Bu yıl 50. yılını geride bırakacak olan Adana Altın Koza Film Festivali’nin yeni yönetim kurulu belirlendi. Buna göre usta sinemacı Menderes Samancılar yönetim kurulu başkanı seçildi. İlk olarak Festivalin adına eskiden olduğu gibi Altın Koza’yı da ekleyerek başlayan yönetim kurulu, Emek Ödülleri’nin adını da ‘Orhan Kemal Emek Ödülleri’ olarak değiştirdi. Menderes Samancılar ile bir araya […]

Usta sinemacı Menderes Samancılar: Ülkede bir çiçek açıyor  bahara doğru gidiyoruz

Bu yıl 50. yılını geride bırakacak olan Adana Altın Koza Film Festivali’nin yeni yönetim kurulu belirlendi. Buna göre usta sinemacı Menderes Samancılar yönetim kurulu başkanı seçildi. İlk olarak Festivalin adına eskiden olduğu gibi Altın Koza’yı da ekleyerek başlayan yönetim kurulu, Emek Ödülleri’nin adını da ‘Orhan Kemal Emek Ödülleri’ olarak değiştirdi. Menderes Samancılar ile bir araya geldik ve başta Altın Koza olmak üzere sanat-siyaset ilişkisini konuştuk.

• Altın Koza’nın yeni yönetimi nasıl şekillendi?

Belediye yönetimi değişince, Başkan Zeydan Karalar bizleri davet etti yönetimde yer almamız için. Timur Savcı, Nebil Özgentürk, Kadir Beycioğlu, İsmail Timuçin gibi isimler hepsi tecrübeli festival yöneticileri. Biz de başkanı kıramadık diyelim. Adanalı sanatçıların ağırlıklı olduğu bir yönetim olsun istedi. Peki dedik ve görev dağılımı yaptık, başladık. Hikâyesi bu. Başka festivallerin birçoğunda ödüller de aldık, ödüller de verdik ama ilk kez yönetim kadrosunda olacağız. Tecrübeli değiliz ama şunu gördük; bütün sektörün sektör temsilcileriyle buluştuk, tamamı bize destek olma sözü verdi. İnanıyorum ki elimizden geleni yapacağız. Temiz, şeffaf, hiçbir ayrım gözetmeyen, sansürsüz, özgür bir yönetim biçimi uygulamaya çalışacağız.

• Neler olacak festival kapsamında?

İlk olarak Adana Film Festivali ismiyle yapılan festivalin adını iade ettik, Adana Altın Koza Film Festivali yaptık. Halkın da geri dönüşleri iyi yönde oldu. Emek Ödülleri vardı mesela, bu sene adını “Orhan Kemal Emek Ödülleri” olarak değiştirdik. Çünkü her sene Orhan abi için özel bir yer olması gerekiyordu, biz bunu daimi kıldık. Diğer ödüllerde de bir değişiklik yok şimdilik. Sadece bütçede biraz kısıtlamaya gittik. Çünkü belediyelerin en büyük sancısı bir yerleri borçlu devralmaları. Bizi sıkıntıya sokmayacaklar, biz de onları sıkıntıya sokmayacağız. Elimizden geldiğince festivalimizi zarara sokmadan halka ulaştırmaya çalışacağız. Tekrar mobil sinema uygulamaları yapacağız, yazlık sinemaları artırıyoruz. Şu anda üç tane yazlık sinema yeri tespit ettik, bu sene yetişmese de önümüzdeki yıllarda kimi kapanış/ödül törenlerini buralarda yapacağız. Yine Sevgi Korteji dediğimiz şeyi yapacağız, sanatçılar halkla buluşacak. Bize destek veren sanatçılar olacaktır diye düşünüyorum, katılımın çok olmasını planlıyoruz. 23-28 Eylül tarihleri arasında yapmayı planlıyoruz. Bu aralarda Emek Ödülleri, Onur Ödülleri vs. olacak. Jüriyi belirlemedik henüz. Tüm işlerimizden ziyade önceliği Altın Koza’ya verdik, canla başla çalışıyoruz.

Aydınlanmanın en büyük faydasını karanlıkta görürüz

• ‘Festival’ kavramının sizde ne türden bir karşılığı var? Neden önemli?

