Ya gerçek bu mutluluk ya tur bindirdi acı

CAN BİNALİ AYDIN / canbinaliay@gmail.com

Günlerce kömürlüklerde, alışveriş merkezlerinde, tek durağını atlamadan kolaçan ettiğim metro istasyonlarında aradım canımın sahibini. Onlarda bulamadıktan sonra daha yenilerinde sokak sokak, adım adım gezerek, kaybetmediğim bir şeyi arar gibi aradım. Arayan, bulunmak ümidiyle aranmaktadır. Canım emanetti, emaneti ihtiyacım kadar kullanacak, sonrasında sahibine devredecektim. İhtiyaç can mıydı, yoksa canın devredilme ihtiyacı mı, devredince anlayacaktım. Can benden çıkmıştı çıkmasına ama, sahibine ulaşamamıştı. Boşta kalan can, gücenir.

Kimi zaman son duraklarında indiğim trenlere binip aradım Sahip’i, kimi zaman da ikinci, üçüncü mola yerlerine denk gelen rastgele şehirlerde.

İlkin bir oto sanayiinin girişinde ince ince dilimlediği salam-kaşarları borcamlara streçleyen bir büfeden sigara alırken karşılaştım Sahip’le. Yan çevirip üzerine oturduğu meyve suyu kasasını, bir öncekinden ateş alarak tutuşturduğu sigarasını, beyaz saçlarını ve sakallarını inceledim. Bir büfenin önünde öylece oturan Sahip’ti, kesindi. Onu bulmuştum, bulmuş olmalıydım çünkü ilk kez böyle hissediyordum. Yıllardır görmediği bir ikizi olduğunu öğrenen birininkine benzemiyordu heyecanım. Daha çok, onu gören birininki gibiydi.

Can devri için tek şart, alacak kişinin de orada olmasıydı. Bir an önce emaneti teslim etmek için etrafıma bakındım. Yirmi, otuz metre ileride C-Blok’ta bir liftin tamiri bitmiş bir aracı indirdiğini gördüm. Parmaklarımı birleştirdim, ellerimi yumruk yapmadan tüm gücümle lifte doğru koşmaya başladım. Böyle koşmayı liseler arası üç yüz metre koşusunda herkesi geçen Bahadır’dan öğrenmiştim. Sanki sürat motoruydu da hız alıyordu Bahadır. Kendimi, lift çukuruna girmeden altına atmayı başardım. Saniyeler sonra gün ışığı kesildi. Atlarken yerde dümdüz yatmayı hayal etmiştim ama platform alçalarak kafama dokununca reflekse başımı eğdim. Sonra istemsizce -belki istemli- sırtımla durdurmaya çalıştım. Boynuma, sonra omuzlarıma değdi soğuk metal. Ağzım kurudu. Birinci sınıfta leblebi tozunu tek seferde yuttuğumdaki gibi olmuştum. O zaman sevinçten boğuluyorsun tabii. Şimdi, sevinçten olmasa da boğulacaktım. Yine de korkmuyor, bağırmıyordum, çünkü haklıydım. Haklılığım korkumun önüne geçiyordu. Biliyordum çünkü hep bağırırlardı, korkaklar ve haksızlar.

Lift beni iki büklüm edecek kadar zemine yaklaşmıştı. Artık yere uzanmam gerekiyordu, bunu yapıp yapmamayı düşünürken iyice alçalan liftin baskısıyla dizlerimin üzerine çöktüm. Köpekler sevinçle bir oyun oynarken ön patileri üzerine gergin yatarlar ya, öyle. Lift artık iyice alçaldığı için dizlerimi düzeltip yüzüstü yatacak fırsat bulamadım. Hiç böyle düşünmemiştim. İstediğim gibi olmayacaksa niye ölüyordum. Demek insan baskı altındayken işler sandığın gibi gitmiyormuş. Dizlerim göğüs kafesime yapıştı. Koşuyolumuza gaz atmışlar ya da, sinek ilaçlama kamyonetlerinin arkasından koşarken kaybolmuşuz gibi bir nefestir yapıştı ciğerime, alamıyorum. Aklıma Bünyamin’in babam kızıyor diye kömürlükte sakladığım kramponlarımı çaldığı geldi, kızmadım. Ulan Bünyamin müşkül durumdayım git başımdan! Jilet gibi, bıçak gibi keskin bir sessizlik... Galiba öldüm ve bu pek de zor olmadı. Sonra yine lift sesi, bu kez rahatlatanından. Lift kalkıyor... Gün ışığı belirdi. Kafamı yukarı kaldırdım bir usta, bir çırak, bir de bizim Sahip.

Sahip’in dilsiz olduğunu ve birkaç saniye daha geçse liftin beni çöpe atılmış ezgin karpuza dönüştürebileceği ikinci çayları içerken anladım. Koşmam Sahip’in gözüne takılmış, kendimi liftin altına atınca da kapabildiği kadar soda, meyve suyu eline geçen ne varsa ata ata dükkana koşmuş. Adamlar da ‘’Ne oluyor yahu,’’ demeye kalmadan elleriyle lifti göstere göstere üstlerine koşan Sahip’i görünce bir hal olduğunu anlayıp durdurmuşlar lifti. Kedi köpek de düşüyormuş arada. Ulan Sahip, alacağın olsun... İki öğün yemeklerini paylaştılar benimle. Usta akşama doğru

14-16 anahtarını getirmemi bile istedi panodan. Beni hayata katmaya çalışıyor, ne güzel, kalender insan. Kiramı ödeyebildiğime, kredi kartı borcum olmadığına ikna olana dek bırakmadılar.

Gün akşam oluyordu, gitmeme ancak izin verdiler. Pantolon cebimden çıkarıp geri verdiğim parayı, bu sefer gömlek cebime sıkıştırdılar. Ben almadıkça, onlar verdiler. Sarıldık, vedalaştık tam kapıdan çıkıyorum Usta rahat etmedi. Gel dedi, evine kadar bırakayım. Kırmadım, otogara yakın bir yerde gözüme ilişen Dirik Apartmanı’nın önünde indim. İnerken elimi kavruk toprağa can suyu verir gibi, sıkı sıkıya kavrayıp, sıkarak ayrıldı. Şimdi şehirler arası bir otobüste plastik bardaktan sallama çay içiyorum.