Deneyimli gazeteci Murat Yetkin "Türkçülük de İslamcılık da Amerikalıların icat ettiği bir olgu değil ama kullanılmış. Mesele bu" diyor

Yakın tarih, ajanlar, entrikalar ve komplolar... Ortada sorun varsa, o sorunun kullanılması kaçınılmazdır

Can Uğur

Yakın dönem siyasi tarih birçoklarımız için hala arka planında nelerin olduğu bilinmeyen bir süreç. Deneyimli gazeteci Murat Yetkin’in son kitabı “Meraklısı için Entrikalar Kitabı” bu alandaki önemli bir boşluğu doldurmaya aday. Kısa sürede geniş kesimlerin ilgisini çeken kitapta hem Türkiye hem de dünya yakın tarihinden çok çok çarpıcı kesitler yer alıyor. 9 Mart olayının ABD’li ajanlarla ilişkisinden Türkçü akımların önde gelen isimlerinin Nazilerle ve ABD’yle bağlarına kadar birçok konuda ön açıcı bilgiler bulunuyor. Yetkin ile buluştuğumuzda kitabından başladığımız söyleşi Sarraf davasına ilişkin görüşleriyle ülkenin içinde bulunduğu sürece ilişkin bir değerlendirmeye evrildi.

■Komplo teorisi, entrika gibi kavramları kitapta sıkça görüyoruz. Güncel siyasette bu kavramların yeri nedir?
Kitabı okuyan bir büyüğüm bana şöyle bir mesaj gönderdi: “Bizim zamanımızda bunlar olduysa şimdi kim bilir neler oluyordur.” Ben de kendisine ‘tam da anlatmak istediğim buydu aslında’ dedim. Bir zamanlar tahmin ettiğimiz ama elimizde veri belge vs olmayan olayların o günden bugüne geçen süre zarfında çok somut olgularla ve belgelerle gerçekliğinin ortaya çıktığını görüyoruz. Peki bunu söylemek bize güncel siyasetteki karşılığı nedir? O da şu: Dikkatli olmak gerekiyor.

Bu kitabı sadece casuslar kitabı olarak okumamak gerekiyor. Kitabı ortaya çıkaran şey ise siyaseti anlama merakım ve çabam oldu. Çünkü siyasetin bir görünen tarafı bir de görünmeyen tarafı vardır. Sadece görünenlerle siyaseti anlamanın imkânsız olduğunu kitabı yazarken daha iyi idrak ettim.

■Milliyetçiler ve İslamcıların en çok kullandığı argümanlar ‘millilik ve yerlilik’. Kitabınızda milliyetçilerin ve İslamcıların önde gelen isimlerinin Nazi Almanyası’yla ABD’yle ilişkilerine yer veriliyor. Bu tabloyu açıklar mısınız?
Benim de içinden çıkmakta zorlandığım bir tablo olmuştu bu. Meslek hayatımın önemli bölümü diplomasi alanında geçmiştir. Diplomasiyi tanımlayacak olursak siyasetin görüneni ve görünmeyeni arasındaki ‘ara yüz’dür. Diplomasinin bir açık tarafı bir de kapalı kapılar ardında olanı vardır. Kitapta bu açıdan bakıldığında dikkat çeken bir isim var. O da Ruzi Nazar. Kim bu Ruzi Nazar? Bir Türkçü. Fergana Vadisi’nde doğmuş, Türkçü akımların ilk geliştiği yerlerden bir tanesi. Türkçü akımın ortaya çıkmasında Rusların baskısının da rolü var. Yine Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun Rusya’yı zayıflatmak için Rusya’daki etnik kesimlere yönelik kışkırtmacı tutumu da bir başka tarafı konunun.

Gelelim Ruzi karakterine. Bu adam genç yaşında Türkçü olmuş birisi. SSCB’deki Ukraynalı milliyetçilerle tanışıyor genç yaşında. Ukraynalı milliyetçilerin SSCB’ye karşı Nazilerle işbirliği yapması bunu etkiliyor. Ruzi Nazar beraberindeki Türkçülerle Nazilere katılıyor. Ve Sovyetlerin etnik yapısına müdahale edip siyasi çıkar sağlamak isteyen Nazilerin lejyonlardan birinde yer alıyor: Türk lejyonu. SSCB’deki etnik ve dini farklılıkları kaşımaya yönelik Nazilerin yürüttüğü projenin başında ise Reinhard Gehlen diye bir istihbaratçı var.

