ABD, yaşadığı hüsranlar için İran’ı suçluyor. Bu bakış açısı kısmen doğru olsa da asıl sebep; ABD’nin bir devletle değil, mezheple savaşıyor olması

Washington’daki atamalar savaş kokuyor

Patrick Cockburn

Trump yönetiminde “şahinlerin” yerine “süper şahinler” geçtikçe, İran ve ABD arasında silahlı çatışma ihtimali artıyor. Atanan yeni Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, ABD’nin İran nükleer anlaşmasından çekilmesi gerektiğini söyledi ve Tahran’da derhal rejim değişikliğine gidilmesi gerektiğini savundu. Yeni Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ise, Trump’ın 12 Mayıs’ta iptal edeceği düşünülen nükleer anlaşmayı bir “felaket” olarak tanımladı. İsrail basınında çıkan haberlere göre Trump, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’ya Avrupa devletleri tarafından savunulan “rötuşlu anlaşma” senaryosunu kabul etmeyeceğini söyledi. Eğer durum buysa, anlaşma şimdiden iptal edildi diyebiliriz.

Hararetlenen ABD-İran zıtlaşması Ortadoğu’da yangına dönüşebilecek kıvılcımlar yaratıyor. Körfez ülkelerinden tedarikin kesilebileceği korkusuyla ham petrolün fiyatı artıyor. İran riyalinin altı aydır düşen değeri, tarihin en düşük seviyesini gördü. Irak’ta ise Başbakan Haydar el-İbadi, en büyük endişesinin ABD ve İran’ın Irak topraklarında çatışması olduğunu açıkça ifade etti.

İran’a yönelik “süper şahin” yaklaşımının tehlikeleri, 2003’te Irak’ın işgaline giden süreçteki tehlikelerle benzeşiyor. Her iki örnekte de silahlı çatışmayı savunanlar, çatışmanın olası sonuçlarından habersiz(di). Pompeo kongrede görev yaparken ilkel bir çözüm öneriyor, gazetecilere “İran’ın nükleer kapasitesinin 2000 bombardımanda yok edilebileceğini” söylüyordu.

Trump’ın sözlerinin sonuçları var
Diğer yandan sayıları Washington’da giderek azalan iyimserler, bu kavgacı üsluba kulak asmıyor. Trump ve askerleri ne yaptıklarını sanıyor bilinmez ama, ettikleri lafların belli sonuçları var. Hükümetler tehditleri ciddiye alıyor ve en kötü senaryolara karşı önlem alıyor. Saddam Hüseyin’in 2003’te devrilmesine giden yolda muhafazakarlar “Bugün Bağdat, yarın Tahran ve Şam” diye böbürleniyordu. Bu söylemler Suriye ve İran hükümetlerini, ABD’nin Irak’ta kalamamasını sağlamak için ellerinden geleni yapmaya itti.

Geriye dönüp baktığımızda, Irak işgalinin Anglosakson güçler için bir dönüm noktası olduğunu görüyoruz. Savaşı meşru kılmak için ortaya atılan asılsız iddialarla, zayıf düşmanları emellerine alet ederek güç gösterisi yapmaya çalışırken, zayıflıklarını açığa vurdular. Libya ve Suriye hamleleri de benzer sonuçlar doğurdu.

Eğer Ortadoğu’da İran merkezli yeni bir krizin eşiğindeysek, ABD’nin Trump öncesine göre çok daha zayıf bir konumda olduğunu söyleyebiliriz. İç gerilimler ve müttefik kıtlığıyla mücadele eden ABD, oyunun kurallarını eskisi gibi kendi belirleyemeyecek. Geçtiğimiz sene içerisinde bunun iki örneğini gördük: Trump, Mayıs ayında Suudi Arabistan’ı ziyaret etti ve ülkeyi yönetenlere koşulsuz destek verdi, ülkenin çektiği sıkıntıların faturasını İran’a çıkardı. Ancak sonra anladık ki, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinin hedefinde İran değil, Katar vardı. Trump’ın başardığı tek şey, İran’a karşı oluşturulmuş Körfez monarşileri ittifakını bölmek oldu.