Festival demek sanat ve kültür demek. Halka ne kadar inerse, ne kadar kapsayıcı olursa bir festival o kadar başarılı olacaktır. Bütün festivalleri önemsiyorum ben. Sinema salonu olmayan şehirlerde bile film festivalleri yapılıyor, sanat kültür festivalleri yapılıyor. Önemli olan bunların yapılması. Halk ne kadar sanatla/sanatçıyla iç içe olursa sanata açlığı o kadar hızlı giderebiliriz. Hayatın da, barışın da, kardeşliğin de beşiği sanattır diye düşünüyorum. Sanatın kolu kırıksa ülkede adaletin, demokrasinin de boynu kopuk demektir. En ücra köşelere kadar gitmek hepimizin boynunun borcu. Ne kadar çok yapılırsa o kadar iyi. Ne festivali olduğu önemli değil, ne olursa olsun yapılsın. Belediyelerin destek verip vermemesi önemli değil, halk istiyorsa gerisi önemli değil.

• Altın Koza’yı baz alırsak 69’da başlayıp 50. yılına gelmiş bir festival. 70’li yıllara baktığımızda Anadolu’nun insan hikâyelerini daha sık görebiliyorduk. Halkın hikâyelerini anlatmada festivallerin de rolü var mı?

Bu sinemacıların, tiyatrocuların kendi tercihleri aslına bakarsanız. Sinema nedir aslında? Halkın sorunlarını anlatan bir şeydir. Yılmaz Güney filmleri neden aşılamıyor mesela? Çünkü ‘Umut’ ayarında bir film yapılamadı. Sinema insanları ilgilendirmeli, toplumu ilgilendirmeli. Bir filme gittiğinizde eğlenmemiz, iyi vakit geçirmemiz yetmiyor baktığınızda. Bir şey de anlatmalı. İçtiğimiz kahvenin acı olduğunu hissetmeliyiz yani. Sanat böyle bir şeydir. Dediğiniz şeyin belirleyicisi yapımcılar, yönetmenler, sanatçılardır. Bu süreç de ülkenin politik yapısıyla çok ilgili ister istemez. İnsanlar özgür olduğu zaman insanlara daha çok bu tür filmleri verebileceklerdir ama önemli olan sanatın baskı altında olduğunu hissettiğimiz zamanlarda bu projelerin çıkmasıdır. Çünkü aydınlanmanın en büyük faydasını karanlıkta görürüz. Her şeye rağmen yapılan filmler var, devamı da gelecektir. Değişecek yani bunlar. Herkesin biraz silkinmesi gerekiyor. Bu silkinmeyi yaşıyoruz aslında ama insanların cesaretlerini kırdılar. Yani bir korku perdesi indiği için insanlar düşündüklerini yapamıyorlar. En son baktığımızda bir tiyatrocu arkadaşımızın yargılanması gibi. Yasaklanan tiyatro oyunları var, hâlâ sansür var. Bir yerel yönetici bile bir filmi yasaklayabilecek boyutta. Ama değişecek illaki. Hiçbir şey değişmeden kalmaz. Taş bile değişiyor, insanlar neden değişmesin.

• İmamoğlu’nun 23 Haziran söylemlerinden bir tanesi de, “Sanatçılar konuşacak” olmuştu. Hiç ummadığımız, bugüne kadar hiçbir politik yorumunu duymadığımız sanatçılar dahi bu kampanyaya destek verdi. Korku duvarı mı yıkıldı sizce?

