Boğaziçi Üniversitesi'ne atanan Bulu’ya tepkiler sürüyor. Öğrenci ve akademisyenlerin direnişi, ‘özerk üniversite’ tartışmasını bir kez daha gündeme getirdi. Boğaziçili akademisyen Can Candan, “Yöntemin ne olduğundan bağımsız olarak, önemli olan üniversite bileşenlerinin, akademisyenlerin rektörün kim olacağı konusunda söz hakkı olması meselesi” dedi.

Ya özerksindir ya da bağımlısındır AKP'ye

Anıl ATAŞ

Boğaziçi Üniversitesi’ne AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından AKP’li Melih Bulu’nun atanmasına karşı Boğaziçi bileşenleri haftalardır direnişlerini sürdürüyor. Özerk üniversite talebini bastırmaya çalışan iktidar kanadı; başta öğrencileri teröristlikle suçladı, gelinen son noktada ise ‘dini değerlerin aşağılandığı’ gerekçesiyle iki öğrencinin tutuklanmasına sebep oldu. Boğaziçi direnişine karşı tutunulan tavır, bu direnişin iktidarda nasıl bir korku oluşturduğunun bir göstergesi.

Boğaziçili öğrenci ve akademisyenlerin bu mücadelesiyle yeniden gündeme gelen ‘özerk üniversite’ tartışmasına dair Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Boğaziçili akademisyen Prof. Dr. Reşit Canbeyli ve Boğaziçili akademisyen Can Candan ile konuştuk.


DİPLOMA FABRİKASI DEĞİL, BİLİM YUVASI

Prof. Dr. Reşit Canbeyli, “Üniversite her şeyden önce akademik bir özerklik, özgürlük temeline oturtulmalıdır. Anlamlı bir özerklik, üniversitenin kendi iletişim yöntemi, idealleri, dinamikleri içinde faaliyette bulunmasıdır. Dışarıdan bir atamayla bunun yapılamayacağı açıktır” dedi.

Türkiye’de üniversite kavramının üzerine yeterince düşülmediğinden bahseden Canbeyli, “Ülkemizde üniversiteyi bazı insanlar bir diploma fabrikası, meslek edinme mekanı olarak görebiliyor. Halbuki üniversite aslında geçmişi yaşatan, bugünü yaşayan, geleceği yaşatacak olan bir kurum” dedi. “Bunu yaparken de ülkenin en değerli varlıklarını, gençlerini eğitiyor; onlara her şeyden önce soru sorma, sorgulama, bilgiye heyecan duyma, merak duyma gibi önemli kavramları aşılıyor” ifadelerini kullanan Canbeyli, “Üniversiteyi mekanik bir yapıdan ibaret olarak gören insanların getirmiş oldukları yasalar, kısıtlamalar bizi bu duruma getirdi” diye konuştu.

TEMELİNDEKİ KAVRAM AÇIK VE NET

Canbeyli, “Üniversitenin temelindeki kavram gerçekten çok açık ve net: Özgürce düşünme, tartışma, bunu özgürce yazabilme ve gerekeni yapabilme. Bunlara izin veren bir sistemin olması lazım. Bunun dışındaki bütün sistemler üniversite adıyla olsa bile evrensel üniversite kavramına karşı bir oluşum ve yaklaşımdır” ifadelerini kullandı.

‘DELİ GÖMLEĞİ’ DAR GELİYOR

“Üniversiteler toplumun birkaç adım önünde giden; yeni düşüncelerin, fikirlerin, türlü yeniliklerin ifade edildiği; bu bağlamda toplumu ileriye götüren kurumlardır” diyen Can Candan ise, bu tanım itibarıyla üniversitelerin her zaman siyasi iktidarlarla bir derdi olduğunun altını çizdi. Candan, “Siyasi iktidarlar üniversitelerin kontrolünü elinde tutmaya çalışır, üniversiteler ise bağımsız olmaya çalışır. Özellikle 80 darbesinden sonra YÖK’ün kurulmasıyla birlikte üniversiteler tamamıyla siyasi iradenin kontrolü altında merkezi şekilde yönetilmeye başlamıştır” dedi.

