Özerk üniversite rafa kaldıracağımız eski bir talep değil, yerine ikame edeceğimiz ise ‘özgür’ üniversite deyip mücadeleyi yarınlara havale etmek hiç değil… Özgür yarınlar için, başka bir üniversite ve başka bir dünya için bugünden, bugünün ihtiyaçlarıyla mücadele bir görev olarak öğrencileri bekliyor.

Unutmayın kaldığımız yeri

İrem Yıldırım

Üniversiteler, bilgi üretmek ve bilgiyi yaymak amacıyla, tarihsel olarak başlangıcını özerk felsefi tartışma zeminlerinden alan ve günümüze geldiğinde bilimsel kurum ve kişi topluluğu olarak eğitimde yerini alan zeminlerdir. Bildiğimiz anlamda üniversite kavramının ortaya çıkışıyla eleştirel düşünce ve özerklik üniversitenin kaçınılmaz temel taşları olmuştur. Bilgiyi üretme ve yayma işlevleriyle üniversite ve toplum arasında organik bir bağ bulunur. Dolayısıyla iktidarların ilk olarak gözünü üniversitelere çevirmesi en temelinde buradan kaynaklanır. Üniversiteler egemen ideolojinin yeniden üretim zeminleri midir, yoksa toplumsal bilgi üretimi ve bilgiyi yaymak, özgür- eleştirel düşüncenin var olabildiği bir zemin olmak görevlerini üstlenen kurumlar mıdır? Bu yüzdendir ki geçmişten bugüne üniversiteler hem egemen sistemin yeniden üretildiği hem de sisteme karşı toplumsal muhalefetin yükseltilebileceği alanlardır.

Tahayyül ettiğimiz ne?

Tahayyül ettiğimiz bu üniversite kavramının -ki geçmişten bugüne üniversitelerin hiçbirinde tam anlamıyla bu tahayyülü deneyimleyememiş olmanın sebebini bütünlüklü bir egemen sistem sorunu olarak görmek gerekir- olmazsa olmaz yapıtaşı olan özerklikten tam anlamıyla kast ettiğimiz nedir? Bilimin üretilmesi ve yayılması, eleştirel ve bilimsel tartışma ortamlarının var olabilmesi için özerk bir zemin koşulsuz ihtiyaçtır. Üniversitelerin özgül koşullarına ait tarzları, özgür düşüncenin var olabileceği, insani etikleri sahiplenip aklın ve bilimin doğrultusunda baskısız hareket ve bilimsel çalışma alanı sunabileceği bir ortam üniversite bileşenlerinin kendi söz, yetki ve karar haklarına sahip olacağı özerk bir ortamda mümkündür. Aksi takdirde mevcut iktidarın ve egemen ideolojinin çıkarlarına yönelik dizayn ettiği, bilginin metalaştığı, üniversitelerin birer ticarethaneye öğrencilerinse müşteriye dönüştüğü, bilimsel tartışma ortamlarının engellendiği ve hatta geldiğimiz noktada üniversite kapısının kelepçelendiği bir tablo karşımıza çıkmakta. Bilimin temelini oluşturan sorgulama ve eleştirel düşünmenin engellendiği bir koşulda önce tahayyül ettiğimiz üniversite kavramı alaşağı edilmiş olur ve beraberinde öğrenci-bilgi ve toplum-bilgi ilişkisi paranın tahakkümüne bırakılır.

12 Eylül ve üniversite

Türkiye’de ise 12 Eylül darbesiyle birlikte, ABD güdümlü sağ politikaların ekonomik temelini taşıyan 24 ocak kararlarını toplumun her köşesine dayatmak, hayata geçirilmesi planlanan tüm faşist politikaların karşısında örülecek toplumsal mücadelelerin önüne geçmek amacıyla yapılan ilk hamlelerden biri elbette üniversitelere oldu. YÖK'ün varoluşuyla demokratik özerk üniversite kavramı ortadan kaldırılıp yerine, "piyasacılaştırılan", "niteliksizleştirilen" ve "gericileştirilen" eğitim kavramları bırakıldı. YÖK tüm bu kavramları inşa ederken bir "özerk" üniversite formülü ortaya çıkardı. Ancak YÖK'ün sunduğu özerk üniversite, üniversitelerin demokratik karar alma mekanizmalarını içermiyor elbette. 2001'de Türkiye'nin üye olduğu Bologna süreci ile başlayan ve 2006'da "Türkiye'nin Yükseköğretim Stratejisi" ile vücut bulan bu kavram, üniversite kaynaklarının kamusal kaynaklardan değil, "dış paydaşlardan" karşılanması gerektiğine yönelik birer "sermaye üniversite" yaratmak adına üniversitelerin ekonomik özerkliğine içkin bir formülden söz etmekte. Dolayısıyla üniversitelerin akademik "performanslarının", mali ve idari işlemlerinin dış denetimlere açılmasının önü açılıyor. Bu birtakım "dış paydaşlara" üniversite bileşenlerinin hesap veriyor olması aslında üniversitelerde bilim üretiminin ancak sermayeye yarayacak bir formda olması, üniversitelerin sermaye denetimi altında olması ve ilerleyen aşamalarda eğitimin temel hak olmaktan çıkıp bir ayrıcalık haline gelmesine de zemin hazırlamış oluyor. Dolayısıyla üniversitenin kamusal olmaması; özgür - özerk bir bilim üretiminin ve demokratik üniversitenin önünde bir engel olarak karşımıza çıkıyor.

