Ek Bütçenin genel gerekçesi, bekleneceği gibi, iktidarın kur-enflasyon sarmalının oluşmasındaki asli sorumluluğunu tamamen görmezden gelmektedir.

Uyduruk bütçeye kaçınılmaz ek
Bütçeye 880 milyar 474 milyon 775 bin lira ek ödenek Bütçe Komisyonu’nda kabul edildi. (Fotoğraf: AA)

Oğuz Oyan

2022 Bütçesi, henüz yürürlüğe girmeden eskimişti. Aynı şey Orta Vadeli Program (OVP, 2022-24) için de geçerliydi. Bırakalım üç yıllık vadenin ekonomik/mali büyüklüklerini doğru tahmin etmeyi, 2022 öngörülerinin bile tutmayacağı anlaşılmıştı. Hatta 2021 yılının gerçekleşme tahminleri bile gerçeklerden kopmuştu: OVP'nin 2021 sonu TÜFE gerçekleşme tahmini yüzde 16,2 idi; gerçekleşme yüzde 36,08 olacaktı! Daha iki ay sonrasını öngöremeyen bir OVP bir veya üç yıl sonrasını öngörebilir miydi? Tabii haksızlık da etmeyelim; ortada en büyük öngörülemezlik olarak "her şeye karar verici" sorumsuz bir "yüce makam" bulunuyordu. Faiz indirim kararlarıyla her şeyi altüst etmeyi becerebilmişti.

Uyduruk bütçe daha da bozuluyor

Şimdi 2022 Bütçesinin uydurukluğuna birkaç örnek üzerinden bakalım. 2022 yılsonu TÜFE tahmini OVP ve bütçede yüzde 9,8 olarak yer almaktaydı! Bütçenin enflasyon hedefi baştan çökmüş durumdaydı. OVP'nin örtük bir öngörüsü ise TL-dolar kuruna ilişkindi. 2022 için ortalama dolar kuru 1$= 9,27 TL olarak alınmıştı. Oysa bütçenin Meclis'e sunulduğu ekim ayı ortalama dolar kuru bile 9,17 TL idi. Yani TL'nin öngörülen enflasyon kadar bile değer kaybetmemesi gerekirdi! Bütçenin Meclis'te kabul edildiği Aralık 2021 dolar kuru ortalaması ise 13,62 TL idi. Yani hesapların sil baştan yapılması gerekirdi!
TL'nin değerindeki hızlı aşınmanın etkilerini bütçeyi ABD doları cinsinden ölçerek gösterebiliriz: Ekim 2021'de bütçe Meclis'e sunulurken boyutu 190,9 milyar dolardı; aralıkta kabul edildiğinde 128,6 milyar dolara gerilemişti! Henüz yolun başında bütçenin üçte biri buharlaşmıştı! Dolayısıyla bir ek bütçenin zorunlu olacağı erkenden belli olmuştu. Bunun bir nedeni de aralık sonunda başlatılan KKM gibi uygulamaların bütçede ne mali karşılığının ne de yasal dayanağının olmayışıydı. (KKM için Ek Bütçeyle 40 milyar TL'lik bir ödenek getirilmesi gene de yetersizdir; kaldı ki, TCMB'nin üstlendiği KKM yükü de dolaylı/gecikmeli olarak Hazine'ye yansır; KKM vergi istisnaları da cabasıdır).

Dolayısıyla, 20 Haziran'da "2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi" sunulması kaçınılmaz hale gelmişti. Bu ek bütçeyle, 2022 Bütçesinin 1.751 milyar TL olan başlangıç ödeneğine 1.080,5 milyar TL tutarında bir harcama ilavesi yapılarak toplam boyutu 2.831,5 milyar TL'ye yükseltiliyordu.

Ek bütçe aynen kabul edilirse, 2.831,5 milyar TL'lik yeni bütçenin dolar karşılığı, haziranın ilk üç haftası dolar kuru ortalaması 17 TL olarak alınırsa, 166,6 milyar dolar düzeyinde olacaktır. Bunun dahi Ekim 2021 düzeyinin hayli altında kalacağı kolayca görülebilir. Kaldı ki, dolar ve enflasyon ikilisinin yılsonuna kadar gideceği epey bir yol daha bulunmaktadır.

1.080 milyarlık Ek Bütçe, 1.751 milyar TL olarak belirlenmiş başlangıç bütçesine kıyasla yüzde 61,7'lik bir artış anlamına gelmektedir. Artış yüksek gibi görünebilir, nominal olarak öyledir de; ancak kaba bir hesapla enflasyon farkını ancak karşılamaktadır: Mayıs sonu itibariyle yıllık TÜFE yüzde 73,5'tir; bundan 2022 Bütçesinin yılsonu TÜFE öngörüsü olan yüzde 9,8 düşülürse yüzde 63,7 oranına ulaşılır; yeni teklifteki artış buna yakındır. Ancak, tekrar edelim, TÜİK'in baskılamalarına rağmen enflasyonist yöneliş yükseliş doğrultusundadır. Dolayısıyla bu ek bütçe de yetersiz kalabilecektir.

