Usta sanatçı Genco Erkal: Darbenin her türüne karşıyım

TUĞÇE MADAYANTİ DİZİCİ

Genco Erkal bu yaz bizlere yıldızların altında, bir köşkün bahçesinde bir sahne kurdu. İçinden sokak kedilerinin geçtiği bu sahneden eşsiz sesi ile bir anlık da olsa huzurlu, umutlu bir yerlere gitmemizi sağladı. Genco Erkal’ın ‘Güneşin Sofrasında - Nâzım ile Brecht’ isimli müzikli oyunu yaz aylarında tiyatroların kapanmaması gerektiğinin bir kanıtı gibi adeta. Açık hava, doğal mekânın kullanıldığı bir tiyatro sistemi olarak bizlere yabancı belki ama Genco Erkal bu konuda kesinlikle öncü bir isim.

Sanatı farkındalık yaratmak ve bir mesajı ulaştırmak için araç olarak mı kullanıyorsunuz?

Sanatın politik olduğunu düşünüyorum. En uyutucu, en güldüren sanat bile aslında politik. Onun amacı da insanları uyutmak, önemli konulardan uzaklaştırmak, oyalamak. Ama bizimki öyle değil. Biz başından beri politik tiyatroyu seçtik ve tiyatronun; ülkemizin, çağımızın önemli konuları üzerinde bir tartışma ortamı olarak görülmesini amaçladık. Bazı konulara insanların ilgisini çekip, onlara o konularda sorular sormak istedik.

Ama burada da şöyle bir problem olmuyor mu? İnsan zaten kendi duruşuyla kendine benzer bir kitleyi çekiyor. Sizce asıl ulaşmamız gereken kitleye bu mesajlar ulaşıyor mu?

Maalesef öyle. Ülkemizin en bölünmüş dönemini yaşıyoruz, birileri ve ötekiler olarak. Ama bizim oyunlar öyle değil. Mesela dün gece de bizim gibi düşünmedikleri belli olan izleyiciler de gelip bana CD’li Nâzım Hikmet kitabımı imzalattı. Az da olsa geliyorlar. Daha çok olmalarını isterim tabi. Biz birbirimize hep aynı lafları konuşacağımıza, duymaları gereken kişilerin duymasını tercih ederim.

Olumsuz tepki geliyor mu hiç?

Hayır, hiç gelmiyor. Ama sosyal medyada çok karşıtlarımız var. Troller var ve onlar linç kampanyası yapıyorlar. Bazı laflarımız onları çok rahatsız ediyor ve birdenbire düzeysiz bir şekilde saldırıyorlar. Ama onları da doğal karşılıyoruz artık, onların da geçimi böyle.

Brockett’in Tiyatro Tarihi kitabında biz yokuz. Tiyatromuzun en temel sorununun büyük oyunlar yaratamıyor olması düşüncesine katılıyor musunuz?

Uluslararası arenada kendini kabul ettirmek çok zor. Bir dönem tiyatro yazarlığımız 60lı, 70li yıllarda çok büyük bir rönesans yaşadı; Keşanlı Ali Destanı, Asiye Nasıl Kurtulur gibi güzel oyunlar ortaya çıktı. Ama nedense sonrasında kuraklık dönemine girildi. Şimdi ise yazarlığa hevesi olan gençler hemen televizyona kaçıyorlar çünkü orası çok kolay ve orada çabuk para kazanılıyor. Ama büyük bir çıkmazda olduğumuz kesin. Yazarlık durma noktasına geldi.

Peki, hayatta tiyatroyu kullanmak gibi bir şansınız olmasaydı içinizdeki anarşist ruhu nasıl dışa vururdunuz?

Her şeyin eğrisi doğrusuna denk gelmiş olduğunu düşünüyorum. Aslında çekingen ve içine kapanık bir insanım. Burada sahnede görenler hiç öyle olduğumu düşünmezler belki. Ama bakın işte anarşist diyorsunuz, haklısınız. Öyle öfkeli ve kurulu düzene karşı bir tarafım var ama tiyatrocu olmasaydım bunu dışa vuramazdım belki. Evime kapanırdım, kitaplarımla kendi kendimi yerdim diye düşünüyorum.