Naziler 2. Dünya Savaşı’nda yenilince Gehlen denen kişi ekibiyle birlikte ABD’ye katılıyor, komünizme karşı mücadele etmek istediğini söylüyor. O dönem Amerikan merkezi istihbara örgütü CIA kurulmamış. ABD’nin merkezi istihbaratı yok. 1947’de CIA’nın kuruluşu bu sürecin olgunlaşmasıyla oluyor yani Gehlen’le birlikte. Asya’da Orta Asya’da yakın coğrafyada, CIA ciddi bir güç elde ediyor. Gehlen’le birlikte Ruzi Nazar ve ekibi de ABD’nin yanında yer alıyor. Ruzi Nazar bu dönemden sonra CIA’nın İslamcılara yönelik en önemli elemanlarından birisi oluyor. Münih’te kurulan Orta Asya’ya yayın yapan radyo istasyonunda görev alıyor. 27 Mayıs ve 12 Eylül süreçlerinde de Ruzi Nazar Türkiye’de çalışmalar yürütüyor.

■9 Mart olayına ilişkin de çarpıcı bir bilgi yer alıyor kitapta onu açar mısınız biraz.
9 Mart bizim siyasi literatürümüzde “solcu subayların kalkışması” biçiminde yorumlanır. Ama bir bakıyoruz hareketin liderlerinden Cemal Madanoğlu gidiyor CIA elemanı Ruzi Nazar’ın Ankara Bahçelievler’deki evine ve ona bize destek olun diyor. O da biz karışmıyoruz diyor. Sonra da CIA İstasyon Şefi’ne bildiriyor. CIA’in o dönemki Ankara istasyon şefi Duanne Clarridge bana bunu yıllar sonra tanıştığımızda “12 Mart darbesini günler öncesinden öğrenip merkeze bildirdim” diye böbürlenerek anlattı. Yani 9 Mart’ın lideri Madanoğlu, Amerika’dan destek istemiş.

■Özetle nerede bir sorun varsa orada o sorunu kaşıyacak birileri çıkar diyorsunuz?
Elbette. Türkçülük de İslamcılık da Amerikalıların icat ettiği bir olgu değil ama kullanılmış. Mesele bu.

Irak İşgali ve yalanlar
■IŞİD gibi yapıların başta Ortadoğu olmak üzere dünyayı getirdiği nokta ortada. Siz de ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik müdahalelerinin arka planını anlatıyorsunuz kitabınızda. Özellikle El Cenabi isimli bir mühendisin Irak’ta kimyasal silahların bulunduğuna dair yalan beyanatına dayanan Irak’ın işgal süreci var. Biraz bahseder misiniz bu arka plandan?

Ortadoğu’da bugünkü tablonun oluşmasında en kritik adım ABD’nin Irak’ı işgal sürecidir. İngiltere’nin desteği ve Iraklı Kürt partilerin bölgesel katılımlarıyla o süreç sürdürüldü. Irak’ın işgali tam bir entrikadır. Entrikanın stratejik planlamadan farkı, meseleye nereden baktığında saklıdır. Irak’ın işgali tamamen bir neo-con operasyonudur. Bunlar eski Amerikan solcularıdır. Daha sonra Amerikan siyasetinin en sağ ekibi olmuşlardır. Bunların toplandığı bir platform var. Project for New the American Century (Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi). Bunlar dönemin ABD Başkanı Clinton’a mektup yazıyorlar. Irak bölgesel tehdit diyorlar. 90’lı yılların ortası. Clinton bu işi de deniyor. Türkiye’ye Savunma Bakanı’nı gönderiyor. “Biz yakında Irak’a müdahale edebiliriz sizden de destek isteyebiliriz” diye bir mektup yolluyor. Demirel kabul etmiyor. Bir sonraki başkan Bush döneminde ise bu işgal yine aynı ekibin ‘çabalarıyla’ gerçekleştirilmiştir.

