Yaygın kayırmacı toplumsal-ekonomik işleyiş, üniversiteleri de akademik birimlerdeki toplantı yapma ya da yapmama, karar alma, kararların onaylanması, görevlendirme, görevini yapmayanları hoş görme gibi süreçlerde kendini gösterebiliyor

Üniversiteler: Mekân ve tutuculuk(III)

Meriç Kırmızı - Dr. Öğretim Üyesi Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi

Bir süredir mekân ve tutuculuk (muhafazakârlık) ilişkisi üzerine düşünüyorum. Buna mekânsal tutuculuk ya da tutuculaşma da diyebiliriz. Mekânı hem dar anlamıyla fiziksel bir yer (bir sokak, apartman, ticari işletme, kamusal yapı ya da alan, vb.), hem de daha geniş anlamda toplumsal alan (eğitim, sağlık, hukuk, politika, ekonomi, güvenlik, kültür-sanat, vb.) olarak ele alabiliriz. Bir kent sosyoloğunun ya da sosyal coğrafyacının ilgi alanı, daha çok fiziksel yerlerin dönüşümü ve bunun insan ilişkilerine etkisi olsa da, bugünkü konjonktürde bütün toplumsal alanlarda genel bir tutuculaşma eğiliminin varlığından söz edilebilir. Daha önce, özel bir kadın plajı ve yeni bir apartmandaki güvenlik kameraları örneklerini incelemiştim. Bu konuyla ilgili, diğer bir alt başlık, her iki anlamdaki mekânlar olarak üniversitelerdeki tutuculaşma olabilir.

Artık neredeyse, üniversitelerin üzerine bir ölü toprağı serpilmiş gibi; üniversitelerin bu ağır örtüden silkinip, yeniden soluk alıp, vererek dirilmeleri güç… Üniversiteler, egemen neoliberal ve tutucu siyaset anlayışlarının yükseköğretimdeki temsilcileri; bu tek yönlü bağımlı ilişki ister istemez kurumların içindeki her birimin işleyişinde de belirleyici ve etkili. Örneğin, sosyal bilimlerde yönetimler genelde, alan dışından akademisyenlerin eline teslim edilmiş durumda. O yüzden mezun olacak bir sosyal bilim öğrencisi işkolunu ağlamaklı bir iyilikseverlik aracı sanabiliyor. Buna bağlı olarak, öğrencilerin önerdikleri araştırma projeleri de sanal ilişkiler gibi suya sabuna dokunmayan, olsa da olur, olmasa da olur türden sorulardan yola çıkıyor. Bu iyiliksever yükseköğretim anlayışı yalnızca, sosyal bilimlere özgü değil. Başka bilim dallarında da akademisyenlerin isteğe bağlı kimi uygulamaları olduğu konuşuluyor, öğrencilerin not karşılığı kan vermeye özendirilmesi gibi.

Birer devlet kurumu olan üniversitelerde insan Weberci bir aşırı bürokrasiden yakınmayı beklerken, işler çoğu kez özel ilişkiler üzerinden yürütülebiliyor. Son dönemde basında sık sık “ahbap-çavuş kapitalizmi” nitelemesi yapılıyor. Yaygın kayırmacı toplumsal-ekonomik işleyiş, üniversiteleri de akademik birimlerdeki toplantı yapma ya da yapmama, karar alma, kararların onaylanması, görevlendirme, görevini yapmayanları hoş görme gibi süreçlerde kendini gösterebiliyor. Bütün bu kapalı işleyiş, saydam ve katılımcı bir yönetim anlayışının eksikliğini gösteriyor. Yine üniversitelerde kullanılan ortak dilde tutucu bir söylem ağır basıyor, “Allahım işlerinize kolaylık versin!”, inşallah ya da “hayırlı günler!” gibi söyleyişlere gündelik konuşmalarda sıkça rastlanıyor. Erkek çalışanlar Cuma günleri birlikte namaza gidiyorlar; o saatlerde personele pek erişilemiyor. Ramazan’da kimi kafeteryalar kapanıyor; Aşure Günü’nde aşure dağıtılıyor. Mezun olan öğrenciler içkisiz, ama pahalı mezuniyet yemekleri ya da mezuniyet kınası düzenliyorlar. Törenlerde davet edilen konuşmacılar laf arasında boşanmadan bir toplumsal sapkınlıkmış gibi söz edebiliyorlar. Var olan durumu sorgulayıp, eleştirecek doktora tez konusu önerilerine sıcak bakılmıyor.Üniversite şenliklerinde kimin sahne alacağı bile mekânsal tutuculaşmanın konusu olabilir.

Bir yandan böylesine belirgin bir mekânsal tutuculaşma ve ahlakçılık yaşanırken, birçok toplumsal alanda olduğu gibi, üniversitelerde de fiziksel, psikolojik, notla ilgili, vb. gücü kötüye kullanma durumları yaşanabiliyor. Ancak bununla ilgili başvuru birimleri yok. Böyle birimler kurulsa da, göreve bütün farklı kesimlere eşit yaklaşıp, her koşulda saldırıya uğrayanın, güçsüzün yanında yer alacak, laik birilerinin getirileceği belirsiz. Kamuda, özel sektörde ve özel yaşamda tacizin ve şiddetin bu kadar çoğalmasının (ayyuka çıkmasının) toplumsal alanda paralel gelişen tutuculaşma ile bir ilgisi olmalı. Örneğin, örtünmeyen kadın, aynen sosyolog Deniz Bağrıaçık’ın ülkemizde yaşayan yabancı kadınlar için saptadığı gibi, erkeğin namusunun ve koruma kalkanının dışında görülüyor. Bunun için, saldırgan erkeklerin çekinecekleri bir cezalandırma riski ortada kalmıyor. Kısacası, içinde debelendikçe çığ gibi büyüyen bir toplumsal cinsiyetçi sorun yumağımız daha oluşuyor.

Üniversiteleri kuşatan ağır havanın içinde biraz soluk almayı ve umut etmeyi sağlayan şey, öğrenciler ve araştırma görevlileri, yani gençler. Bu hava elbette onları da, hatta en çok onları zehirliyor, ama aralarında öyle düşünmeye açık ve akıllı çocuklar var ki, Carl Sagan’ın kitabının başlığındaki gibi, “Karanlık bir Dünyada Bilimin Mum Işığı” ile aydınlanmayı kesinlikle hak ediyorlar.