Hızlandırılmış tren katliamından sonra TCDD Genel Müdürü Karaman'ın Ulaştırma Bakanı Yıldırım'ın hem akrabası hem de arkadaşı çıkması üzerine devlet içindeki kadrolaşma bir kez daha gündeme geldi. Peki bu kadrolaşmadan ne kastediliyor? Ve kadrolaşma sadece AKP hükümetine özgü bir konu mu?

80 sonrasının ilk sivil hükümetini ANAP kurdu. Dolayısıyla devlet içindeki kadroların bir parti ile sınıflandırılması da böyle başladı. Ama o ana kadar devlet içinde "ANAP'lı bir kadro" mevcut değildi. Ama bu çok önemli değildi, o kadrolar kendiliğinden bir süre sonra oluştu.

12 Eylül öncesi birbiri ile çatışma halinde olan "4 eğilimi" birleştirdiği iddiasının sahibi Özal kabine değişikliğini sürekli "parti içi hakimiyetini" sağlamlaştırmak için kullandı. Parti içindeki dengeleri kurmak için bakanları değiştirdi. MHP orijinli bakanı aldı yerine liberali atadı, mukaddesatçı bakanı aldı yerine MHP orijinli bakanı atadı. Ve atanan bakanlar hemen kendi kadrolarını kurmaya başladılar.

Parti yönetiminde de devlet kadrolarında da MHP orijinliler hep şanslıydı. Çünkü sadece ANAP içinde değil, DYP içinde de gözdeydiler. ANAP'lı hükümetin bitmesi yerine DYP'li hükümetin başlaması hiç önemli değildi, onlar hep görevde kaldılar ta ki, MHP'li hükümete kadar. MHP bunların büyük bir bölümünü görevden aldı, gerekçe hayli ilginçti: "Siz ANAP'ın veya DYP'nin MHP'lilerisiniz". MHP'liler için AKP hükümetinde de şans devam etti. Çünkü onların da devlet içinde kadroları yoktu, yeni yeni oluşmaya başlamıştı ama yeterli değildi, boşluklar hep MHP'lilerle dolduruldu. Bu kadrolaşmada tek istisna Refahyol dönemindeydi. Erbakan'ın atamalarına iki mekanizma engel oldu, Çiller ve Demirel. Tabi Batı Çalışma Grubu'nu da yok saymamak lazım.

Hükümetler kurulduktan sonra sürekli sihirli sözcük olarak "hizmeti" kullanırlar. Bu aynı zamanda da çok şifreli bir sözcüktür. Kime hizmet? Yandaşlar, eş, akraba işte bu "hizmet" sihirli sözcüğünün altından çıkan şifredir. Devlet aygıtı bakanlık koltuğuna oturan kişi için hemen "fethedilmesi" gereken bir gemidir ve dümene de "sağlam" isimler oturtulmalıdır. Çünkü artık devlet aygıtı, bakanlık koltuğuna oturan kişinin ve onun temsil ettiği siyasi anlayışın bir aracıdır. İşte bu dönemde ne iş yaptığı belli olmayan bakan çocuklarının yükselişleri başlar. Koray Aydın örneğinde olduğu gibi servetler katlanır. Devlet ihaleleri, bakanın yandaşı ekiplerin oluşturduğu çevreler tarafından Ankara'nın bazı semtlerindeki ilgisiz bürolarda dağıtılır. Tahsilatlar için "iş takibi" sözleşmeleri buralarda yapılır.

Belirli bakanlıklar için koalisyon görüşmelerinin tıkandığına bile rastlarız. Hatta o kritik bakanlıklara kimin atanacağı da hep partilerin içinde tartışma konusu olmuştur. Bayındırlık Bakanı olduktan birkaç gün sonra CHP'den ayrılarak DSP'ye kaçan Mustafa Yılmaz hala hafızalarda. Herkesin olmak istediği bakanlıktan o niye ayrılmıştı ki?

Siyasi arenada öyle herkesin üzerinde mutabık kalabileceği gibi Milli Savunma, İçişleri, Dışişleri hatta Adalet Bakanlıkları en önemli bakanlıklar değildir. En önemli bakanlıklar Bayındırlık, Ulaştırma, Enerji, Sanayi ve Sağlık Bakanlıklarıdır. Çünkü buralarda hep ihale vardır.

Bu ihalelerin kontrolü dağıtılması da kadrolarla mümkündür. O yüzden bu kadroların yetkinliği, bilgisi hiçbir zaman önemli değildir. Önemli olan bakanlara, başbakanlara bağlılık derecesidir.

Türkiye'deki en küçük ihaleden en büyüğüne, askeri ihaleler de dahil olmak üzere bütün ihalelerde şaibe vardır. Turizm Bakanlığının arazi tahsisleri bunun en somut örnekleridir. O yüzden Erkan Mumcu son ihaleleri basına açık yapmak zorunda kaldı. Çünkü bir önceki tahsislerdeki usulsüzlükler Meclis soruşturmasına bile konu olmuştu ama "siyasi çıkar işbirliği" neticesinde diğerleriyle birlikte o da unutulmuştu.

İşte kadrolaşmanın Türkiye'de nedeni. Şimdi AKP hükümeti var ve onun kadrolaşmasının önündeki en büyük engel de Sezer. Ama o da yeterli olmuyor, çünkü kriteri laiklik ve hukuka uygunluk. Yani birikim, yetenek değerlendirmesi yok. Onun için işte eş, ahbap, "işler" daha iyi yürüsün nedeniyle yapılan TCDD Genel Müdürlüğü ataması gibi sonuçta aralarında Muhammed Arifioğlu hocanın da bulunduğu 37 ölümlü cinayet. Ama siyasi kadrolara ne gam, kadrolaşma tam gaz, ihaleler yolda...