Siyasi iradenin kontrolü karşısında Boğaziçi’nin diğer üniversitelerden biraz daha şanslı olduğunu söyleyen Candan, şöyle devam etti: “Boğaziçi başından beri YÖK’e çeşitli şekillerde direnmiş bir üniversite. Rektörlerin seçimle başa gelmesini savunmuş ve böyle de bir değişikliğe gidilmesine ön ayak olmuş bir üniversitedir. YÖK’ün dayatmaya çalıştığı çerçeve bunca yıllık tarihi olan Boğaziçi’ne dar gelmektedir. Sadece Boğaziçi için söyleyemeyiz bunu, aynı zamanda adına gerçekten üniversite diyebileceğimiz birçok kuruma da YÖK’ün dayattığı bu çerçeve, bu ‘deli gömleği’ dar gelmektedir. Bilimsel ve entelektüel anlamda YÖK’ten çok çok daha yetkin bu kadar insanın kendi kendini yönetebileceği halde Ankara’dan, merkezden yönetilmeye çalışılması mantıksız bir durum. Dolayısıyla Türkiye’de özerk, özgür, demokratik üniversite YÖK ile beraber pek de mümkün olamamıştır. Yine de birçok üniversite bu şartlar altında da ‘üniversite’ olmaya devam edebilmiştir.”

DÜNYADA EŞİ BENZERİ OLMAYAN BİR SİSTEM

Türkiye’deki sistemin dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde olmayan bir sistem olduğunu vurgulayan Candan, “Dünyada rektörler, üniversitenin tüm bileşenlerinin söz hakkının olduğu ve adayların üniversite içinden de olsa dışından da olsa belli aşamalardan geçerek kendilerini anlattığı bir süreçten sonra ancak belirleniyor. Yöntemin ne olduğundan bağımsız olarak, önemli olan üniversite bileşenlerinin, akademisyenlerin rektörün kim olacağı konusunda söz hakkı olması meselesi” diye konuştu. Bir tek Türkiye’de bunun böyle olmadığını ifade eden Candan, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Birden bire cumhurbaşkanı kendi başına birisini atıyor. 2016’daki Cumhurbaşkanı Kararnamesi ve KHK’nın yasalaşmasıyla birlikte kimseye de sorma mecburiyeti yok gibi gözüküyor. Ancak hukukçular bunun da anayasaya aykırı bir durum olduğunu söylüyor. Dolayısıyla bir üniversitenin başına cumhurbaşkanı tarafından rektör atanmasının anayasaya aykırı olma meselesi var şu anda.”

***

MESELE SADECE BOĞAZİÇİ DEĞİL

Bulu’nun Boğaziçi’ne atanmasının ardından 3 Ocak’tan beri Boğaziçili akademisyenler atamayı hiçbir şekilde kabul etmediklerini ve özerk üniversite taleplerinden vazgeçmeyeceklerini ifade ediyorlar.

Rektörlük binasına sırtlarını dönerek atamayı protesto eden akademisyenler, geçtiğimiz cuma günü 20’nci nöbetlerini gerçekleştirdi. Boğaziçili akademisyenlerin direnişine dair konuşan Candan, “Bu uygulamayı kabul etmiyoruz. Boğaziçi’nden ve Boğaziçi ilkelerinden vazgeçmiyoruz. Bu ilkeler en basit anlamıyla özerklik, özgürlük ve demokratiklik. Biz bunu sadece Boğaziçi için değil, bütün üniversiteler için talep ediyoruz. Her yerde olduğu gibi bu ülkede de insanların kaliteli ve ücretsiz yükseköğrenim hakkına kavuşabilmesi gerekiyor, biz de bunun için mücadele ediyoruz” ifadelerini kullandı.