Gelelim soruda bahsedilen yalan istihbarata. Sözü geçen Iraklı mühendis El Cenabi ilk önce Almanya’ya gidiyor, oraya sığınıyor. Tarih 90’lı yılların başı. Irak’ta kimyasal silah bulunduğu iddialarını Almanya’ya iletiyor ama dikkate alınmıyor. Tarihin gördüğü en büyük terör eylemlerinden olan 11 Eylül saldırısı sonrası ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, CIA’yı Irak’ı işgal ya da Irak’a müdahale konusunda müthiş şekilde baskı altına alıyor. Bana Irak’la ilgili kanıt getirin diyor. CIA, İngiliz istihbaratına gidiyor. Sonra Alman istihbaratına gidiliyor ve El Cenabi bulunuyor. İşgale niyetlenilmiş ve kanıt aranıyor. El Cenabi de bu kanıt için bulunmaz nimet. Dönemin Dışişleri Bakanı Colin Powell bu iddiaları gerçek gibi savundu sonra ise ‘hayatımın hatası’ diye ifade etti bu süreci. Sonra bu adam yani El Cenabi çıkıp 2011 yılında The Guardian gazetesine, yalan söylediğini de açıkladı.

■İslamcı örgütler nasıl büyüdü peki?
Irak işgali öncesi El Kaide, Irak’ta çok güçlü değil. Ama ortaya çıkan ihlaller ve işkenceye varan uygulamalar bu tarz hareketleri inanılmaz güçlendirdi. Bir de Amerika’nın işgalden sonra yaptığı inanılmaz büyük bir hata var. O da şu: Baas Partisi üyesi herkesi devlet kademesinden çıkartılması. Tek parti döneminde devlet kademesinde olan herkes Baas Partisi üyesi. Bu süreç herkesi işsiz bıraktı. Bu çok büyük bir tepkiyi açığa çıkarttı. İdari olarak da devlet yapısını çökertti. İşte o noktada Irak El Kaidesi büyümeye başladı. El Kaide’nin içerisindeki tartışmayla beraber bu yapı yani bildiğimiz adıyla IŞİD ortaya çıktı. Gördüğünüz gibi yine işgalle başlayan yanlış bir uygulamalar zinciri beraberinde mağduriyetler doğuruyor, birileri ve bazı yapılar güçleniyor. Karşımıza da Ortadoğu’nun bugünkü felaket diyebileceğimiz tablosu çıkıyor.

Başa dönelim. Neo-conlar, Project for New American Century’yi kapatıyorlar. Soruyorlar neden diye? Yanıt: Misyonu tamamlandı oluyor. Bundan daha iyi bir entrika olabilir mi? Ama diğer taraftan da bakıldığı zaman stratejik planlama.

15 Temmuz meselesi…
■Geçen sene Türkiye’de bir darbe girişimi yaşandı. Burada istihbarat anlamda ciddi hataların yapıldığı resmi ağızlarca da ifade edildi. Ne düşünüyorsunuz?

Ben yazılarımda da dile getirdim. Fiyasko olarak yorumluyorum bu durumu. Harp okullarından, birliklerden o kadar öğrenci atmışsınız. Devlet kuruluşlarından tasfiyeler gerçekleştirmişsiniz. 17-25 Aralık operasyonlarını darbe girişimi olarak saymışsınız. Milli Güvenlik Kurulu’nda Fethullahçı Terör Örgütü-Paralel Yapılanma diye tanım getirmişsiniz. Ve gelmiş yıl 2016’ya, darbe girişimi olmuş. Sormazlar mı adama eliniz armut mu topluyordu diye! Fethullahçıların bu işin olduğu noktasında çok eminim. Tarihin gördüğü en büyük casusluk örgütlerinden bir tanesidir bunlar.

