Covid-19 vakaları Türkiye’de mayıstan sonra düşmekle birlikte dalgalı ama kararlı bir trend izliyor. Bir şeyler buyuran, halkın da uymasını bekleyen devlet geleneği yerine yerelden merkeze tüm kararlarda halkın katılımı olursa o maskeler çenede veya dirsekte kalmaz. Veriler açık ve şeffaf şekilde düzenli olarak paylaşıldığında toplumun korkuları azalır, boşvermişlik biter

Virüsten kurtaracak olan halkın katılımı

Prof. Dr. Özgür Karcıoğlu*

Pandeminin başladığı Aralık 2019-Ocak 2020 döneminden beri veri akışını sağlayan birkaç internet sitesi sayesinde dünyayı izlememiz oldukça kolaylaştı. Son verilere göre dünyada 23 milyon olgu, 800 bin civarında ölüm resmen bildirildi.

Mart başından itibaren giderek daha fazla yeni vaka tespit edildiği, dalgalı seyir izlenmekle birlikte nisan- ağustos ayları arasında trendin yukarıya doğru olduğu, birkaç günde bir yeni rekorlar kırıldığı görülüyor.

DÜNYA NE DURUMDA?

Çin’de ocak-mart döneminde hızla 80 bine çıkan olgu sayısı daha sonra ani fren yaptı ve koltuğu diğer ülkelere devretti. Temmuz sonu itibariyle olguların 1/4’ünden fazlası ABD’de (5.6 milyon olgu), sadece yüzde 0.4’ü Çin’de kaldı. Bu durum veri güvenliği tartışmalarını da gündeme getirdi, çünkü mart ayına kadar hızla 80 bine çıkan hasta sayısının 5 ay içinde ancak 89 bin olması soru işaretiyle karşılandı.

Mayıs-ağustos döneminde olgu sayısı hızla yükselen Brezilya ve Hindistan ile 2. ve 3. sıraya, Rusya ise 4. sıraya çıktı. Son aylarda en hızlı olgu artışı ABD, Brezilya, Rusya, Hindistan, Peru, Kolombiya, Güney Afrika, Şili ve Meksika’da oldu.

ÖLÜM SAYILARI

Mart başından itibaren ölümlerde artış trendi varken nisan ortasından sonra plato ve hafif düşme eğilimi görüldü. Mayıs-ağustos döneminde ise istikrarlı-dalgalı trend ile hafif yukarı çıkış izleniyor.

Mayıs-ağustos aylarında en yüksek ölüm oranları yüzde 14-24 ile Fransa, Belçika, İtalya ve İngiltere’dedir. Ülkelerin içinde de bölgesel farklar olabiliyor. Örneğin ABD’de yüzde 4-5, fakat New York’ta yüzde 11 fatalite hızı dikkat çekiyor.

OLGULARIN ÜLKELERE DAĞILIMI VE TÜRKİYE’NİN PAYI

Olguların yarıdan fazlası dört ülkede; ABD, Rusya, Brezilya ve Hindistan’da bulunuyor.

Türkiye’de martın ikinci haftasından itibaren İstanbul ağırlıklı olmak üzere PCR (+) olgular bildirildi. Bunda hem geniş bir sınırımız bulunan İran’dan karayoluyla girişler ve İtalya gibi Avrupa ülkelerinden İstanbul ve İzmir’e uçakla gelişlerin etkili olduğu düşünülüyor. İlk olgunun açıklandığı 11 Mart’tan sonraki ilk haftalarda artan olgu sayıları görüldü.

Ülkemizde Mart-Mayıs aylarında yaşanan hızlı artış sonrasında dalgalı fakat kararlı trend ile olgu sayıları devam etmekte.

Dünyadaki gidişata bakıldığında olgu sayısının hala yükselmeye ve rekorlar kırmaya devam ettiği, ancak ölümlerin aynı şekilde artmadığı görülüyor. Bu da virüsün öldürme gücü veya virülansının azaldığı düşüncesini öne çıkardı. Bunun sonucunda en fazla olgunun bulunduğu ABD dâhil olmak üzere Kuzey Avrupa ülkelerinde, kısmen Uzakdoğu ve Ortadoğu’da normalleşme çabaları belirginleşti.