Yıkılacak tabii ki. Kimse korkuyla baskıyla yaşayamaz. İmamoğlu’nun söyleminin ardından insanların cesaretlenip fikirlerini beyan etmeleri doğru ve güzel. Ama zaten bu olacaktı. İnsanlar kıvılcım bekliyor. Gezi olayları da öyleydi. Hiç beklemediğiniz insanlar Gezi’deydi. Kimse beklemiyordu bu kadar insanın orada olacağını. Bir çiçek açıyor ülkede onu görüyoruz, bahara doğru gidiyoruz. O yüzden ben hala umutluyum. İmamoğlu’nun seçimde kullandığı ‘Her şey çok güzel olacak’ sloganı bizim için de geçerli. İnanıyoruz, her şey çok güzel olacak. Kaygılıyız ama umutsuz değiliz. Korkuyla bir yere de varılmaz. Ne olacak ki? Üç gün erken ya da geç ölsen ne olur? Neticede hepimizin varacağı nokta aynı. O yüzden korkuyla bir yere varamayız, herkes biraz cesaretli olmak zorunda. Sanatçılar da cesaretli insanlardır zaten. Cesaretli olmayan sanatla uğraşmaz. Sanat döneklerin işi değil. O yüzden, dönekleri de görüyoruz, korkakları da görüyoruz. Yılmaz Güney örneğine baktığımızda tekrar, ‘Umut’ filmi çekildiğinde yer yerinden oynadı. İnsanlar fark ettiler ki, sanki daha önce hiç bunlar yaşanmamış gibi. Karakolda bir garibanın azarlandığını veya bir faytoncunun atının öldüğünde kendini de öldüreceğini düşündük sanki. Hayır, umut hep var. Güney o filmi yaptıysa bugünkü insanlar da umut gibi filmler yapmak zorunda. Çünkü o bir aşıydı ve o aşı bugün de olsa meyvesini veriyor. Artık ok yaydan çıkmıştır, insanlar yeni ve aydınlık bir Türkiye için yola çıktı şuanda. Kimsenin de fazla istediği bir şey yok ki. Özgürlük, adalet istiyoruz. Her şeye yasak koyarsan olmaz ki. Telefonda konuşamaz hale geldik. İnsanlar mesaj attığı için tutuklanıyorlar. Yani hırsıza hırsız diyemedikten sonra biz niye yaşıyoruz ki? Geldiğimiz noktaya bak. Bu ülke bu noktada olmamalıydı. Her gün kadına şiddet olur mu ya? Her gün kadına şiddet, çocuğa tecavüz. Erkeklerin uyguladığı bu zalimce tavır ne zaman bitecek? Kravatını takana mahkemede indirim uygulanıyorsa biz adaletten kaygı duyarız. Adalet yerini bulmuyorsa hiçbir şey yerini bulmayacaktır. Sanat da bunun için var, halkın gözünü açmak için bunları yapmak zorundayız. Her şeyi göstermemek için el birliğiyle bir mücadele veriliyor ama bunlar değişecek. Sanat değiştirmekle yükümlüdür. Biz de bu değişimin oluşumun içerisinde bu okyanusa bir damla olabilirsek ne mutlu bize.

Özgürlük için ölenler varsa halk da bu özgürlüğü hak etmiştir

• Sanatçı ve sokak da buna gebe değil mi?

Gerçekten çok da bir şey istemiyoruz. Mahkemede eteği kısa diye bir avukatın hâkimden fırça yemesi ne demek ya? Dünyanın neresinde böyle bir şey var? Oruç tutana kimse karışmış mı? Sakalına kimse karışmış mı? Ezanın sesine kimse karşı çıkmış mı? Tansu Çiller zamanında ne diye bağırdı: ‘Ezan bilmez, bayrak bilmez’. Bu ülkede bayrağı indiren mi var, ezanı dindiren mi var? Yani olmayan şeyleri varmış gibi göstermeye çalıştılar. Bu halkı parçalamak için herkes çalışmış sanki. Tabii ki burada emperyalist güçlerin parmağı yok mu? Var. Biz öncelikle onlara karşı mücadele vermek zorundayız. Deniz Gezmişler kahrolsun emperyalizm dediği için asıldılar. Bunun ötesi yok. Halkın özgürlüğü için ölen insanlar varsa, bu halk da bu özgürlüğü hak etmiştir.

• Ama bir yandan da Cumhurbaşkanı Erdoğan da sanatçıları birinci ağızdan tehdit edebiliyor. Bu rahatsız edici de bir şey değil mi sanatçı için?

Değişecektir. Cumhurbaşkanımız da bir gün şapkasını önüne alıp bakacaktır yani. Sanatçı ülkesi için çalışır. Bu ülkenin sanatçısı bu ülkeye düşman değil ki. Ama öyle dönemler gördük ki, bir belediye başkanı çıkıp “Sanatın içine tüküreyim” dedi. Sanatın içine tüküren belediye başkanları olduğu sürece bu ülkede işimiz her zaman zor. Bunlar değişecek. Sanatçının kıymetinin bilindiği günler de gelecek. Sanatçıyı terörle yan yana koymak, kimi örgütlerle ilişkilendirmek vs. yani bunlar bir yere götürmez. Devlet sanatçıya sahip çıkacak, sanatçı zaten devletin her zaman arkasındadır, yanındadır. Koca bir rüya bunlar, bu rüya bitecek bir gün. Ülkede açlık var. Baksanıza koca koca iş adamları hamile vs. dinlemeden kadının üstüne yürüyorlar, arabasına saldırıyorlar. Bunlar yarın mahkemeye çıktığında takacaklar kravatlarını düzeltecekler, ‘O kadar güzel çıktın mahkemeye’ denip affedilecekler yani. Bunların hepsini biliyoruz.

