Devrimci 78’liler Federasyonu tarafından bu yıl 12 Eylül darbesinin 30. yılı vesilesiyle düzenlenen bir dizi etkinlik kapsamında...

Devrimci 78’liler Federasyonu tarafından bu yıl 12 Eylül darbesinin 30. yılı vesilesiyle düzenlenen bir dizi etkinlik kapsamında şair-fotoğrafçı Mehmet Özer’in çağrısına uyup Cumartesi günü Diyarbakır’a gittim. Bu etkinlikler içerisinde Ankara’da açılan Utanç Müzesi Sergisi önemli bir yer tuttu. Diyarbakır’da ise MAY-DER (Mezopotamya Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Dayanışma Derneği) ve TUHAD-DER’in evsahipliğinde ülkenin çeşitli yerlerinden gelen bir grup aydınla birlikte konuk olduk. Uçakta; Mehmet Demir, müzisyen Yasemin Göksu, Nevzat Karakış ve 5 No’lu Cezaevi belgeselini hazırlayan Çayan Demirel’le tanışma fırsatı buldum. Diyarbakır’a iner inmez havalimanından bizi alan bir servis aracılığıyla MAY-DER’ in binasına gittik. Dernek üyeleri ve Barış Anneleri ile bütün gün beraberdik. Gösterdikleri sıcak ilgiye teşekkür etmek az.

Dernekte, sonradan Nevzat Karakış’ın Cegerxwîn Kültür Merkezi’nde söylediği gibi ‘kime dokunsak bir hikâye kanıyor’du. Kahvaltı sırasında K. isimli beş yaşlarındaki çocuğa aramızdan bir arkadaş başını okşayarak “hadi ne duruyorsun, yesene… Ye ki büyüyesin,” dediğinde annesinin verdiği yanıt hâlâ kulaklarımda. “O büyümez abisi, onun babası yanında değil, o büyümez.”

Babasının ölmüş olduğunu düşündüm.  “…ve babası ölü çocuklar hiç büyümez...” (kimin satırlarıydı şimdi bilemedim)

Sonra Nazım Hikmet’in “Büyümez ölü çocuklar!” mısraını anımsadım. Aklıma Mardin Kızıltepe’de on iki yaşında üzerine kurşun yağdırılan Uğur Kaymaz, ardından Diyarbakır'ın Lice ilçesinde hayatını kaybeden iri şaşkın gözleri içime kazınan Ceylan Önkol ve dahi nice çocuklar düştü. Babası ölü çocuklar da büyümezmiş meğer! K.’nın annesi anlattı sonra, babası on iki yıl yatıp çıktıktan sonra yeniden katılmış gerillaya. Yaralı düşmüş sonra. Aynı suça iştirak ettiği için bu sefer otuz altı yıl yemiş. Şimdi tutukevinde yani. Ama 5 nolu cezaevinde değil, başka bir ilde. Para yetişmediğinden ancak dört- beş ayda bir görmeye gidebildiklerini söyledi. Bunları anlatırken bakışlarında yılgınlığa dair en ufak bir iz yoktu. Tam tersi gözlerindeki ifade gurur doluydu. Sonra Cegerxwîn Kültür Merkezi’ndeki sergide, idam edilenlerin Deniz’in Mahir’in, Yusuf’un, Erdal’ın, Veysel’in, Hüseyin’in ve dahi yol arkadaşlarının son mektuplarını okurken gözlerindeki yaşları silerken gördüm.

Dernekten çıkıp, program akışına göre Yaşam Hakkı Anıtı’nın olduğu meydana geldik. BDP milletvekili Akın Birdal konuştu. Belediye Başkanı Baydemir ve ellerinde kayıplarının fotoğraflarıyla Barış Anneleri de oradaydı. Basın açıklaması yapıldıktan sonra etkinliklerin gerçekleştirileceği Cegerxwîn Kültür Merkezine geldik. Sergi açılışında konuşma yapan Hüseyin Esentürk idam sehpalarında yaşamlarının son on saniyesinde son cümlelerini Türk ve Kürt Halklarının bağımsızlık mücadelesine ayırmalarının bir anlamı olduğunu söyledi. Gösteri ve sunumların yapılacağı salona girdiğimizde ilk olarak Çayan Demirel’in 5 No’lu Cezaevi belgeseli izlendi. Belgesel, duvarlarında “Türkçe konuş, çok konuş” ya da dayak sopasının üstünde “yedi belalı Haydar” yazılarının olduğu işkence okulunun(!), gerçekte Kürdü yok etmek için kurulan bir laboratuar olduğunu anlatılıyordu. Yaşayanların ağızlarından aktarılanları dinlemenin bile zor olduğu işkence uygulamalarını bu satırlarda anlatmaktansa Çayan’ın belgeselini herkesin mutlaka izlemesi gerektiğini söylemekle yetineceğim.

Konuşmacılar tek tek kürsüye çıktı. Söylemleri birleştirip özetleyecek olursam: Sistemin seksen altı yıldır değişmediği, Kürt Halkına yapılan baskıların hâlâ devam ettiği, 60’larda başlayan Türkiye Devrimci mücadelesinin yükselmesiyle birlikte Kürt gençlerinin de bilinçlenip, örgütlenip bu topraklarda mücadeleyi başlattıklarını, yükselttiklerini ve ölümün o kadar da ürkünç olmadığını öğrendikleri, onursuz ve şerefsiz yaşamanın ölümden beter olduğu bilinciyle savaştıkları söylendi. 5 nolu cezaevinde yaşanan işkencelerin unutulmaması gerektiği, unutmanın ihanet olduğu vurgulandı. İtirafçıların faili meçhul cinayetlerde kullanıldığı anlatıldı. İşkenceci Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran’ın cezaevi uygulamalarından bahsedildi. Mehmet Sincar’ın, Apê Musa’nın, Vedat Aydın ve daha binlerce faili meçhul cinayetlerin katillerinin ortaya çıkarılması istendi. Konuşmacılardan şair Zerrin Taşpınar anneler için özel alkış istedi, “en az onlar konuştular ama en önde onlar vardı, bu ülkenin gerçekten yarınını inşa edecek kadınlarımızı alkışlayalım,” dedi. Kürt Halkının yanında olmanın barıştan, emekten, demokrasiden ve eşitlikten yana olmak demek olduğu vurgulandı. Kürtçe ve Türkçe türküler okundu. Daha sonra 5 nolu cezaevine sloganlar eşliğinde yüründü. Basın açıklaması yapıldı. Bir gün önce Diyarbakır’da miting yapan Tayyip Erdoğan’ın cezaevinin yıkılacağının haberini vermesine ithafen, buranın unutulmaması için bir Utanç Müzesi haline getirilmesi gerektiği ve yıkımına izin verilmeyeceği ortak metinde okundu. Dönüş saati gelindiğinde ise herkes kucaklaşıyordu.

Devrimci 78’liler Federasyonu’nun düzenlediği etkinlikler 15 Eylüle kadar devam ediyor. Başta organizasyonda büyük emeği olduğunu bildiğim, onurlu yaşamını, onurlu mücadelesiyle sürdüren dostum Mehmet Özer’e teşekkür ediyorum. Emeği geçenlerin yüreklerine sağlık.