Ütopyadan gerçeğe 100 il projesi
Dr. Ali Mert TAŞCIER - Siyaset Bilimci/Yerel Yönetim Uzmanı
İnsanların, yerleşik hayatın tarihiyle eşzamanlı bazı soruları vardır. Binlerce yıldır benzer sorular sorulur, ama zamana, kişiye, mekana ve düşünceye göre farklı yanıtlar alınır. İşte “ideal kent büyüklüğü nedir” ya da “etkin hizmet için optimum kent ölçeği ne olmalıdır” soruları bunların başında gelmekte. Bu konuya kafa yoran herkes, ideal kentin yüzölçümünden nüfusuna, konumundan güvenliğine kadar her alanda çeşitli standartlar geliştirmiş. Sonuçta, günümüzde de aynı sorular sorulmakta ve yeni yanıtlar aranmakta.
İDEAL KENT BÜYÜKLÜĞÜ
Bundan yaklaşık 500 yıl önce 1516'da Thomas More "ütopya" diye bir sözcük türetti, ama dile bu kadar kazınacak olduğunun farkında mıydı, bilinmez. Ütopyalar, birçok açıdan insanların yaşadıkları yerlerde çeşitli standartlar geliştirmiş ve var olmayan bir yerle ilgili kendince ideal olanı anlatmıştır.
More’un Ütopya'sında devlet, eşit dört bölgeden ve toplamda 54 kentten oluşuyor. Her bir kentte 6 bin hane var. Geometrik biçimlerin ön plana çıktığı kentlerde bir düzen söz konusu.
Tommaso Campanella’nın Güneş Ülkesi isimli ütopyasında kent, 7 halkadan ibaret ve geniş bir ovanın ortasındaki yüksek bir tepede kurulmuş.
Ütopyaların yazıldığı, ama ütopya isminin konulmadığı dönemlerde Platon Critias’ta gelişmiş bir uygarlık olan Atlantis'in, eş merkezli daireler halinde bölündüğünü yazarak, kentin fiziksel özelliklerine atıf yapmış.
Kentlerin fiziksel özellikleri ütopyaların temelinde yer almakta ve bunlar aynı zamanda oranın “iyi yönetilmesini sağlayacak nitelikler” olarak öne çıkmakta. Başka bir ifadeyle ütopyalarda "en iyi yönetim, en etkin hizmet sunumu şu kadar büyüklüğe ve/veya bu kadar nüfusa sahip kentlerde olur" iddiası da başka özelliklerin yanında ileri sürülüyor.
GERÇEKTE İDEAL KENT BÜYÜKLÜĞÜ
Sadece ütopyalarda değil, gerçek yaşamda da ideal kent/optimum hizmet ölçeği arayışı hep var oldu. Bu arayış akademik çalışmalarda ve yasal metinlerde de rahatlıkla görülebilir. Bir kentin yönetiminde çeşitli ölçütlere dayalı yönetim birimleri kurulması oldukça doğal. Belli bir nüfusa ya da büyüklüğe göre yönetimler birbirinden ayrılabilir.
Örneğin mülga 3030 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu “birden fazla ilçeyi sınırları içerisinde bulundurmayı” büyükşehir olmak için yeterli saymıştı. Yerine getirilen 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ise belli koşullara sahip 750 bin nüfusun yanı sıra mevcut valilik binası merkez kabul edilmek ve il mülkî sınırları içinde kalmak şartıyla, nüfusu 1 milyona kadar olan büyükşehirlerde yarıçapı 20 kilometre, nüfusu 1-2 milyon olanlarda yarıçapı 30 kilometre, nüfusu 2 milyondan fazla olanlarda ise yarıçapı 50 kilometre olan dairenin sınırı büyükşehir belediyesinin sınırı kabul etmiştir. Ünlü ismiyle pergel düzenlemesiydi bu.
