Bugün dünya José Saramago’yu edebi dehasıyla olduğu kadar eğilip bükülmeyen güçlü kişiliği, fikirlerinin daima arkasında durması ve bir o kadar çocuksu karakteriyle hatırlıyor

‘Yaban Turpu’nun yolculuğu

Eda OKUYUCU

Edebiyata ucundan kıyısından bulaşmış herkesin ve tabii kitap kurtlarının hemen her kitabını yalayıp yuttuğu, bu da yetmeyince dönüp dönüp baştan okuduğu, okurken de kendini kaybettiği bir, keşfetmekte şanslıysanız birkaç yazar vardır. Ben kendimi şanslı sayıyorum; henüz bir edebiyat öğrencisiyken böyle birkaç yazar keşfetme şansı yakaladım. O zamandan beri Gabriel García Márquez ve İhsan Oktay Anar’la birlikte José Saramago’yu okumadan geçirdiğim tek bir sene bile olmadı. Yalnız ben değil, tüm dünyadan kocaman bir okur kitlesi Saramago’da ne buluyordu da yazdığı her şey, söylediği her söz böylesine iz bırakmıştı? Sahi, Portekiz’in ufak bir köyünde doğan bir Yaban Turpu’nun yolculuğu nasıl olmuştu da dünyanın dört bir yanındaki binlerce kitaplıkta son bulmuştu?

16 Kasım 1922’de, José de Sousa Saramago adıyla Lizbon’a yakın Azinhaga köyünde çiftçi bir ailede dünyaya geldi. İlk hatıraları dedesinin dizinin dibinde, ondan dinlediği efsane ve hayalet hikâyeleriyle doluydu. Sonraları dedesini, “Tanıdığım en bilge adamdı” diyerek anacaktı. 1924 yılında aile iş bulma ümidiyle Lizbon’a taşındı; José’nin payına da artık nadiren dinleyebildiği dedesinin hikâyeleriyle avunmak düştü. Yedi yaşında okula başladığında kendi soyadının ailesininkinden farklı olduğunu keşfetti. Nüfus memuru aile soyadı olan de Sousa yerine, köylülerin babasına taktığı Saramago lakabını kimliğe yazmıştı. Saramago, ‘Yaban Turpu’ demekti. İlginçtir, babası José’nin soyadını aldı; artık Saramago ailesiydiler.

Saramago henüz üç yaşındayken askeri darbe olmuş ve ülkeyi uzun yıllar yönetecek aşırı sağcı hükümet ve diktatör António Salazar başa gelmişti. Genç José’nin başını ileride hem ülkesiyle hem de Katolik Kilisesi ile belaya sokacak siyasi görüşleri işte böyle bir ortamda, Salazar hükümetinin ve polis babasının üstü kapalı memnuniyetsizliğinin gölgesinde şekillenmeye başladı. O sıralar araba tamircisi olmak üzere teknik lisede okuyor ama vaktinin büyük kısmını okul kütüphanesinde geçiriyordu. ‘Ricardo Reis’ isimli Brezilya’da yaşayan bir doktorun şiir kitapları özellikle ilgisini çekiyordu. 1984 tarihli ustalık eserlerinden ‘Ricardo Reis’in Öldüğü Yıl’ romanına ilham kaynağı olan Ricardo Reis aslında ünlü Portekizli şair Fernando Pessoa’dan başkası değildi.

kovulmak başlangıçtı

Mezun olduktan sonraki ilk senelerinde bir tamirhanede çalıştı; ardından sosyal hizmet görevlisi, çilingir, çevirmen, yayınevi sorumlusu ve köşe yazarı olarak çalıştı. 1944’te ilk eşi Ilda Reis ile evlendi; 1947’de ise tek çocuğu Violante’yi kucağına aldı. Bu yıl Saramago için önemliydi: Diğer dillere çok uzun bir süre çevrilmeyen ilk romanını, ‘Terra do Pecado’yu [Günah Ülkesi] bu yıl yazdı. Bir sonraki romanını uzun yıllar sonra yazacaktı.

Bu sırada hayatında çok şey değişti: 1969’da fikirleri çok uzun süredir değişmeyen bir komünist olarak Portekiz Komünist Partisi’ne katıldı, ertesi yıl eşinden ayrıldı, Salazar’ın 1970’teki ölümünü ve ülkeyi demokratikleştirme sürecinin başlangıcı kabul edilen 1974’teki Karanfil Devrimi’ni gördü, ertesi yıl gazetedeki yazı işleri sorumluluğu görevinden kovuldu (daha sonraları, “[Kovulmak] bir yazar olarak yaşamımın başlangıcıydı” diyecekti). Ve nihayet 1988’de büyük aşkı İspanyol gazeteci ve kitaplarının İspanyolca tercümanı, en büyüleyici kitaplarından ‘Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş’u “Evim Pilar’a” diyerek ithaf ettiği Pilar del Río’yla evlendi.

