İnsanlar birbirlerine bir şeyler anlattıkça saklıyorlar gerçek duygularını. Başlarından geçenlere dair herhangi bir ayrıntı yok aslında saatlerce konuştuklarında. Eksiksiz anlatılan her hikâye, hakikatin bastırıldığı esas hikâyeyi oluşturuyor.

Vazgeçme ve özgürlük

VEYSEL PEKER

Dilek Görmez’in A7 Kitap etiketiyle yayımlanan romanı ‘Aşk İçin Ölmeli’, sıradan iki adam arasında kalan bir kadının hikâyesi değil. Yazarın ciddi bir toplumsal okuması söz konusu… Bu toplumsal okumayı yaparken izlediği yol ve geliştirdiği yöntem de en az romanın özgünlüğü kadar önemli. Peki, nedir bu izlenen yol ve geliştirilen yöntem? Aslında son derece basit bir gerçekliğin, insan ruhunu makyajlı birtakım kavramlarla birlikte ele geçirişi ve bunun insanda yarattığı kalıcı hasarın net bir biçimde okura gösterilmesi…

İnsan kendi özgürlüğünden gerçekten asla vazgeçmez mi? Yoksa kendi özgürlüğümüzden vazgeçmemiz, kendi özgürlüğümüzü kendimize kanıtlayabilmenin tek yolu mu? Vazgeçmek, insan özgürlüğünü kısıtlayan bir eylem gibi görünür çoğu zaman. Çünkü vazgeçmenin çelişkilerle dolu bir alt metni vardır her zaman. Vazgeçme adına yapılan en basit eylemden, söylenen en basit söze değin her şey son derece karmaşıktır. Üstelik bu karmaşaya, ruhen hep var olmuş bir karmaşa da eşlik ediyorsa, rahatlıkla verili olan bütün değerlerin, kavramların, gerçeklik sandığımız başka şeylerin önce içeriği sonra da anlamı değişir. Aslında Dilek Görmez romanında tam olarak bunun üzerinde duruyor. Yazarın bize söylediği onca önemli şeyin arasında, aşkın bir başkalaşım hali olmaktan çok, insanın kendini belli değerler içinde sabitlemeye çalışması olması, okuru şaşırtmayı başarıyor.

Şimdi burada bir çelişki var gibi duruyor değil mi, hem değişim var hem de bir sabitlenme. Özünde şöyle bir mantığın işlediğini söylemek mümkün; insan değişiyor ya da değiştiğini sanıyor çünkü ona her daim bir örtü lazım. Toplumsal yaşamdaki rollerin, maskelerin ve benzeri her ne varsa tümünün işlerliğini yitirmesinin nedeni de bu aslında. İnsanlar birbirlerine bir şeyler anlattıkça saklıyorlar gerçek duygularını. Başlarından geçenlere dair herhangi bir ayrıntı yok aslında saatlerce konuştuklarında. Eksiksiz anlatılan her hikâye, hakikatin bastırıldığı esas hikâyeyi oluşturuyor.

Romanın kahramanı Zehra, kendi hakikatini bu yöntemle gizleyen bir kadın bana kalırsa. Çünkü ağzından kime karşı, ne çıkarsa çıksın, önce kendi şaşırıyor. Romanda bu anlamda kurulmuş çok akıllıca bir matematik düzen var. Gücün kimde olduğu, nede olduğu, nasıl biçimleneceği, nasıl kullanılacağı her ne kadar cinsel kalıplar üstünden sunulsa da romanın her kişisi ayrı bir noktaya savruluyor. Çünkü Zehra’da tümüyle görülen bu durum, diğer roman kahramanlarının da ona eşlik etmesini sağlayan ana mesele.

Zehra mutlu olmak istedikçe, kendini köşeye sıkıştırıyor. Bu elbette birçok roman kahramanı açısından rahatlıkla yapabileceğimiz bir ortak okuma. Zehra’yı farklı kılana onun bir çemberin etrafında döndüğünün, bir yörünge izlediğinin aslında farkında olması. Demem o ki işin sonunun nereye varacağını daha başında biliyor. Biliyor ama tüm hikâyeyi yaşayacak ki haklı çıksın. Bilincinin, bir doktordan yardım almasını gerektirecek kadar ruhunu sıkıştırması bundan. Bu saldırı aşka denebilir mi? Neden denmesin; kaygıysa kaygı, yıkımsa yıkım, sahtelikse sahtelik; üstelik gerçek anlamda çok boyutlu bir durum olarak. Zehra’nın hayatındaki iki adam tam da bu karşıtlığa oturmuş durumda. Biri ruhunu, biri bilincini sömürüp duruyor aslında ve işin kötü yanı Zehra bu sömürüde mutluluk arıyor, bulamadıkça da inanıyor… Yalnızca bu bile Zehra’nın ne denli başarılı çizilmiş bir karakter olduğunu anlamak açısından önemli.

Sonuç olarak ‘Aşk İçin Ölmeli’ atlanmaması gereken bir çalışma. Okur artık ‘önemli yazarlardan’, yazarlara geçiş yapmalı. ‘Aşk İçin Ölmeli’ bunun için doğru bir başlangıç olabilir.