ABD, Ocak ayında diğer bir hesap hatası yaptı. Sözde ılımlı Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, ABD güçlerinin IŞİD yok edildikten sonra da Suriye’de kalacağını, niyetin Beşşar Esad’ı devirmek ve İran etkisini azaltmak olduğunu söyledi. Bu iddia büyük oranda hayaldi, ancak Rusya ve Türkiye’nin verdiği tepkiler gerçekti. Tillerson’ın ukala demecinden dört gün sonra, Türkiye ordusu Rusya’nın rızasını alarak Kuzey Suriye’ye girdi ve ABD’nin Suriye’deki tek müttefiki olan Kürtlerin kontrolündeki Afrin topraklarını iki ayda ele geçirdi. Kürtler şimdi, Türkiye ordusunun Kuzeydoğu Suriye’ye saldırması durumunda ABD tarafından ortada bırakılmamayı umuyorlar.

Bu ayın başında Suriye’de Kürtlerin kontrolündeki bölgedeydim ve Türklerin ilerlemeye karar vermesi durumunda ABD’nin ne yapacağını düşünüyordum. Fırat’ın doğusundaki Suriye toprakları dümdüz; saklanacak bir yer yok ve başlıca Kürt şehirleri Türkiye sınırına yakın ve savunmasız. ABD’nin bölgede yalnızca 2 bin askeri var ve etkin kullanılabilmeleri, ABD’nin hava saldırılarına bağlı. Bu, güçlü bir seçenek olsa da, ABD NATO müttefiki Türkiye’ye karşı Kürtleri savunmak için bu seçeneği kullanacak mı?

Trump’ın “Obama’nın iradesizliği ve kötü pazarlık becerileri” dediği şey, aslında ABD’nin çıkarları ve yöntemlerini aynı düzleme oturtabilme ve kazanılamayacak savaşlardan kaçınma becerisiydi. Washington’ın dış politika kadrosu bunu hiç anlamadı; Sovyetler Birliği çöktükten sonra en güçlü yıllarına tekabül eden 2003 öncesi döneme takılı kaldı. Bolton ve Pompeo ise daha da dar görüşlü – adım atmak üzere oldukları siyasi ve askeri mayın tarlalarından bihaberler.
ABD kurumları ve müttefikleri, Trump’ın nükleer anlaşmayı bozma ihtimali karşısında dehşete kapılıyor ve anlaşma muhtemelen bozulacak. İran’a tekrar ambargo uygulanabilir. Ambargolar genel nüfusun belini bükse de, ambargocuların hayal ettikleri kazanımlara kapı açmayacak. Trump’ın tek taraflı ambargosu İran’a zarar verecek, ancak ABD’yi de yalnızlaştıracak.

ABD ve İran restleşmesinin sonucu ne olursa olsun “Amerika’yı Tekrar Büyük Yapmayacak”. Orta Doğu’nun kuzey, Türkiye’nin güney ve Suudi Arabistan’ın kuzey koridorları ABD müdahaleleri için hep felaket niteliğinde olmuştur. 1980’de Lübnan’da ABD konsolosluğu bombalandığında, Beyrut’taki saldırıda 241 ABD personeli öldüğünde bu böyleydi. 2003 ve 2011 yılları arasında Irak’ta, 2011’den günümüze Suriye’de de böyle oldu. ABD yaşadığı hüsranlar için İran’ı suçluyor. Bu bakış açısı kısmen doğru olsa da, asıl sebep ABD’nin bir devletle değil, mezheple savaşıyor olması. ABD’nin başarısız olduğu ülkelerde ya Iran ve Irak’taki gibi Şii çoğunluk, ya Lübnan’daki gibi toplumsal çeşitlilik, ya da Suriye’de olduğu gibi azınlık iktidarı görüyoruz. En güçlü Şii devleti olan İran’ın, bölgede düşmanlarıyla savaşırken dini dokudan muazzam avantaj elde ettiğini söylemeliyiz.

Washington’daki yeni kadro “savaş kabinesi” olarak tarif ediliyor ve bunun ispatına tanıklık edebiliriz. Ancak Bolton ve Pompeo gibi cahil ve ukala adamlara bakınca, her şeyin felaketle sonuçlanacağını düşünmemek elde değil.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The Independent - ind.pn/2pV7ffI