Yine evler dolusu evlat ölüleri istiyorlar.

Yine başı öne düşmüş kalmış, avuçlarına toprak dolacak gençler istiyorlar.

Yine beyaz tülbentli anaların tüm sabahları sönsün istiyorlar.

Milyon yıl geçse baba gülüşü gözünü ışıtmayacak doğmamış bebekler, küçükler bayraklı tabutun yanında görünsün istiyorlar.

Oysa o çocuklar ölülerin bu dünyada yaşamadığını bile daha bilmiyorlar.

Ama olsun, herkes başını çevirip gittikten sonra o törenden arta kalan, masalından erken uyandırılmış, taş gibi suskun çocuklar olsun istiyorlar.

Çünkü kimsenin elemi, kimseye değmesin diye ördükleri mezhepçi, ırkçı kin duvarlarının arasından “yeterli mi, yeterli değil” çığlıklarıyla tabut başında bugün henüz yaşayan yeni ölüleri çağırmaya kararlılar.

73 gündür gasp ettikleri iktidar ve fiili olduğunu itiraf ettikleri gayri-hukuki “rejim” sahipliğini kaybetmemek uğruna bayraklı cenaze törenleri toplu intikam ayinine dönüştürme peşindeler. Gün sonunda ölü bilançosu alt alta toplanıyor ama heyhat kan çanağına batırdıkları seçim anketlerinin rengi bir türlü değişmiyor. O zaman “kıyamete dek şehadet” değil “tek başına rejim sahibi” olana dek açtıkları mahşeri temeli yüzlerce tabutla doldurmak için avaz avaz “öldürmenin gücü yaşatmanın gücünden büyüktür buralarda anlamadınız mı” diye bağrınıyorlar. Devletin ideolojik aygıtı 700 milyon TL ek ödenekli Diyanet’in telaşla yetiştirdiği “İslamcı Feda Kültürü” ve muktedir’in şehitlerin “Allah yolunda öldüğü” hamaseti artık oğullarında doğmayacak babalara, ateş topu analara, gözleri donuk çocuklara sızamıyor. ”Yaşamayı onların çocuklarına bağışlamayan” ve ellerine tutuşturdukları bir bayrakla avutmaya kalkışan İslamcı rejime karşı kendi öz acılarının en sahici sesiyle itiraz ediyorlar.Ve tek başına iktidar ve soy istikbal savaşını “vatan savunması” diye dayatan fiili güç açığa düşüyordu.

Kefen giymiş lümpenlerle miting yapan, kefen belagati iç bulandıran, dolar milyonerleri oğulları zırhlı karanlık arabalarda özel koruma ordusuyla dolaşan, haşa ! zorunluk askerlik yapmayan neoliberal İslamcı düzenin diline doladığı “şehitlik” metafiziğine kanmıyorlardı.

Tepelerinde “hak ve batıl savaşı” gibi son sürüm Cihatçı terminolojiye sarılan, dünyevi güç ve maddi varlık biriktirmeye doymayan rejimin onları uzun süredir aldattığı hissiyatı yayılıyor.

Şehit er Barış Aybek’in babası Barış’ın yaşamadığı vurulup düştüğü, nefes almadığı evlatsız “vatanı “ herkese sorgulatıyor ve “Oğlumun ismi gibi bir ülkede yaşamak isterdim” diyordu. Ve acılı aileler, yoksul hane çocuklarının zihnine, emeğine, canına kuşaklar boyu milli kanca atarak bugünlere gelmiş otoriter-kapitalist Türkiye devlet düzeneğini ele geçirmiş İslamcı egosantrik fiili gücü ve onun “milli irade” mitini çürümüş bütün kolonlarıyla sarsıyorlardı.

“Zorunlu” kurban çocuklarının uğruna öldüğü, üzerine betonarme saray kondurulmuş “vatan” imgesine inanmıyorlardı.