Ek bütçe ile ilgili tek olumlu yorum, böyle bir bütçenin daha fazla gecikilmeden Meclis'in onayına sunulmuş olmasıdır. Yıllardır ek bütçe çıkarmaktan kaçınan iktidar, bütçe ödeneklerindeki ve borçlanma limitlerindeki aşımları (ki bütçenin yüzde 10'unu aşan boyutlarda olmaktaydı) sonbaharda çıkarılan bir torba yasayla yapmaktaydı. Bu, 5018 sayılı yasaya temelden aykırıydı. Ancak bu defa ek bütçeye mecbur kalındığını, çünkü ödenek aşımının çok yüksek olduğunu görüyoruz.

Ek bütçenin anatomisi

Ek bütçenin genel gerekçesi, bekleneceği gibi, iktidarın kur-enflasyon sarmalının oluşmasındaki asli sorumluluğunu tamamen görmezden gelmektedir. Sorumluluk koltuğuna oturtulan, yalnızca dış ekonomik ve jeopolitik gelişmelerdir! Bu arada bazı KİT'lere görev zararları, tüketici sübvansiyonları, sermaye transferleri veya enflasyon farkları olarak yapılacak aktarımların da genel gerekçeye eklendiği görülmektedir. Oysa bunlar ya önceden öngörülebilmeliydi ya da zaten bir gerekçe olmaktan ziyade enflasyonun bir sonucuydu. Kaldı ki enflasyonun kendisi de, "büyümeyi enflasyonla mücadeleye yeğlediklerini" söyleyebilen ekonomik karar alıcıların sorumluluğudur; yani yüksek enflasyonu hesaba katmalıydılar...

Bu Ek Bütçenin bir tuhaflığı da 1. maddesinin 1. fıkrası ile bütçenin A cetveline 880,5 milyar TL ekleyip bunun içinde de 16,8 milyar TL'lik küçük bir personel giderine yer verdikten sonra, aynı maddenin 2. fıkrasıyla (muhtemelen henüz belirsiz enflasyon farkları ve ücret zamları karşılığı olarak) 200 milyar TL'lik bir personel giderine yer vermesidir! Her durumda, ek bütçenin sadece yüzde 20'si personel giderlerinden oluşacaktır; başlangıç bütçesinde bile bu oran yüzde 24,4 idi. Oysa eriyen ücretleri telafi etme zamanı tam da şimdi değil miydi?

Başlangıç ödeneği olan 240,4 milyar TL'lik faiz giderine ek bütçeyle 89,4 milyar daha eklenince yılın bütünü için 329,8 milyarlık bir faiz ödeneği oluşmaktadır. Bunun toplam bütçe giderlerine oranı yüzde 11,7; Genel Bütçe vergi gelirlerine oranı ise yüzde 15'tir. Tarıma bütçenin yüzde 1'i (GSYH'nın ise binde üçü) civarında bir destek verildiği düşünülürse ne muazzam bir kayıp!

Ek bütçenin topluma yeni vergi yükleri getirmek için çıkarıldığı yolundaki yorumlara ise katılamıyoruz. Bir kere, yeni vergiler getirilmiyor; var olanların oranları da artırılmıyor. Vergi gelirlerinde ilk 5 ayda ortaya çıkan müthiş artışlara güvenildiği anlaşılıyor. Nitekim ilk beş ayda bütçe 124,6 milyar TL fazla verdi ise, bunun nedeni ciroların ve dolaylı vergi matrahlarının enflasyon nedeniyle şişmesi ile mali kesimde ve büyük reel sektör şirketlerinde aşırı yükselen kârlardır. Kurumlar Vergisi'ndeki inanılmaz artışların nedeni budur. Kurumlar Vergisi'nde 315 milyar TL ek hasılat beklenirken bunun Gelir Vergisi'nde 55 milyarda kalması ise ayrı bir sorundur.

Her şeye rağmen gelenek bozulmamakta ve ek bütçe vergi gelirlerinin yaklaşık yüzde 65'inin dolaylı vergilerden oluşması beklenmektedir. Demek ki, yoksullaşan geniş kitleler bütçenin yükünü taşımaya devam edeceklerdir.

Sonuç

Ücretliler, tarımsal üreticiler ve diğer ayrıcalıksız kesimler siyasete ağırlık koyamadıkları, kendi mesleki/ sendikal örgütlerini harekete geçiremedikleri sürece bütçe görüşmelerinin edilgen seyircileri konumunda kalacaklardır. Bütçe denkleminin dışında kalmak ise bütçeler üzerinden üretilen adaletsizliklerin (vergi yükünün eşitsiz dağılımının ve bütçe harcamalarının sermayenin önceliklerine göre belirlenmesinin) ceremesini çekmek anlamına gelecektir. Bütçelerin cinsiyetçi yapıda belirleniyor olması da kadın hareketlerinin bu konuda önümüzdeki dönemlerde daha fazla bilgilenmeye ve eylemliliğe ihtiyaçları olacağını göstermektedir.