Doğrudan hayatları hedef alınan kadınların ısrarının geri dönüşü olmadığı artık mevcut iktidarlar için de sarsıcı olmaya başlarken -İstanbul Sözleşmesi’nin tartışmaya açılmasının doğrudan iktidar ve tabanında yarattığı tartışma tesadüf değildir- kadın hareketi için de önemli ipuçları ve bir değişim noktasının yarattığı sorulara işaret ediyor.

Ve tarih yürüyor... Umutsuzluğa kapılırsan bu kalabalığı hatırla

GÖKSU CENGİZ

2020 tüm dünyada ve Türkiye’de herkes için hayatı çok daha zor hale getiren bir yıl oldu. Hâlihazırda yaşanan siyasi, toplumsal, ekonomik kriz pandeminin zorlayıcı koşullarıyla birleşince hep beraber zor bir yıl geçirdik. Kadınlar açısından pek çok farklı sebeple daha zorlayıcı olan bu yıl her şeye rağmen kadın dayanışmasının ve direnişlerinin damgasını vurduğu bir yıl oldu. Polonya’dan Arjantin’e, Brezilya’dan Türkiye’ye kadınların, bizlerin gittikçe otoriterleşen ve gericileşen dünyada yaşamlarımız için haklarımız için direnişimizin yarattığı umut noktası yükselmeye devam etti. Elbette karanlık yıl 2020’nin son günlerine umut olan Arjantinli kadınlar...

Bugün içinde bulunduğumuz koşulları daha iyi değerlendirebilmek adına ve yeni bir yılın başlangıcında olduğumuz bugünlerde geleceğe dair ipuçlarını bulabilmek adına biraz geriye gitmek iyi olabilir.

2008’de başlayan ve bugün etkileri hâlâ devam eden neoliberalizmin aşamadığı, çözemediği krizin karşısında dünyanın her yerinde doğrudan hayatlarını hedef almış bu düzene karşı isyan eden milyonların meydanları doldurduklarına hep birlikte tanıklık ettik. Neoliberal faşist iktidarlara karşı gelişen isyan dalgası en genelinde neoliberal sistemin yaşadığı ekonomik, siyasal ve toplumsal krize karşı yükseliyordu. Ancak bu hareketler için dönüştürücü bir çıkışın örgütlü mücadelesinin yürütülemediği noktada sönümlendi, soğuruldu ve sol bir alternatifin olmadığı ortamda neofaşist iktidarların yükselişine de tanıklık etmiş olduk.

Bu dönemdeki isyanların en ayırt edici yönlerinden biri de kadınların farklı coğrafyalarda yükselen bu dalganın en önünde yer almalarıydı. Kadınların eşitlik ve özgürlük talepleri dünyanın her yerinde bu isyanların ön saflarında ve çok temel öznelerindendi. Mısır’da yaşananları hatırlayalım. 2011’de Tahrir Meydanı'nda direniş sürdürenlerin en önünde İslamcı iktidarın saldırılarına maruz kalan kadınlar vardı. Hindistan’da kadın cinayetlerine karşı halk isyanına dönüşen bir kadın hareketi gördük. Sudan’da, İran’da, Arjantin’de, Polonya’da, ABD’de ve daha pek çok yerde kadınların talepleri sokakları doldurdu. Bu aslında şaşırtıcı değil. Çünkü hemen her yerde bu neofaşist iktidarların ortak özelliği olarak karşımıza çıkan gericilikten beslenme hali kadınların yaşamlarına deyim yerindeyse göbekten bağlı. Belki de pandemiyle daha da günyüzüne çıkan kriz noktalarından biri olan sağlık, eğitim ve gıda gibi temel yaşam noktalarının daha da ucuz, güvencesiz ve elbette tepeden tırnağa özelleştirilmiş bir emek piyasasına doğru itilmesinin tabiri caizse ‘ezelden beri sorumluluğu bu işleri yapmak olan kadınların’ hayatlarını doğrudan etkilemesi kaçınılmaz oldu. Bu noktada neoliberal kapitalizmin verili toplumsal cinsiyet ilişkilerinin, ataerkiyle ve dinci gericilikle iş birliği yapması bu ülkede yaşayan kimse için şaşırtıcı değildir herhalde. Kadını kamusal alandan dışlayarak sadece aile içerisinde bir yere konumlandıran bu sayede yaşamın sürdürülmesini sağlayan işlerin yükünden kurtulmayı uman neoliberal sisteme karşı ortaya çıkan isyan hareketlerinde kadınların ön planda olması ve hatta kadın direnişlerinin, feminist grevlerin bu süreçte artarak yükselerek ve genişleyerek devam etmesinin yine çok sürpriz olmayacağını söyleyebiliriz. 2020 yılı ve beraberinde gelen pandemi bu alanlardaki krizi günyüzüne çıkarırken ne kadar yaşamsal olduklarını da hatırlattı. Pandeminin bir diğer kriz noktası da sağlığımız için döndüğümüz evlerin kadınların çoğu için ‘güvenli’ olmamasıydı. Şiddetin krizle yükselişine de tanıklık ettiğimiz bir yıl oldu.

