Reform yapıda ve yönelimde değişiklik anlamına geliyor ise son vergi değişiklikleri reform yaftasını hak ediyor mu? Var olan yapının hangi yapısal parametresini değiştirmektedir kutlu vergi reformu? Örneğin aslen emekçilerin ve yoksuların sırtında bir yük olan dolaylı vergilerin egemen olduğu yapıyı mı değiştirmektedir? Gelir vergisinin çoğunu ödeyen emekçilere inat sermaye ve mülk sahiplerine vergiden kaçınmayı ve vergi kaçırmayı teşvik eden sistemi mi alt üst etmiştir?

Vergi reformu kimin reformu?

SERDAL BAHÇE

Vergi söz konusu olduğunda kaçınılmaz bir şekilde “Kim ödeyecek?” sorusu sorulmalıdır. Vergi her gündeme geldiğinde özü itibariyle bir bölüşüm problemine işaret etmektedir. Burada mevzu konusu sermaye sahipleriyle emek sahipleri arasındaki bölüşümdür. Vergi politikalarındaki değişimler devletin sınıfsal niteliğini de deşifre eden seçimlerdir. Vergi konusundaki her niteliksel ve niceliksel dönüşüm aslında teknik bir soruna verilmiş cevaptan öte sermaye sahiplerinin egemen olduğu bir dünyada toplumsal bir soruna karşı ya da sermeye lehine verilen bir cevabı temsil etmektedirler. Yeni Ekonomi Programı çerçevesinde açıklanan son vergi reformu da aynı muhtevaya sahiptir

Öncelikle bir kaygıyı yineleyerek başlayalım. Neden sürekli reform yapıyoruz? Reform yapıda ve yönelimde değişiklik anlamına geliyor ise son vergi değişiklikleri reform yaftasını hak ediyor mu? Var olan yapının hangi yapısal parametresini değiştirmektedir kutlu vergi reformu? Örneğin aslen emekçilerin ve yoksuların sırtında bir yük olan dolaylı vergilerin egemen olduğu yapıyı mı değiştirmektedir? Gelir vergisinin çoğunu ödeyen emekçilere inat sermaye ve mülk sahiplerine vergiden kaçınmayı ve vergi kaçırmayı teşvik eden sistemi mi alt üst etmiştir? Vergisini tıkır tıkır ödeyen emekçilere inat ödemeyen sermaye ve mülk sahiplerini aslında vergi ödememeye iten vergi aflarını nihayete erdiren bir yeni mekanizma mı geliştirmiştir? Hayır, hayır ve hayır. Öyle ise neresi reformdur?

Reform içeriğine sahip olmayan ve bizi bir kez daha reform kavramından soğutan yeni vergi politikasının içeriğine bakalım isterseniz. Öncelikle kişisel gelir vergisi oranlarında dilim ve oran sayısı artırılmış. Önceki tarifede 4 dilime yüzde 15,20, 27 ve 35 oranları uygulanıyordu, şimdi 7 gelir dilimine 15, 20, 27, 35, 39, 43 ve 45 oranları uygulanacakmış. Üstelik bunun reklamı da “ az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınacak” şeklinde yapılmış. Öncelikle bu reklamı neye dayanarak yaptıklarını anlamış olmaktan uzağız. Çok kazananın çok ödeyeceği beklentisine gelirsek bu konuda da birkaç çekinceyi belirtmek gerekiyor. Bu sözde reformu allayıp pullayan gazeteler bazı rakamlar vermişler. Örneğin yeni oranlarla birlikte 1 milyon lira yıllık ücret geliri olan kişi artık 25 bin lira daha fazla vergi ödeyecekmiş. Burada insanın aklına hemen birkaç münafık ve hınzır soru gelmektedir. Öncelikle senede 1 milyon ücret alan kaç kişi vardır bu ülkede? İkincisi eğer var ise, bu durum devletin resmi kayıtlarına da yansımış ve bu vergi matrahı devletin veri tabanı tarafından tasdik edilmiş midir? Bu kadar yüksek bir ücret düzeyinin bir kamu çalışanına ait olamayacağı aşikârdır. Öyle ise bu türden şanslı “ücretliler” herhalde özel sektörde çalışmaktadırlar. Bu şanslı kişilerin sıradan emekçiler olamayacakları da açıktır. Bu rahatsızlık veren soruları şu nedenle soruyorum; Türkiye’de özel firmalarda yüksek ücretle çalışan bir kitle var, ancak bir eğilim olarak bu kitlenin aldığı gerçek ücret ile devletin resmi kayıtlarına geçen ücretleri arasında dağlar kadar fark var. Kısacası bu ülkede yüksek gelirliler, eğer kamuda çalışmıyorlar ise, yıllardır resmi kayıtlarda gerçekte aldıkları ücrete göre oldukça düşük ücretle çalışıyor gibi görünmekteler. Dolayısıyla bu yeni oranlarla birlikte bu eğilim güçlenecektir. Varsıldan ve sermaye sahibinden giderek daha az vergi alma amacı üstüne kurulu bir sistemin kurumsallaştırılmasıyla birlikte denetim mekanizmaları iyice budanan yapının bunu tespit etmesi mümkün değildir. Kapitalist devlet yılardır zengini ve varsılı vergi konusunda serbest bırakan bir yapıyı bilinçli olarak tercih etmektedir. Bu yapı bahsedilen türden uygulamalara bolca prim vermektedir. Yapı çok kazanandan olabildiğince az vergi almak üstüne kurgulanmıştır, şimdi ne idüğü belirsiz bir reformla bu yapıyı değiştirmek mümkün gibi görünmemektedir.