Bir röportajında, “Altmış yaşındayken ölseydim, hiçbir şey yazmamış olurdum” dedi. Haksız da sayılmazdı. O ilk romanın ardından üretmeye devam etti; 1978’de ‘Ölümlü Nesneler’i, 1980’de ‘Toprağın Uyanışı’nı, 1981’de de ‘Portekiz’e Yolculuk’u yayımladı ama asıl çıkışını 1982’de Baltasar ile Blimunda’yı yazıp on sekizinci yüzyıl Portekiz’ini unutulmaz bir aşk hikâyesiyle harmanlayınca yaptı. Artık büyülü gerçekçiliğin Avrupa’daki en önemli isimlerinden olma yolunda ilerliyordu. Ardından ‘Ricardo Reis’in Öldüğü Yıl’ (1984), ‘Yitik Adanın Öyküsü’ (1986), ‘Lizbon Kuşatmasının Tarihi’ (1989) geldi. Karakterlerini neredeyse hiç isimlendirmemesi, nokta ve virgül dışında noktalama işareti kullanmaması, uzun cümleleri ve ironik, keskin diliyle Saramago bir edebiyat devi olma yolunda ilerliyordu.’

‘İsa’ya Göre İncil’de (1991) İsa’yı Tanrı’nın oğlu değil de sıradan bir insan olarak resmedince bir ateist ve din düşmanı olarak mimlendi. Dönemin muhafazakâr Portekiz hükümeti, kitabın Aristeion Ödülleri adaylığını, Katolik Kilisesini ve inananları rencide ettiği gerekçesiyle düşürdü. Bu bardağı taşıran son damlaydı. Eşi Pilar’la birlikte ülkeden ayrıldı ve Kanarya Adaları’na yerleşti.

Nobel Ödülü’nü aldığı 1998’e kadar ‘Körlük’ (1993), ‘Bütün İsimler’ (1997) ve ‘Bilinmeyen Adanın Öyküsü’nü (1997) yayımladı. 1998 yılının Ekim ayında, Frankfurt Kitap Fuarı sonrası Almanya’dan ayrılmaya hazırlanırken bir telefon aldı: Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan ilk Portekizli yazar olmuştu. İlk tepkisi editörüne, “Ben bütün bu şan şöhret için doğmadım” demek oldu. İsveç Akademisi öyle düşünmüyordu; onu, “hayal gücü, sevecenlik ve ironiye dayandırdığı benzetmelerle anlaşılmaz bir gerçekliği bir kez daha kavramamızı sürekli olarak sağladığı” için seçmişlerdi.

iyi ki bu dünyadan geçtin

‘Mağara’ (2000), ‘Kopyalanmış Adam’ (2002), ‘Görmek’ (2004), ‘Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş› (2005), ‘Küçük Anılar’ (2006), ‘Filin Yolculuğu’ (2008) ve ‘Kabil’ (2009) peş peşe geldi. Tıpkı ‘İsa’ya Göre İncil’ gibi Kabil de sansasyon yarattı. Saramago, kutsal kitapların en bilindik kıssalarından Habil ve Kabil kardeşlerin öyküsünü yeniden şekillendirmişti. “İbrahim aptalca bir emre uydu diye dünyanın tüm halkları nasıl kutsanır anlamıyorum” diyen bir kitabın Hıristiyanlar arasında hoş karşılanması beklenemezdi elbette.

Tartışmalar devam ederken, Saramago 18 Haziran 2010’da İspanya’daki evinde öldü. Ölümünün ardından Portekiz’de yas ilan edildi; 20 Haziran’daki cenazesine yirmi binden fazla kişi katıldı, külleri birinci ölüm yıldönümünde yüzyıllık bir zeytin ağacının dibine gömüldü.

Bugün dünya Saramago’yu edebi dehasıyla olduğu kadar eğilip bükülmeyen güçlü kişiliği, fikirlerinin daima arkasında durması ve bir o kadar çocuksu karakteriyle hatırlıyor. Bense onu kitabından uyarlanan ‘Körlük’ (2008) filminin galasında yönetmen Fernando Meirelles’e ağlayarak, “Bu filmi izlediğim için çok mutluyum, tıpkı kitabı yazdığım zamanki gibi” deyişindeki içtenliğiyle hatırlayacağım.

İyi ki doğdun, iyi ki bu dünyadan geçtin ‘Yaban Turpu’…