ve-tarih-yuruyor-umutsuzluga-kapilirsan-bu-kalabaligi-hatirla-824168-1.
Arjantin'de kadınların mücadelesi sonucu kürtaj ücretsiz ve yasal hale geldi.

Türkiye’de neoliberal dönüşüm burada siyasal İslamcı AKP iktidarıyla yükselişe geçti. Son 10 yıla baktığımızda ülkemizde de en çok ön plana çıkan konulardan biri mevcut iktidarın yaratmaya çalıştığı gerici toplumsal cinsiyet rejimi ve bunun karşısında direnen kadınlar oldu. Toplumsal muhalefetin zayıflatıldığı, sokakların tamamen boşaltılmaya çalışıldığı bir noktada Türkiye’de kadınlar isyanı büyütmeye devam ediyor.

Siyasal İslamcı AKP iktidarı, yaratmak istediği dinci gerici toplumsal dönüşümü kadınların hayatlarına, haklarına ve hatta varlıklarına saldırı temeline oturttu. İktidar, tek adam rejimini kurumsallaştırdığı oranda, iktidar gücü var oldukça koruduğumuz, savunduğumuz ve tarihi kazanımlarımız olan haklarımızın uygulanacağı zemini çürütüyor. Baskının giderek arttığı ve aslında muhalefetin tamamen bastırılmaya çalışıldığı bir süreçte halkın ihtiyaçları artarken, eşitlik talepleri artarken bunu dile getirebilecek seslerin giderek kısıldığı bir süreçten geçiyoruz. Bugün çocuk istismarının, kadın cinayetlerinin, tacizin, cinsel saldırının artmasının en önemli sebebinin gerici dille pekiştirilmiş erkeklik olduğu kaçınılmaz olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısı ile AKP’nin gerici politikaları, eğitim sisteminden yasalara kadar attığı tüm adımlar nihayetinde kurulan tek adam rejimine giden yolda yükselen karşı direniş dalgası laiklik, aydınlanma ve özgürlük talepleri ile gelişirken kadınların yaşam mücadelesi ile buluştu. Bu buluşma gerçek anlamda Gezi’den sonra gerçekleşti. Özellikle zirve noktasını 2017 referandumunda gören bu buluşma, siyasal İslamcı iktidarın Türkiye’de yaratmak istediği karanlık dönüşüme karşı direniş barikatını oluşturdu.