Ayrıca bu kadar yüksek ücret geliri nasıl elde edilmektedir? Maliye bürokrasimiz yıllar önce radikal bir karar vererek bireysel emek ve sermaye gelirleri üzerindeki vergi oranları arasındaki farkı ortadan kaldırmış ve hem emek hem de kâr gelirlerini aynı dilim tarifesine tabi kılmıştır. Böylece adını sanını her yerde duyduğumuz şanlı sanayicilerimiz, tüccarlarımız ve müteahhitlerimizin kâr gelirleriyle, onların istihdam ettikleri binlerce emekçinin ücret gelirleri aynı vergi dilim tarifesi üstünden vergilendirilmeye başlanmıştır. Bu adımın hem teknik anlamda vergi hakkaniyeti açısından hem de toplumsal hakkaniyet açısından vahim sonuçlara yol açtığı açıktır. Ayrıca yeni vergi dilim tarifeleri çok yüksek kişisel gelir elde eden sermaye sahiplerini kişisel gelirlerinin önemli bir bölümünü şirket geliri olarak göstermeye itecektir ki bu sözüm ona reformu aslında vergi gelirini artırmaya yönelik bir adım olarak görenleri de hüsrana uğratacak bir sonuç yaratacaktır. Reform paketi aynı zamanda Kurumlar Vergis'inin oranını da düşürmektedir. Neden düşürdüklerini anlamak zor, çünkü resmi olarak %22 gibi görünen oranda kurumlar vergisi ödeyen kapitalist firma sayısı çok azdır. Sermaye yanlısı ekonomik ve mali programın etkisiyle sermayeye öyle büyük muafiyetler ve istisnalar tanınmıştır ki gerçekte devletin topladığı Kurumlar Vergisi kuşa, kuşa bile değil, sineğe dönmüştür. Kurumlar Vergisi'ne getirilen muafiyet ve istisnalar kapitalist holdinglerimizin giderek daha az vergi ödemesine yol açmıştır. Ancak bu tarafgir politikanın tek sonucu bu değildir. Sermayedarlarımızın kişisel gelirleri üzerinden ödedikleri vergi oranı ile kurumlar vergisi arsındaki fark birincisi lehine açıldıkça gözü açık sermaye sınıfımız gelirlerinin giderek daha büyük bir bölümünü firmaları ve holdingleri adına kaydettirmeye başlamışlardır. Böylece eninde sonunda kârı gözeten ve ücrete yüklenen vergi politikası sermaye sınıfımıza vergiden kaçınmak için yeni yollar yaratmıştır. Şimdi bu yeni vergi oranları aradaki makası açtığı, kişisel gelir üstündeki vergi oranını kurumlar vergisi oranına nazaran daha da yükselttiği için kaçınılmaz bir şekilde sermaye ve mülk sahiplerimizi bahsedilen yola daha da çok itecektir. Ayrıca sermaye sınıfımızın güzide bireyleri yine uzunca bir süredir kendileri ya da haneleri adına yaptıkları harcamaları, firmaları ya da holdingleri adına yapılmış gibi göstererek dolaylı vergilerin bir bölümünden de yırtmaktadırlar. Dolayısıyla yeni vergi oranlarıyla birlikte göreceksiniz; kişisel gelirleri daha düşük görünecektir.

Firma sahiplerimiz yaptıkları kişisel harcamaları bile firmaları namına gider olarak yazdırmaya çoktandır alışmışlardır. Çünkü kişisel gelir beyannamelerine bakarsanız öyle çok da kazanamamaktadırlar. Hatta bu ülkede geçmişte genelev patroniçeleri bile vergi rekortmeni olurken şanlı burjuvalarımızdan hiçbiri vergi rekortmen listesine girmemiştir. Kimse nedenini sormamıştır. Çünkü sermaye sınıfımız bir zamanlar Halit Narin’in dediği gibi, fırsatını buldukça ve yasalar izin verdikçe vergiden kaçınmayı doğal ve yasal bir hak olarak görmektedir. Onlara tanınan bu özgürlük zinhar emekçilere tanınmamıştır. Onlar, emekçiler, ücretlerini ve maaşlarını ellerine aldıklarında zaten vergilerini ödemiş bir şekilde almaktadırlar. Onlar, yani emekçiler harcama yaptıklarında, bu harcamaları bilançosunda gider olarak gösterebilecekleri bir şirkete ya da firmaya sahip olmadıkları için, dolaylı vergileri özenle ödemektedirler. Kimse onlara muafiyet ve istisna tanımamıştır. Kimse onlara vergi matrahlarını kendilerince ayarlayabilecekleri bir alan tanımamıştır. Yeni paket de tanımamaktadır. Vergi ahlâkı naraları atanlar bilsin ki, bu ülkede bu ahlâk da emekçilere aittir.