15 Temmuz’da büyük bir badire atlattık. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Gerçekten büyük bir badire atlattık. Ülkemiz sürprizler ülkesi. Bundan böyle bizde darbe olmaz diyenlere yaman bir yanıt geldi. En kötü haberin bile aydınlık bir yanı vardır. Bu vesileyle Cemaat belasından tamamen kurtuluyor olma ihtimali güzel bir durum. Ne darbe ne dikta demek lazım. Darbenin her türüne karşıyım. Cemaat kalkışmasını fırsat bilerek sivil darbesini meşrulaştırmak isteyenler ülkemizde en büyük tehlike halen.

Bir yandan sadece biz değil dünya da tam bir kaos içinde. Dünyanın bundan 50 yıl sonra daha iyi bir konumda olabileceğine inanıyor musunuz?

Ümitli olmak istiyorum ama doğrusunu isterseniz olamıyorum. Pek aydınlık görmüyorum geleceği çünkü hep daha kötüye gidiyoruz. Üstelik yaşananlardan kurtulma olasılığı görünmüyor.

Savaş suçluları mahkemesi kurulsa tarihin son 20 yılından kimlerin sanık sandalyesine oturmasını isterdiniz?

O kadar çok suçlu var ki. Kapitalizm dediğimiz büyük felaket, Avrupa Birliği de içinde, İngiltere ile Amerika başı çekiyor tabi. Bütün bu felaketlerde o kadar büyük suçları var ki… Dünya jandarmalığına soyunup, ortalığı karıştırıp kendi çıkarları için güya demokrasi getiriyoruz diye her tarafı tarumar ettiler.

İçinizde hâlâ tamamlanamayan bir eksiklik var mı?

Ben yaptığım işe çok inanıyorum ve bundan çok büyük bir keyif alıyorum. Hâlâ benim için en büyük keyif bir oyunu bulmak, onu hazırlamak, bazen çevirmek, bazen uyarlamak, sahneye koymak, onun dekorunu düşünmek, nerede, nasıl oynanacağını düşünmek. Tabi sancılı bir mutluluk bu. Bir aşk hikâyesi gibi, biliyorsunuz bu hikâyelerin çoğunda göz yaşı vardır, ama gene de odur insanı ayakta tutan.

Aşk! En son ne zaman aşık oldunuz? Tek evlilik yaptınız ve her ikiniz de sonra hiç evlenmediniz?

Yok, bilinçli bir karar değil. Bir tiyatrocunun hayatı evliliğe müsait bir hayat değil. Aşklar olabilir, sevdalar olabilir ama evlilik değil.

Zaten evliliğe çok inanmıyorum. Evliliğin bir şeyleri öldürdüğünü düşünüyorum. Bir de ben yalnızlığı çok seven bir insanım. O kendi kendinle uğraşma hâli, insanın yapacağı işle uğraşması, birileriyle beraber paylaşılacak şeyler değil.

Ama gönül de ferman dinlemez. Hiç mi yolda tökezlemediniz?

Evet doğru, tökezledik tabi, onları saymıyorum ama evliliği bir daha düşünmedim. Evliliğe inanmıyorum diyebilirim.

Dedelik nasıl gidiyor peki?

Çok güzel gidiyor, dedelik bambaşka bir şey. O galiba insanın ilerleyen yaşlarında insanlara verilen en büyük armağan. Çünkü sorumlulukları başkası taşıyor, annesi babası taşıyor. Biz sadece tadını çıkarıyoruz.

Bir şansınız var ve hayal ettiğiniz dört kişiyle bir barda muhabbet edeceksiniz. Bunlar kimler olurdu?

Nâzım’la tanışmayı çok isterdim. Fellini olabilir. Shakespeare çok iyi olurdu, daha onun hakkında bilmediğimiz o kadar çok şey var ki, birinci elden öğrenmek iyi olurdu. ‘Bunları sen mi yazdın?’ demek lazım. Bir de Marilyn Monroe.