Chavez’den önce Küba hariç tüm Latin Amerika neoliberal rejimlerin acısını çekiyordu. Eğer Maduro indirilirse, tüm yarım kürede neoliberalizmin tanzim edilmesi önündeki büyük engel kalkmış olacak

Venezuela seçimlerinden önce ABD boş durmadı

Roger Harris

Geçen hafta, seçimlere bir hafta kala, Bolivia’nın solcu başkanı Evo Morales şu tweeti attı: “Venezuela seçimlerinden önce ABD ve müttefikleri medya desteğini de arkalarına alarak şiddet eylemleri gerçekleştirecek. Seçimden sonra ise sınır ülkelerden askeri operasyonlar ile ülkeyi işgal etmeyi deneyecekler.” Trump’ın Beyaz Sarayından ve Pentagon’dan gelen sinyaller, Evo’nun haklı olduğunu gösteriyor.

ABD’nin Venezuela hükümetinden hoşnutsuzluğu 1998’de Hugo Chavez’in seçilmesine ve 2002’deki ABD destekli darbe girişiminin başarısız olmasına dayanıyor. Sonrasında Chavez yüce gönüllülük gösterdi ancak siyasi anlamda sorumsuz davrandı ve darbecileri affetti. Darbeciler şimdilerde hala teşebbüslerini sürdürüyorlar ve demokratik yollarla elde edemediklerini parlamento dışındaki faaliyetleriyle gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Chavez’in 2013’teki ölümünden sonra Venezuelalar Bolivar Devriminin başına geçmesi için Maduro’yu seçti.

Dönemin ABD başkanı Obama, 2015 yılında Venezuela’nın ABD’nin ulusal güvenliğini tehdit ettiğini ilan etti.

Venezuela’ya yönelik yaptırımlar her sene genişleyerek devam etti. Kendinden sonra seçilecek başkanın Venezuela’ya aynı düşmanlığı göstermeyebileceğini düşünerek, görev süresi sona ererken yaptırımları son bir kez erkenden yeniledi.
Geçtiğimiz Ağustos ayında yeni Başkan Trump Venezuela’nın demokratik yollarla seçilmiş hükümetini devirmek için “askeri seçeneklerin” masada olduğunu söyledi. Washington Latin Amerika Ofisi isimli kuruluş, “Venezuela’yı kurtarmak için” rejim değişikliğinin gerekli olduğu ancak askeri operasyonla değil “daha geniş yaptırımlar ile” yapılması gerektiği yönünde görüş bildirdi. Kurumun askeri operasyon tavsiyesi vermemesinde gerekçe ise uluslararası hukuka aykırılık değil, “Venezuela ordusunun direnecek olması” idi.

Bu esnada yaptırımların bedelini Venezuela halkı ödüyordu. Henry Kissinger’ın kanı donduran sözlerine değinecek olursak, yaptırımlar insanların demokratik rejimi terk edip ABD onaylı rejime geçmeyi kabul etmesi için “ekonomiyi ateşe vermek” üzere tasarlanmıştı.

Trump Ocak ayındaki konuşmasında Latin Amerika’daki solcu hükümetlerin değiştirilmesi gerektiğini söylüyordu: “Hükümetim Küba ve Venezuela’daki komünist ve sosyalist diktatörlüklere sert yaptırımlar uyguluyor.” Bu sözleri duyan Demokratlar ve Cumhuriyetçiler var güçleriyle alkışlıyorlardı.

ABD hükümetinin ve ana akım medyasının kullandığı anlamıyla “diktatörlük,” ülkelerini ABD Dışişleri Bakanlığı ve uluslararası sermayenin çıkarlarından ziyade, kendi halklarının çıkarları doğrultusunda yönetmek isteyen ülkeler için kullanılan bir kavram.

Chavez’den önce Küba hariç tüm Latin Amerika neoliberal rejimlerin acısını çekiyordu. Eğer Maduro indirilirse, tüm yarım kürede neoliberalizmin tanzim edilmesi önündeki büyük bir engel kalkmış olacak.


Bolivar Devriminin geleceği, karşıt hareketin geleceği için son derece önemli. Venezuela’nın Batı Yarımküredeki ilk hedef olmasının sebebi de bu. Venezuela hükümeti düşerse, bedeli ödeyen Latin Amerika’nın tüm ilerici hareketleri olacak. Meksika’daki Obrador kampanyası, Honduras ve Arjantin’deki direniş hareketleri, belki Kolombiya’daki barış müzakerelerinin tamamı, Nikaragua’daki Sandinista’nın sosyal faaliyetleri, Brezilya’daki Lula’nın mücadelesi ve hatta Bolivia’daki Evo Morales ve yerli hareketi...

Counter Punch’tan çeviren: Fatih Kıyman