■Neden anlaşılmadı bu durum?
Nedeni ideolojik körleşme. Şimdi hayatın akışına ters bir şey varsa buna dikkat edersin. Örneğin Askeri Liselerin matematik sınavında matematik sorularının tümünü 1300 kişi doğru yanıtlayabilir mi? Bu hayatın akışına ters. Burada ters bir şey var. Bir önceki ve bir sonraki yıl ortalama 5-6 kişi olurken o yıl 1300 oluyor. Burada bir gariplik var. Çok net. Bunu anlamak için istihbaratçı olmana gerek yok. Sıradan duyarlı bir vatandaş olman yeterli. Oy kaygıs��yla ortaya çıkan ideolojik bir körleşme söz konusu. Temsili demokrasinin de aynı zamanda açmazı da denebilir. Churchill’e atfedilen bir söz var, “Temsili demokrasi en iyi sistem değil ama elimizdekilerin en iyisi” diye. Ciddi bir açmaz söz konusu.

Sarraf davası derinizler bırakmaz
■Rıza Sarraf davasında itiraflar, suçlamalar adeta havada uçuşuyor. Bu davanın Türk-Amerikan ilişkilerine yansımaları nasıl olur. Ciddi bir etki yaratır mı yoksa sert olmayan geçişler mi yaşanır?

Dava, Reza Zarrab’ın çıkıp “Hakan Atilla’ya rüşvet vermedim, zaten hiç istemedi, tutuklanmasına şaşırdım” gibilerinden ifadesiyle yarı yarıya çöktü zaten. Türkiye, Zarrab Amerikan ajanı mı, Fethullah casusu mu diye konuşurken adamın İran devletinin ambargoyu delmek için kiraladığı bir mali suç şebekesinin parçası olduğunu unutuyor. Mal varlığına el konulması, bir zamanlar ona ihracat ödülü verilip vatansever işadamı ilan edilmesinden hızlı bir çark edişi gösteriyor. Hem Amerika’nın, hem Türkiye’nin, hem de bu rezaletten çokça umutlanan Fethullahçıların eli yandı bu işten. İranlıların olan bitene ve Zarrab’ın günü birlik değişen ifadeleriyle zaten kötü durumdaki Türkiye-ABD ilişkilerine tüy dikmesine bakıp hayli eğleniyor olabileceğini düşünüyorum. Dava Amerikan yargısının parlak bir örneği olmayacak gibi. Hiç bir ilişki üzerinde derin iz bırakacağını da sanmıyorum uzun vadede; skandallardan bir skandal olarak hatırlanır, hatırlanırsa eğer…

***

ABD ajanı, komünist partiyi nasıl böldü?

yakin-tarih-ajanlar-entrikalar-ve-komplolar-ortada-sorun-varsa-o-sorunun-kullanilmasi-kacinilmazdir-398209-1.

■Kitapta ilginç bir Hindistan meselesi var. Hindistan’daki Maocu partinin kuruluşuna ilişkin ilginç bir anekdotunuz var.
Hindistan’daki Maocu hareketler arasındaki bir sorundan kaynaklanan durum var. Orada da Madras’ta hareketin önemli isimlerinden olan kişi ile genel merkez arasında sorun var. Hindistan Komünist Partisi o dönem çok güçlüdür. Hindistan’da komünist partinin kazanması demek o dönem için ABD’nin kuracağı her türlü düzenin çökmesi anlamına gelecekti. Dolayısıyla komünistler seçimi kazanmasın diye her şeyi yapmaya hazırlar. Daha önce bunun stajını 40’lı yılların sonunda İtalya’da yapmışlar. Komünistler kazanmasın ya da Hıristiyan demokratlar kazansın diye dünyanın parasını harcıyorlar nitekim de öyle oluyor. Şimdi Hindistan’da Maocu hareketin ortaya çıkmasında ise Mao’nun hiçbir şekilde haberi yok. ABD bunu nasıl yapıyor? Çin’in resmi yayın organı Halkın Günlüğü gazetesi okunuyor, sahte, ÇKP imzalı antetli kağıtlar bulunuyor ve Maocu olan ekiple Çin adınaymış gibi yazışmalar gerçekleştiriliyor. Bunu yapan da ABD ajanı Clarridge. Hindistan Komünist Partisi’nin Madras örgütünün başındaki kişi Çin’den yetkililerle konuştuğunu sanarken aslında ABD’li ajanlarla konuşuyor. Maocu partinin kurulma hikâyesi böyle.