Feminist hareketin tarihsel eşitlik ve özgürlük taleplerinin belki de hiç olmadığı kadar toplumsallaşma imkânı bulduğu bir dönüş noktasında olduğumuzdan bahsetmek mümkün. İslamcı gericiliğin ve neoliberal dönüşümün yarattığı toplumsal krizin giderek sürdürülemez hale gelmesi, gerici iktidarın kendini yeniden üretecek geniş toplumsal tabandan giderek uzaklaşarak daralması bugün belki de en çok kadınların eşitlik mücadelesi için bir çıkışa işaret ediyor. Her gün kadınların yaşamlarını yitirdiği bir karanlığın içindeyken dahi iktidarın artık kendi kendini de bitirme noktalarından biri haline geline kazanılmış haklara dönük gerici saldırılar belki de bu şiddet sarmalının bütününe karşı bir mücadeleye ve değiştirme imkanına işaret ediyor. Doğrudan hayatları hedef alınan kadınların ısrarının geri dönüşü olmadığı artık mevcut iktidarlar için de sarsıcı olmaya başlarken -İstanbul Sözleşmesi’nin tartışmaya açılmasının doğrudan iktidar ve tabanında yarattığı tartışma tesadüf değildir- kadın hareketi için de önemli ipuçları ve bir değişim noktasının yarattığı sorulara işaret ediyor. Direnişlerin içerisindeki kadınlardan çokca bahsedildi belki ama hemen hemen bütün coğrafyalarda burada da Gezi’yle birlikte en çok lafı edilen gündemlerinden biri de kadınların direnişi ve kadınların direnişlerdeki yeri oldu. Pek çok noktada kadınların direniş içerisindeki yerini anlamakta ve onu dönüştürücü bir ögeye doğru sürüklemekte sıkıntı yaşadığımız için ve gerçek manada yalnızca fiziksel olarak o barikatın önünde olma noktasından o barikatta bulunma amacımız ve nasıl dönüştüreceğimiz noktasına gidemedik. Bunu yaratmak amacıyla bir çıkışa ihtiyacımız var bunu sağlamak belki de bu soruları sormak ve cevaplarını birlikte aramaktan geçiyor. Evet orada bulunuyoruz bunun nedeni ne? Çünkü bu saldırı belki de en çok bizim hayatımızı etkilediği için bu direnişlerin bir parçasıyız ve içindeyiz. Çokça söylendiği gibi belki de en önündeyiz. Bu gelecek için ne söylüyor? Bu direnişlerin birlikteliği ne ifade ediyor? Bizim feminist politikamızın bugüne kadar söyledikleri bundan sonrası için neler ifade edecek? Haklarımıza dönük saldırıların artık her gün karşımıza çıktığı kaçınılmaz bir gerçekken aynı oranda bir karşı çıkışın örgütlenebilmesi belki de eşitlik ve özgürlük taleplerini toplumsallaştırabilmekten geçiyor. Bunun imkanlarının ise belki de hiç olmadığı kadar mümkün olduğu günlerden geçiyoruz.

Evet şiddet en karanlık yüzüyle hayatlarımızda ama aynı şekilde şiddetin karşısında hiç olmadığı kadar büyük bir tepki de var, eşitlik isteğimiz kimsenin görmezden gelemeyeceği bir gerçek olarak hayatımızda artık. Şimdi geleceğini düşünmesi gereken haklarımızı elimizden almaya çalışırken pervasızca elini kaldırıp indirenler, bir vaazda kılıca sarılanlar, bir televizyon programında rahatça kadınları hedef alanlar. Belki de çoğumuzun hatırlamak istemeyeceği bir yıl olarak geçen 2020’nin umut noktası olan Arjantinli kadınlar bundan iki yıl önce ‘mecliste yasaya verdiğiniz oy ne olursa olsun o kapıdan çıkınca her sokakta, her mahallede, her evde bizi göreceksiniz’ demişlerdi; evet her sokakta, her mahallede, her evde eşitlik ve özgürlük için yaşayan bir kadın var ve birbirimizin yaşamlarına artık o kadar uzak değiliz. Yirmi birinci yüzyıl gerçekten kadınların olacak.