Yapılan tüm bu düzenlemeler etkin hizmet sunumunda isteneni verememiş olsa gerek ki aynı kanunda 6360 Sayılı Kanunla sistemi derinden etkileyecek değişiklikler yapıldı. Artık sadece 750 bin nüfus büyükşehir olmak için yeterliydi. Daha ötesi her ilin mülki sınırı, büyükşehir belediyesinin de sınırı kabul edilecekti. Üstelik buna gerekçe olarak da etkin hizmet sunumu gösterilmekteydi. Örneğin, Mersin'de büyükşehir belediyesinin, keyfi yolculuğun bile yaklaşık 4 saat sürdüğü, sahil kısmının haricinde, dağlara doğru yoğun yerleşimin olduğu Tarsus-Anamur hattına etkin hizmet sunması ne kadar olası? Bunu açıklayacak ölçek ekonomisi de yok üstelik. Her kente nasıl aynı optimum ölçek konulabilir? “Hizmetin marjinal maliyeti ile hizmetin görüleceği alan ve nüfus miktarı arasındaki ilişki" biçimindeki bir kitabi tanımdan öte bazı hizmetler küçük bazıları da büyük ölçekli belediyelerce daha etkin hizmet sunulabildiği ortada. Optimal ölçek büyüklük, nüfus, toplumsal, ekonomik ve siyasal nedenlerle ülkeye, bölgeye göre hatta hizmetin türüne bağlı aynı ülke ya da bölge içinde de değişiklik gösterebilir. Bu durumda 100 il neyle açıklanabilir?
“ALAYI” İL OLSUN
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, “Yeni yüzyılda 100 il 1000 ilçeden müteşekkil idare yapısıyla, gücüne güç katmış bir Türkiye’yi inşa ve ihya etmemiz mümkündür” sözleriyle ara ara köpüren tartışma yeniden açıldı. Basında aksi yazsa da yaptığımız araştırmalar bu konuda derinlemesine çalışmalar yapılmadığını gösteriyor. Ütopyalardaki kentler gibi il statüsü belirlenmesi sağlıklı sonuçlar vermeyebilir.
Bilgi, iletişim ve ulaşım teknolojilerinin bu kadar etkin olduğu dönemde il sayısının 100'e çıkarılması, başka bir ifadeyle küçülmesi, neye çözüm olacak? O zaman popülist vaatler, bilime dayanmayan gerekçeler seçeneği kenara bırakılırsa il sayısı konusu ayrıntılı çalışmalara dayanmaya muhtaç.
YENİ İLLER KONUSUNDA DİKKATLİ OLMAK
Türkiye'nin, il sayılarını da kapsayan, derinlemesine bir kamu yönetimi reformuna ihtiyacı olduğu açık. İl sayısı, kamu yönetiminin yaşadığı sorunlar içinde oldukça küçük bir paya sahip. Üstelik bu gibi düzenlemeler, telafisi mümkün olmayan sonuçlar getirebiliyor. 6360 Sayılı Kanun ile büyükşehirlerde il özel idarelerinin, belde belediyelerinin, köylerin kapatılmasının yarattığı kaos henüz çözülebilmiş değil. Dolayısıyla muhalefet partilerinin konuya çok dikkatli yaklaşması gerekiyor. Açıkçası il olması muhtemel yerlerde, geçerli gerekçeler olsa bile "hayır" demek, pratik siyasette sorun olabilir. Bu nedenle en azından öneri gelmesi durumunda ideal olana yaklaşmaya çalışmak, toplum yararına olacaktır.
Sadece nüfus kriterine göre davranılmasının önüne geçilmeli.
Toplumsal yapı göz ardı edilmemeli.
Ekonomik koşullar (üretim tesisleri, turizme dönük olanaklar vb) ayrıntıyla ele alınmalı.
Eğitim, sağlık gibi tesislerin varlığı, bunlara ulaşım gibi konular mutlaka konunun uzmanlarıyla değerlendirilmeli.
Değişmez gerçeğimiz deprem başta olmak üzere, afetler bu ayrışmada hesaba katılmalı.
Kırsal nüfus ve onun dağılımı unutulmamalı.
Göl, nehir, dağ gibi doğal sınırlar hesap dışı bırakılmamalı.
Ülkemizin yeni sorunu, koruma statüsü altındaki sığınmacıların il içerisindeki nüfusu ayrıca hesaba katılmalı.
Toplu taşıma, itfaiye, altyapı hizmetleri gibi alanlardaki araç ve malzeme olanakları da değerlendirilmeli.
Fiziki özellikler bu gibi durumlarda öne çıkar. Ancak yerel demokrasi için olmazsa olmaz koşul yerel katılımdır. Bunun, gelişen teknoloji düşünülerek sağlanması elzemdir. Yerel demokrasi, bir kentin sınırlarından bağımsız değildir. Yeni kentler buna göre düşünülmeli.
Özetle ve sonuç olarak ütopyalarda, bilimsel çalışmalarda ve yasalarda hizmet sunumunda optimum ölçeğe dair arayışlar sürüyor ve süreceğe de benziyor. Türkiye'nin koşulları da göz önünde bulundurularak "ben yaptım oldu" anlayışına karşı akıl, bilim, mantık ve hatta vicdanın ön planda tutulması için muhalefet etkin bir duruş sergilemeli.