• Ekonomik krizin bu kadar derinleştiği dönemlerde sanata ilgi de azalıyor. Evine ekmek götüremeyen insan kitap da alamıyor, sinemaya da gidemiyor. Böyle bir dönemde yerel yönetimler, sanatçılar, devlet… Ne yapmak gerekiyor?

Sanatçılar toplumsal sorumluluğunu unutmamalı. Sanatçıyım diye sahneye çıkıp indikten sonra halkın meselesine sırt çevirerek yaşamak sanatçıya yakışmaz. Önce toplumsal duyarlılığın olacak. Eğer halkın sorunlarını kendine dert edinmiyorsan sanatçıyım deyip sokağa çıkamazsın. Yani dediğim gibi, açlık ve özgürlük sorunu varsa ülkede ne huzur olur ne de terör biter. Bunları bitirmenin tek yolu eşit bir gelir dağılımı ayarlamak lazım. Bu olmadan olmaz. Paralar vakıflara bilmem nerelere harcanıyor. Her gün benzine, elektriğe oraya buraya zam geliyor. Bu vergiler düşmediği sürece bu ülkeyi kimse refaha çıkaramaz. Bunları ben düşünebiliyorsam bunlar niye düşünemesin? Sevgiye muhtaç bir haldeyiz. Sevmeyi sevilmeyi unutmuşuz. Birbirimizle kol kola yürüyüp gitmeyi unutmuşuz. Yine burada hepimize çok iş düşüyor. Ülkenin sanatçıları ülkeye barış ve kardeşliği getirecekler.

• Türkiye’de yerli sinema birçok engelle karşı karşıya kaldı. Antalya’da Ulusal Yarışma kaldırıldı geçen yıllarda. Şimdi ise üretim azaldı, sinema salonlarına giden insanların sayısı azaldı. Festivallerin durumu düzeltmek için faydası olabilir mi?

Festivaller öncelikle halk için olmalı. Ulusal bir festival yapıyorsun, kendi ülkenin filmi bu festivale katılamıyor, düşünebiliyor musun? Sen kendi halkının önünü kesersen hiçbir yere varamazsın. Onun için yerel yönetimlerin kendi ulusal projelerine, sinemasına, sanatına sahip çıkması gerekiyor. Bir tiyatronun oynayıp oynamamasına bir müftü karar vermemeli, bir müftü karar veriyorsa orada bir sorun vardır. Yani yerel yöneticilere de çok iş düşüyor burada. Konuştuğumuz her şey olumsuz bakarsan ama bunların hepsi değişecek. Halka inip halkla kol kola olmadıktan sonra hiçbir festival istediğine ulaşamaz.

• Yeni Sinema Yasası getirildi. Ama büyük bir sinema salonu tekeli öğrenci indirimlerini kaldırdı bu yasayla.

Baştan sona yanlış, bunların da değişmesi gerekiyor. Sen öğrencine sinema salonlarının, kültür merkezlerinin kapısını açamıyorsan, bugün müzelere bile giremiyor öğrenciler. Fiyatlar o denli pahalı. İnsanlar okuyamıyor. Parası olmayan okula gidemiyor düşünsene. Devletin birinci görevi çocukların okuması olmalı. Sen çocuklarını okutamazsan, okullara rahatça girmelerini sağlayamazsan bu ülkede hiçbir şey yapamazsın. Yani ondan sonra demokrasiden, haktan hukuktan bahsediliyor. Bahsedemezsin. Üniversiteler de aynı durumda, hastaneler de. Parası olmayanın okuma şansı yok. Ülkenin her yanı imam hatip oldu. Ne yapacağız kışlalar dolusu imam mı yetiştireceğiz? Anadolu kalsa okullar kime ne zararı var? Zaten okullarda dini eğitimler var, isteyen istediğini okusun kardeşim. Baskı varsa, karşısında başkaldırı da vardır. Dünyanın her yerinde böyle olmuştur.