tarafından Don Kişot, başlangıçta, her sınıftan okurun büyük ilgisini çeken şövalye romanlarının ince işlenmiş bir parodisi olarak tasarlanmıştı. Ama yazıldığında çok geniş boyutlara ulaştı. Don Kişot’ta zengin ve yaratıcı düş gücü, sonu gelmeyen bir mizah, yaşamın anlamını ve gerçekliğin yapısını derinden bir kavrayış göze çarpar. ‘Don Kişotluk yapıyorsun’ deyimi dünyanın her yerinde anlam kazanmıştır. Birçok ressamın yorumladığı bir düş kahramanı olmuştur. Daumier’den Picasso’ya kadar resimlerinde bu karakterlerin yer alması ve çoğaltılmasıyla önemli bir motivasyon kazandığımı söyleyebilirim. Salt kişilik değil, çevresi ve ortamdaki öğelerle birlikte daha uzun bir süreç resimlerimde yorumlanacağı kanısını taşıyorum” diye tanımlıyordu “Don Kişot’a Saygı” sergisini. Sergideki soyut dışavurumcu yapıtlarıyla; inatçı, cesur, kimi zaman da bilge gibi sağduyulu bir vizyoner olan Don Kişot’u ve şövalyeliğin yaşadığı toplumun belleğindeki gölgelerini çağına tercüme eden, çağıyla hesaplaşan Cervantes’in duygularını yansıttı tuvallerinde.

Ve uzunca bir süre “Don Kişot” dolaştı resimlerinin içinde. Özel koleksiyonlara girdi bu resimlerin hemen hemen hepsi.

Ve bu sergiden beş yıl sonra, postacı, Burçak Gönül’ün, İnkılâp Kitabevi Yayınları’ndan çıkan “Yel Değirmenlerine Karşı/ Bir Ressamın Anıları: Zahit Büyükişliyen” kitabını bana getirdiğinde hiç şaşırmadım. Cervantes’in kitabının en evrensel ikonografisi olan ve savaşılması zor olan güçleri temsil eden “Yel Değirmenleri”, yazar Burçak Gönül’ün babasını anlattığı kitabın da esin kaynağı olmuş. Aslında Zahit Hoca’nın, büyük hayallerle dünyaya meydan okuyan ve daha yaşanabilir bir dünyayı inşa etmeyi sezdirerek gerçekçiliğin öncüsü olan Cervantes’e, yarattığı ikonografi üzerinden bir saygı duruşu olmuş kitabın adı.
Resim sanatımızın yaklaşık son yarım asırlık gelişiminin tanığı ve kendine özgü biçemiyle, duruşuyla, sıra dışı bir sanatçı olan Prof. Dr. Zahit Büyükişliyen’in yaşam öyküsü serüveninin değişik evrelerini anlatan, “Yel Değirmenlerine Karşı” özel bir buluşma alanı olmuş bu kitap.

Zahit Hoca’nın yaşamını yönlendiren, biçimlendiren olayları ve olguları birbiriyle bağlamlı bir akış içinde yansıtıyor. Burçak Gönül, çoğu bölümlerde kahramanın gözüyle, onun duyarlılığıyla yorumlarda bulunarak; devingen, akıcı bir anlatı örüntüsü oluşturmuş. Büyükişliyen’in yaşantısını belirleyen etkenleri, sosyal çevresiyle yaşadığı ilişkileri, o dönemlerin siyasal ve toplumsal özelliklerini değerlendirirken tarihçi bir yazar gibi davranmış. Anlatısını, sanatçının yaşamındaki en önemli değişimler ve dönüşümler üzerinden panoramik bir görünümle sunmuş. Uzun bir anlatı kitabı “Yel Değirmenlerine Karşı”. Anlatılanlar, ustaca bir düzen içinde, yaklaşık yüz başlıkla konulandırılarak, bütünsel bir teknik kurgu oluşturmuş. Büyükişliyen’in kimliği ve yaratıcı kişiliği üzerinden güçlü bir bellek ve anlam oluşturmuş kitap. Sanatsal yaratı sürecini, sıradanlaştırmadan, tekrarlara düşmeden yaşam döngüsünün odağında tutan ve çoğaltan yetkin bir sanatçının yaşama ve anılara tanıklığı bu kitap. Okuyup koydum kitaplığıma ama Zahit Hoca’nın “Sanat bir ürün değil bir süreçtir. Bu süreç sonunda ortaya çıkan şey, etik, estetik ve adalet kavramlarıyla örtüşüyorsa sanat olarak kabul edilir. Dünyanın daha iyi bir yer olabilmesi için sanat tüm süreç ve alanlarda olmalıdır” ve “Günümüzde korkan, umutsuzluğa, yalnızlığa kapılan insanların yanında Don Kişot’luk yapan yüreklilere olan ihtiyacımız her gün artmakta” söylemleri hâlâ dolanıp duruyor belleğimde.