Bize sosyokültürel olarak en fazla benzeyen ülkelerden biri olan İran, hızla normalleşme çabaları sonrasında son aylarda tekrar hızla artan olgu ve ölüm sayıları ile karşılaştı. O kadar ki hep yanlış olarak kullanılan ‘ikinci dalga’ terimine en yakın olan ülkeler Yeni Zelanda ve Güney Kore. Yanlış dememin nedeni, bilimsel olarak ikinci dalgaya geçilmesi için ilk dalganın sıfırlanması gerekir; ancak dünyada yüksek sayıda olgusu olan hiçbir ülkede birinci dalganın bittiği söylenemez.

Burada önemli bir itici güç ise ekonominin eski normale dönmesinin hem iktidardaki siyasetler hem de halkın önemli bölümü tarafından sıkı önlemlerin sürmesine tercih edilmesi.

Ülkemizde nisan-mayıs aylarında sokağa çıkma kısıtlamasını ihlal eden bir vatandaşın kameralara söylediği ‘Koronadan değil, açlıktan mı ölelim?’ sorusu bu durumun kristalleşmiş halidir.

SALGIN ÖNCESİNE DE AFET KOŞULLARI

Mart-mayıs döneminde İstanbul ve İzmir’deki yoğun hasta yatışları yaz döneminde Ankara, Muğla, Konya, Şanlıurfa, Diyarbakır, Batman, Gaziantep’e doğru yer değiştirdi.

Salgında ülkece en büyük şansımız İran ve bazı Avrupa ülkelerinin mart-nisan aylarında yaşadığı aşırı olgu sayıları ve hastanelerin buna yanıt verememe durumunun yaşanmamasıdır. Şu an için bu durumun devam ettiği görülüyor.

virusten-kurtaracak-olan-halkin-katilimi-772858-1.

Zaten hep afetteydik! Ülkemiz sağlık kurumları, pandemi öncesindeki dönemde oldukça antrenmanlı. Örneğin acil servislerine günde binden fazla hasta başvurusu olan onlarca 3. basamak hastanemiz olması bunun sayısallaştırılmış hali olarak düşünülebilir. Bu haliyle bakıldığında ülkemiz sağlıkçıları ve kurumlarının “zaten hep afet ve pandemi koşullarının içinde olduğunu” söylemek abartılı olmaz. Yine yoğun bakımlar hızlı hasta sirkülasyonuna alışık. Diğer bir etken, ülkemizde onlarca yıllık tıp eğitiminin teorik gelişmelerle tıp pratiğini harmanlamış olarak yüksek nitelikli denebilecek bir eğitim verdiği, hekim ve hemşirelerin yeni koşullara adapte olmakta becerikli olduğu gerçeğidir. Pandemi döneminde buna somut örnek verecek olursak, hekimlerimiz hasta kliniği-PCR ikileminde kalan batılı meslektaşları gibi tutuk davranmamış, kliniği öncelikli görerek agresif tedavileri öngörü ve cesaretle başladılar. PCR testinin çok yüksek bir yanlış negatiflik oranına sahip olduğunun bilinmesi de bu kararda etkili oldu. Tomografi ve diğer yardımcı hizmetlerin çok rahatlıkla kullanılması da bunda etken. Tüm bunların hastaların kötüleşmesini ve yoğun bakımları doldurmasını engellediğini düşünüyorum. Yine sivil toplum kuruluşları, meslek odalarımız ve bakanlık tarafından sık sık bilgilendirmelerin ve kılavuz güncellemelerinin yapılması ile hekimlerin gelişmeleri yakından izlediğini söyleyebiliriz.

MASKELERİN ÇENEDE VE DİRSEKTE KALMAMASI İÇİN

Halkımız maske, fiziksel uzaklık, sıkı hijyen kurallarına uymakta zorlandı. Kültürel kodlarda ‘sıkıya gelmeme’, disiplini sevmeme özelliğinin baskın olduğu Akdeniz ve Ortadoğu alışkanlıkları bunu kısmen açıklayabilir. Bunu anlamak için maskenin zorunlu olduğu taşıma araçları ve AVM’lerdeki oranda dışarıda, “sokakta” kullanılmadığını görmek, yine taziye, kutlama, asker uğurlama gibi ritüellerden fazla ödün verilmediğini anımsamak yeterli. Devletin de kitle iletişim araçlarını, eğitim kurumlarını ve diğer araçları daha etkin kullanarak, etkin bilgilendirme ile konuyu vurgulaması daha yerinde olur.

Bu son salgın değil, olmayacak. Bu salgın bir süre sonra bitse bile yeni salgınlar gelecek. Maskeler, el dezenfektanlarıyla geçirecek uzun yıllarımız, yeni kuşaklarımız olacağı ortada. O nedenle sosyokültürel kodların uzun vadeli olarak evrilmesi düşünülmeli. Bunun için okul-öncesi ve okul çocukları ile kadınların eğitimi kilit rol oynar.