YÖK, AKP ve ötesi

YÖK'ün başlatmış olduğu üniversitelerde antidemokratik, niteliksiz, piyasacı ve gerici eğitimin oluşturduğu zeminle birlikte üniversiteler AKP iktidarında gittikçe iktidarın birer kalesi haline getirilmeye çalışıldı; akademiye, düşünce özgürlüğüne ve bilime ilişkin tüm zeminler üniversitelerdeki gerici kadrolaşmalar, müfredat düzenlemeleri, birçok üniversiteye atanan kayyumlar ve üniversite bileşenlerine yaptırımlar ile tahrip edildi. Bir işletme mantığıyla her yana açılan üniversiteler, diploma ticareti yapar oldu. Akademik demokratik taleplerinden yaşamsal taleplerine değin haklarını savunan üniversite bileşenleri üzerinde özellikle 2013'ten itibaren gittikçe artan bir iktidar baskısı oluşturulmaya başlandı. Üniversitelerine, akademiye ve bilime sahip çıkan akademisyenler KHK'lar ile ihraç edilirken öğrenciler polis, ÖGB baskısı ve tutuklamalarla karşı karşıya kaldı.

Üniversitelerin YÖK ile başlayan, gerici AKP iktidarı ile devam eden piyasalaşma süreci ile geldiği noktada özerklik korunması ve hatta bir adım ötesine taşınması gerekilen bir kazanım olmaktan öte kaybedilen ve geri alınması için mücadele edilen bir kazanım olarak karşımızda. Bugün ise bir ayı aşkın süredir Boğaziçi Direnişi yakıcı bir biçimde gündemimizde. "Kayyum rektör değil seçilmiş rektör istiyoruz" diyen yüzlerce öğrencinin polis şiddetiyle, gözaltılar, tutuklamalar ve ev hapisleriyle "cezalandırıldığı" ancak demokratik üniversite mücadelesinin inatla ve inançla devam ettiği bir süreç…

ODTÜ ÖTK ve deneyimler

40 yıl öncesine göz attığımızda üniversitelerin pozisyonunun şimdi çok daha geri bir noktada olduğunu görmek kaçınılmaz. Düne bakarken ODTÜ ÖTK deneyiminden(1975-1980) söz etmek "özerk demokratik üniversite ne ola ki?" diyenler için berrak bir örnek olabilir. Demokrasi üzerine adeta bir ders niteliği taşıyan ODTÜ ÖTK deneyimi, öğrencilerin yaşamsal ihtiyaçlarından akademik sorun ve gündemlerine dek tüm kararlarda söz ve yetkiye sahip olduğu, üniversitenin en geniş öznelerinin kendilerine, üniversitelerine ilişkin söz söylediği, bir arada yaşamın ve demokratik kültürün ortak bir mücadeleyle inşasının tarihi örneğidir. Ve 44 yıl sonra bugünlerde Boğaziçi Direnişiyle bir slogan yeniden hafızalarımızda yankılandı: "Hasan Tan ODTÜ'ye rektör olamaz!"

Talep net: Özerk demokratik üniversite

Özerk üniversite talebi geçmişin öğrettiği tüm bu mücadele pratikleriyle ve bugünün koşullarında bugünün ihtiyaçlarına dair yeni bir mücadele hattı örerken geri alınması gerekilen ana taleplerin başında yer alıyor. Dolayısıyla bugün özerk üniversiteyi talep etmek aynı zamanda gerici, piyasacı, sermaye denetimindeki niteliksiz eğitimin reddi demektir. Özerk üniversite rafa kaldıracağımız eski bir talep değil, yerine ikame edeceğimiz ise "özgür" üniversite deyip mücadeleyi yarınlara havale etmek hiç değil… Özgür yarınlar için, başka bir üniversite ve başka bir dünya tahayyülü için bugünden, bugünün ihtiyaçlarıyla mücadele bir görev olarak öğrencileri bekliyor.

"Atlanın gidiyoruz.
Buğulu bir şafak vakti yeniden düşüyoruz yollara
Eski zamanlarda olduğu gibi
Dersimiz tarih. Unutmayın kaldığımız yeri
yenilmedik daha"