Pandemi, bir grubun “kahramanlığı”nın, alkışlanması veya aşırı özverisi ile çözülemez. Acil sağlık hizmetleri (112), toplum hekimliği (ASM), acil tıp uzmanlığı, iç hastalıkları, enfeksiyon ve yoğun bakım klinikleri hatta pandemi ile ilişkisiz gibi görünen tüm diğer branşların işbirliği durumunda geriletilir. Hastanelerde olgu yönetimi için algoritmalar günün gereklerine göre güncellendi, bu çabalar süreklileştirilmeli. Uzmanlık derneklerinin bu sürece katılımı daha etkin olmalı. Bilim kurulu oluşumlarında hem uzmanlık derneklerinin hem de STK’lerin, TTB, hasta hakları dernekleri gibi kuruluşların katkısı olmalıdır. Bundan da önemlisi halkın, sağlık çalışanları ve kurumlarıyla işbirliği halinde olması gerekir. Bir şeyler buyuran, halkın da uymasını bekleyen devlet geleneği yerine yerelden merkeze tüm kararların alınması ve uygulanmasında halkın katılımını önceleyen gelenek etkin olduğunda o maskeler çenede veya dirsekte kalmaz. Ayşe teyze karara dolaylı da olsa katıldığında asker oğlunu evden uğurlar.

AÇIK VE ŞEFFAF VERİ PAYLAŞIMI

İşin doğrusu, topluma, sağlıkçılara ne kadar fazla ve ayrıntılı veri iletilirse o kadar sağlıklı önlem alma şansı olur. Örneğin İstanbul’un hangi bölgesinde kaç hasta olduğu, hangi yaşlı bakımevinde pandemi hastalarının bulunduğu gibi veriler açık ve şeffaf şekilde düzenli biçimde paylaşıldığında toplumun korkuları azalır, boşvermişlik biter, sağlıklı önlemler alınabilir. Hasta mahremiyetine saygılı olarak bu veriler kılcal damarlardan alınarak toplanabilir, ulusal veri havuzu sürekli güncellenerek gerçek zamanlı yorumlar yapılabilir. Benzer şekilde Bilim Kurulu önerilerinin de açıkça paylaşılması, tartışılması bilimin ruhuna uygundur.

***

COVID-19 AŞISI NE ZAMAN UYGULANABİLİR?

En basit aşıyı geliştirip kullanıma hazır hale getirmek yılları bulur. Günümüzde Covid-19 pandemisine karşı bağışıklık sağlayabilecek herhangi bir aşı henüz geliştirilebilmiş değil. Bu alanda dünya çapındaki çalışmalar, büyük bir hızla devam ediyor. Aşı geliştirme aşamaları da yıllar boyu devam edebilecek bir süreç gerekiyor. Bir aşının çok hızla (örn. 2021 sonundan önce) uygulanabilir hale geleceğini düşünmek yanlış olur.

***

Halkı suçlama kolaycılığı doğru değil

Vatandaş, eksik sağlık bilgisi ve ekonominin normalleşmesine dönük motivasyonu birleştirdiğinde hızla normalleşmeye doğru bir eğilim gösterdi. Toplu taşıma araçlarındaki kalabalığa sıradan vatandaşın tepki gösterdiği neredeyse hiç görülmedi. Burada halkı suçlama kolaycılığına gidilmesini doğru bulmuyorum. “Maslow’un gereksinimler sıralaması” şemasına baktığımızda insanlar sağ kalma ile ilişkili etkinlikleri sağlıkla ilgili soyut tehlikelerin, yani virüs ile enfekte olma riskinin önüne koyarlar. Ancak fizyolojik gereksinimlerle ilgili sorununuz yok, yani gelecek güvenceniz olduğuna inanmışsanız sağlık ile ilgili önlemler diğerlerinin önüne geçebilir. Bu da semtler, mahalleler arasında, sosyoekonomik veya kültürel altyapısı farklı gruplar arasında Covid-19 ile ilgili neden bu kadar farklı davranışlar görülebildiği açıklanır. Başka bir deyişle, sosyoekonomik olarak ‘rahat’ ya da gelecek güvencesi olanların çoğunlukta olduğu bir bölgedekilerin diğer bölgedekileri anlamaması doğal.

*İstanbul Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Acil Tıp Kliniği